fırtınaya ve yağmaya başlayan yağmura rağmen uyudu.
Bir saat sonra müthiş bir gök gürültüsü ile uyandı. Fırtına bütün şiddeti ile başlamadan önce çıkıntılı bir kayanın altına sığındı. Gökleri aydınlatan bir şimşeğin ışığında, bir bir buçuk mil ötede rüzgâr ve dalgalarla sürüklenen küçük bir balıkçı teknesi fark etti. Tekne iki dalga arasında kayboldu. Bir an sonra başka bir dalganın üstünde göründü. Dantés, korkunç bir hızla adaya doğru sürüklenen teknenin içindeki adamları yaklaşmakta oldukları felaketten haberdar etmek için bağırarak onlara sallamak üzere bir şey arandı. Fakat adamlar muhakkak ki durumun farkında idiler. İkinci bir şimşeğin aydınlığında teknedeki beş kişiden dördünün direklere tırmandığını gördü. Beşincisi de kırık dümen yekesini yakalamıştı. Bir an sonra müthiş bir çatırtı ve bağrışmalar duydu. Üçüncü bir şimşeğin aydınlığında kayalara çarpıp parçalanmış küçük tekneyi ve adamların enkaz arasında ümitsizce çırpındıklarını gördü. Her yer tekrar karanlıklara gömüldü. Dantés denize yuvarlanmak pahasına acele acele kaygan kayalardan indi. Etrafı araştırarak kulak kabarttı. Fakat ne bir şey gördü ne de bir ses duydu. Uğuldayan rüzgârları ve köpüren dalgaları ile ortada fırtınadan başka bir şey yoktu.
Rüzgâr ağır ağır dindi. Kül rengi büyük bulutlar batıya doğru uzaklaştı. Az sonra doğu ufkunda kırmızıya çalan uzun bir çizgi belirdi. Bu ışık aniden dalgaları ışıtarak onların köpüklü sırtlarını altın sorguçlar hâline soktu. Gün doğmuştu.
Dantés, İki üç saat sonra zindancı benim hücreme girerek zavallı dostumun cesedini bulacak ve durumu bildirecek,diye düşündü. Beni denize atanları sorguya çekecekler. Silahlı askerlerle dolu kayıklar denizde beni arayacak, top atarak durumdan kıyı muhafazasını haberdar edecekler, çıplak ve aç bir hapishane kaçkınının herhangi bir yere sığınmaması için gereken bütün tedbirleri alacaklar. Beni ele vererek yirmi frank kazanacak olan köylünün merhametine kalacağım. Tanrı’m, sen ne kadar acı çektiğimi biliyorsun, Tanrı’m bana yardım et. Artık ben kendime yardım edemeyeceğim.
Duasını henüz bitirmişti ki ufukta, Marsilya’dan gelen ve bir Ceneviz teknesine ait olduğunu anladığı bir Latin yelkeni gördü. “Ah…” dedi. “Bir hapishane kaçkını olduğum anlaşılıp tekrar Marsilya’ya götürülmekten korkmasam yüze yüze yarım saatte teknenin önüne çıkardım. Bu adamlar, hep kaçakçı ve yarı korsandır. Kârsız bir iş görmektense beni esir olarak satmayı tercih ederler. Ne uydurmalı acaba onları kandırmak için? Buldum. Dün gece kayalıklarda parçalanan teknenin tayfalarından olduğumu söylerim. Parçalanan teknedekilerin hiçbiri sağ kalmadı ki beni yalanlasın.” Böyle diyerek küçük teknenin parçalandığı yere baktı. Bir iki tahta parçası suyun üzerinde yüzüyordu. Bir kayanın üstünde de gemicilerden birinin kasketi vardı.
Dantés suya atlayarak o kayaya doğru yüzdü. Kasketi başına geçirdi. Tahtalardan birine sarılarak Ceneviz yelkenlisinin geçeceği yere doğru yüzmeye başladı.
Gemi kendisine iyice yaklaşınca büyük bir gayretle bedenini, sudan çıkararak kasketini sallamaya ve bağırmaya başladı. Teknenin burnu kendisine doğru çevrildi. Gemicilerin kayık indirmeye hazırlandıklarını gördü. Artık tahta parçasına ihtiyacı olmadığını anlayınca serbestçe gemiye doğru yüzmeye başladı fakat gittikçe gücünü kaybediyor, bacakları ve kolları son derece ağır hareket ediyor, göğsü hırıldıyordu. Kayıkta kürek çeken iki kişi gayretlerini arttırdılar. Bir tanesi İtalyanca,
“Ha gayret!” diye bağırdı.
Dantés bir müddet daha ümitsizce mücadele etti. Sonra sulara gömüldü. Saçlarından çekildiğini hissetti. Bayıldı.
Gözlerini açtığı zaman kendini geminin güvertesinde sırtüstü uzanmış yatarken buldu. Bir gemici yün bir battaniye ile kolunu, bacağını oğuyor, kendisine “Ha gayret!” diye bağırmış olan tayfa ağzına su kabağı kabuğundan yapılmış bir çanakla rom tutuyor;
bir üçüncüsü de -geminin kaptanı- bir gün önce kendisinin atlattığı fakat ertesi gün yine başına gelebilecek olan bir talihsizlik karşısında birçok kimsenin duyabileceği bencil bir merhametle ona bakıyordu.
Kaptan kötü bir Fransızca ile “Kimsin sen?” diye sordu.
Dantés aynı derecede kötü bir İtalyanca ile cevap verdi: “Maltalı bir gemiciyim. Siraküza’dan geliyorduk. Dün gece Margiou Burnu açıklarında fırtınaya tutulduk. Fırtına bizi şuradaki kayalıklara attı. Bir ben kurtuldum. Sizin geldiğinizi görünce kayıktan kopmuş bir tahta parçasına sarılarak geçeceğiniz yola doğru yüzmeye başladım. Adamlarınızdan biri saçlarımdan tutup çekmeseydi boğulacaktım.”
Samimi yüzlü bir gemici “Bendim o.” dedi. “Saçlarından yapışmasaydım gidiyordun!”
Dantés ona elini uzattı.
“Evet gidiyordum. Teşekkür ederim arkadaş.”
“Bir taraftan da korktum doğrusu. On beş santim sakalın, otuz santim saçınla hayduda benziyordun.”
Dantés hapishanede kaldığı müddetçe saçını, sakalını kesmemiş olduğunu hatırladı.
“Daha önce de böyle bir kaza geçirmiştim.” dedi. “O zaman eğer kurtulursam on sene saçımı sakalımı kesmeyeceğim hususunda Azize Piedigrotta adına yemin ettim. On sene bugün doldu. Fakat ben bugünü boğulmak suretiyle kutlayacaktım!”
Kaptan, “Şimdi ne yapacağız seni?” diye sordu.
“Ne isterseniz. Ben iyi bir gemiciyimdir. İlk uğrayacağınız limanda beni bırakırsanız bir tüccar gemisinde iş bulurum.”
“Akdeniz’i iyi bilir misin?”
“Çocukluğumdan beri Akdeniz’deyim. Gözlerim kapalı girip çıkamayacağım liman yok gibidir.”
Dantés’nin hayatını kurtarmış olan gemici Jacopo
“Niye bizimle beraber kalmıyor kaptan?” diye sordu.
Kaptan, “Eğer çok para istemezsen seni gemide alıkoyarım.” dedi.
“Öbür gemicilere ne veriyorsanız bana da onu verin yeter.”
“Kabul. Bu adama ödünç verebileceğin elbisen var mı Jacopo?”
“Fazla bir pantalonla, bir gömleğim var!”
Dantés, “Onlar da bana yeter.” dedi.
Jacopo bir ambar ağzında kayboldu. Kısa bir zaman sonra elinde pantalon ve gömlekle geldi.
Kaptan, “Başka bir şey istiyor musun?” diye sordu.
“Bir parça ekmekle, az önce tattığım nefis romdan istiyorum.”
Jacopo ona rom çanağını verdi. Başka bir gemici de ekmek getirdi.
Dantés dümen başına geçip geçemeyeceğini sordu. İşten kurtulacağına çok sevinen dümenci, kaptana baktı. Kaptan da ona, işi yeni arkadaşına devretmesini söyledi. Dantés dümeni aldı. Dikkatle Marsilya kıyılarına bakıyordu. Yanına oturan Jacopo’ya “Ayın kaçı bugün?” diye sordu.
“Şubatın yirmi sekizi.”
“Hangi yıldayız?”
“Hangi yıldayız ne demek? Hangi yılda olduğumuzu bilmiyor musun?”
Dantés güldü.
“Dün gece öyle korktum ki az daha aklımı kaybedecektim. Kafam karmakarışık. Bir türlü toparlayamıyorum. Hangi yıldayız sahi?”
“1829.”
Dantés tutuklanalı on dört yıl