dilekçeler yazdı, rica etti ve o kadar zorladı ki İkinci Restorasyondan sonra Bonapartçı taraftarı olarak adamakıllı baskı gördü. Daha önce de söylediğim gibi Dantés’nin babasını sık sık görmeye gelirdi. Yaşlı adamı evine götürmek istemişti. Yine dediğim gibi, yaşlı adamın ölümünden bir gün önce ocak rafının üstüne içinde para olan bir kese bırakmıştı. Edmond’nun babasının cenazesi bu para ile kalktı, borçları bu para ile ödendi. Yaşlı adam nasıl hayatında kimseye zarar vermedi ise o şekilde de öldü. Kese hâlâ bendedir.”
“Mösyö Morrel sağ mı?”
“Evet.”
“Herhâlde Tanrı’nın lütfuna mazhar olmuş mesut ve zengin bir kimse olmalı.”
Caderousse acı acı güldü.
“Ben ne kadar mesutsam o da o kadar mesut.”
“Mösyö Morrel kötü durumda mı?”
“Neredeyse elindeki bütün parayı, daha kötüsü şerefini de kaybetmek üzere. Yirmi beş yıllık bir çalışma ile Marsilya iş dünyasında en yüksek mevkiyi elde ettikten sonra mahvoldu. İki yılda beş gemisi battı. Üç firması iflasını istedi. Şimdi bütün ümidi, zavallı Dantés’nin eskiden çalıştığı Firavun gemisinde. Firavun, Hindistan’dan yüklediği kırmızı boya ve çivit yükü ile şimdi Marsilya yolunda. O da ötekiler gibi batarsa Mösyö Morrel tamamı ile mahvoldu demektir.”
“Bu zavallı adamın karısı ve çocukları var mı?”
“Evet. Melek gibi bir karısı, bir oğlu ile bir de kızı var. Kız sevdiği bir adamla evlenmek üzereydi ama adamın ailesi şimdi, oğullarının, bu hâle düşmüş birinin kızı ile evlenmesini istemiyor. Oğlu teğmendir. Zavallı adamın belini büken de ailesi zaten. Eğer kimsesi olmasaydı çoktan bir kurşunla beynini dağıtır, olur biterdi.”
“Feci bir şey! Peki Danglars’ya ne oldu? Asıl kışkırtıcı ve suçlu oydu değil mi?”
“İspanyol bir bankerin yanında çalışmak üzere Marsilya’dan ayrıldı. İspanya Savaşı’nda Fransız ordusu için bazı malzeme taahhüdüne girişti. Bu yüzden bir servet elde etti. Spekülasyon yaparak bu serveti dört misline çıkardı. Yanında çalıştığı bankerin kızı olan ilk karısı öldükten sonra, sarayda iyi bir mevki sahibi olan dul Madam de Nargonne ile evlendi. Zaten milyonerdi. Bu evlilikten sonra da baron oldu. Şimdi Rue du Mont-Blanc’da bir malikânesi, ahırlarında on atı, altı uşağı ve kim bilir kaç milyonu olan Baron Danglars’dır.”
“Ya Fernand? Hiç tahsili ve parası olmayan Katalanyalı fakir bir balıkçı nasıl olur da bir servet elde eder? Emin olun anlamıyorum.”
“Efendim, İkinci Restorasyondan az önce Fernand askere alınmıştı. Hududa hareket etmek üzere olan bir birliğe sevk edildi. Ligay Savaşı’na katıldı. Savaş gecesi, düşmanla gizli temasta olan bir generalin kapısında nöbetçi idi. Aynı gece general İngilizlere teslim oldu. Fernand’ya da beraber gelmesini teklif etti. Fernand nöbeti bırakarak generalle birlikte gitti.
Eğer Napolyon iktidarda kalsaydı bu hareketinden ötürü Fernand muhakkak harp divanına verilirdi fakat tahta geçen Bourbon’lar için bu hareket takdire layık görüldü. Fransa’ya döndüğü zaman teğmenliğe terfi ettirildi. İspanya Savaşı başladığı zaman yüzbaşı idi. İlk spekülasyonlarına da bu sırada başladı. İspanyol asıllı olduğu için vatandaşlarının hislerini öğrenmek üzere İspanya’ya gönderildi. Orada Danglars’ya rastladı. Çok samimi dost oldular. Fernand ona Fransa’da kraliyetçilerden her türlü yardım sağlayacağı konusunda söz verdi. Sonuç olarak İspanya’daki hizmetlerinden ötürü albaylığa yükseltildi. Legion d’honneur nişanını aldı ve kendisine kontluk verildi.”
“Bak şu kadere!”
“Evet fakat daha bitmedi. İspanya ile olan savaş bitince uzun barış dönemi Fernand’nun meslek hayatını tehlikeye soktu. O sırada Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı başkaldırmış ve bağımsızlık savaşına başlamıştı. Bütün gözler Atina’ya çevrilmişti. Yunanistan’a acımak ve yardım etmek moda idi. Fernand, Fransız ordusundaki rütbesini kaybetmeden Yunanistan’da, Türkler’e karşı savaşmak için müsaade istedi ve bu izni aldı. Bir müddet, sonra Moroert kontunun -bu Fernand’nun sıfatı idi- general rütbesi ve danışman sıfatı ile Ali Paşa’nın hizmetine girdiği öğrenildi. Bildiğiniz gibi Ali Paşa öldürüldü fakat ölmeden önce Fernand’ya büyük bir miras bırakarak onu mükâfatlandırdı. Fernand, Fransa’ya dönünce tuğgeneralliğe terfi ettirildi. Şimdi Paris’te. Rue du Helder 27 numarada şahane bir malikânede yaşıyor.”
Rahip konuşmak için ağzını açtı. Bir an tereddüt etti. Sonra gayret ederek “Ya Mercédés ne oldu?” diye sordu. “Onun kaybolduğunu söylediler bana.”
“Kayıp mı? Evet kayboldu. Tıpkı ertesi gün daha fazla parlamak üzere akşamları kaybolan güneş gibi.”
Rahip alaycı bir gülümseme ile “O da mı zengin oldu yoksa?” diye sordu.
“Mercédés şimdi Fransa’nın en asil kadınlarından biridir. İlk zamanlar Edmond’nun başına gelen felaket yüzünden çok üzgündü. Onun Villefort’ya, Edmond için nasıl yalvardığını, Edmond’nunbabasına nasıl büyük bir yakınlık gösterdiğini size söylemiştim. Bu ızdırabı arasında başka bir üzüntü daha başına geldi. Fernand askere gitti. Onun, Edmond’ya neler yaptığını Mercédés bilmiyordu. Fernand’yu bir kardeş gibi seviyordu. O da gidince büsbütün yalnız kaldı. Üç ay geçti. Ne Edmond’dan ne de Fernand’dan bir haber geldi. Mercédés’in tek gördüğü kimse, her gün biraz daha ölen yaşlı bir adam, yani Edmond’nun babası idi.
Fernand, sırtında teğmen üniforması ile bir gece çıkageldi. Tabii Fernand’nun askere gitmesi Mercédés’in üzüntüsünün asıl sebebi değildi ama eski hayatının bir parçası olduğu için Fernand’yu büyük bir sevinçle karşıladı. Artık yeryüzünde yapayalnız değildi fakat Fernand bu sevinci yanlış anladı. Mercédés’in kendisini sevdiğini sandı.
Anlattığım gibi Edmond’nun babası öldü. İhtiyar adam ölmeseydi Mercédés kimse ile evlenmezdi çünkü onun kendisini sadakatsizlikle itham edeceğinden çekinirdi. Bunu Fernand da biliyordu. Nitekim yaşlı adamın ölümünü haber alır almaz tekrar geldi. İlk gelişinde Mercédés’e olan aşkından bahsetmemişti fakat bu sefer açıldı. Mercédés, kendisine altı ay müsaade etmesini, Edmond’yu altı ay daha bekleyip matem tutacağını söyledi.”
Rahip acı bir gülümseme ile “Haklı kadın.” dedi. “Daha ne kadar beklesin değil mi?”
Sonra İngiliz şairinin sözlerini mırıldandı: “Ey zaaf, kadındır senin adın!”
Caderousse devam etti: “Altı ay sonra da Eglise des Accoules’de evlendiler.”
“Edmond’yla evlenecek olduğu kilisede, değil mi? Değişen tek şey damat olmuş!”
Caderousse devam etti: “Gelgelelim bu evlenme Mercédés’in durumunda hiçbir değişiklik meydana getirmedi. Yine üzgündü. Eğer kalbinin derinliklerine baksaydı hâlâ sevdiğini anlayacağı adamla on sekiz ay önce düğün yemeğini yediği meyhanenin önünde geçerken bayıldı.
Fernand’yu o zaman bir defa gördüm. Mesuttu fakat Edmond’nun her an ortaya çıkması ihtimalinden korkuyordu. Düğünden hemen sonra gittiler. Katalan köyü hem hatıralarla dolu idi hem de birçok tehlikeye gebeydi.”
“Mercédés’i ondan sonra hiç gördünüz mü?”
“Evet. İspanya Savaşı sırasında Perpignan’da gördüm. Fernand, onu orada bırakmıştı. Oğluna ders veriyordu.”
Rahip