bir insan olacak ve kendisine karşı eski saygısını yeniden elde edecekti. Küçük yaştakilere özgü o sebepsiz sevinci şimdi içinde bulurken kâh evin gölgesinde topaç çeviren çocuklara bakıyor kâh içeride her şeyi düzeninde görerek yabancısı olduğu bu Kazak topraklarında ne hoş bir hayat süreceğini düşünüyordu. Gözlerini dağlara, gökyüzüne çevirdiğinde bütün düş ve anılarına hükmeden vakar ve yücelikle dolu bir tabiatın karşısında siniyordu. Yeni başlamakta olan bu hayat, Moskova’dan ayrılırken tasarladığı hayata uymuyordu. Onun bu kadar güzel olabileceğini ummamıştı. Bütün düşüncelerinin, bütün duygularının ekseni ulu dağlardı, hep o dağlardı şimdi.
Tüfeği omuzunda kemerinde birkaç sülün asılı bir ihtiyar avdan dönmekteydi. Topaç çeviren çocuklar oyunu bırakıp ihtiyarı kızdırmak için takılmaya başladılar:
“Eroşka Dayı! Eroşka Dayı! Avucunu yala, avucunu yala!..”
Eroşka kızdığını belli etmeyip cevap yetiştirirken bir yandan da sokağın iki tarafındaki kulübelerin pencerelerini gözetliyordu.
Olenin, bu çapkın yaramazların ihtiyar avcıya karşı davranışlarına bakarak şaştı. Ama daha çok Eroşka Dayı dedikleri bu ihtiyarın zeki ve anlamlı yüzü ile güçlü kuvvetli görünen yapısı dikkatini çekti. İhtiyara seslendi:
“Hey!.. Kazak! Babalık! Şu yana geliver hele!”
Pencereye döndü ve durdu ihtiyar. Saçları dipten kesik olduğundan dazlak görünen başını açarak “Günaydın delikanlım!” dedi.
“Günaydın, yiğidim! Bu çapkınlar senden ne istiyorlar?”
Eroşka Dayı pencereye yaklaştı.
“Ne isteyecekler, kızdırmak istiyorlar beni. Kurt kocayınca köpeklere maskara olmaz mı? Ama ziyanı yok, onların takılması hoşuma gidiyor. Varsın Eroşka Dayı onları eğlendirsin!”
Yaşlı ve saygıdeğer kimselere has bir tonda ve tam bir ahenkle söylüyordu bunları. Sonunda sordu:
“Bu askerlerin başısın sen, öyle değil mi?”
“Hayır, sadece bir Junker’im. Bu sülünleri nerede vurdun?”
“Ormanda vurdum bu tavuğu. Görmek ister misin?”
Arkasını döndü ihtiyar; üç sülün, başlarından kemerine asılmış, sallanıyordu. İhtiyarın ceketi kana bulanmıştı. Yüzünü dönüp söze devam etti:
“Sülün görmedin mi sen? İstersen al, şu bir çifti sana vereyim.”
Ve sülünlerin ikisini pencereden uzatırken sordu:
“Eh, sen? Avcı mısın sen de?”
“Ona ne şüphe, sefer sırasında, dört tane de ben vurduydum.”
“Dört tane ha!.. Fena sayılmaz!..”
Alay eder gibiydi biraz.
Yeniden sordu:
“İçki kullanır mısın? Mesela bir bardak şarap?”
“Neden içmeyecekmişim? Hayır demem buna.”
“Görüyorum ki hovarda bir delikanlısın sen. Biz seninle kunak5 olacağız anlaşılan.”
“Gel, gel hele, bir tek atalım.”
“Fena olmaz, geliyorum. Alsana sülünleri!”
Olenin’den hoşlanmıştı ihtiyar. Yüzünden belliydi. Delikanlı ile birlikte oldukça beleşten şaraba konacağını anlamıştı. Bunun karşılığında sülün feda edilebilirdi.
Eroşka’nın sağlam yapısı, çok geçmeden kulübenin kapısında belirdi. Olenin, ancak o zaman bu dev yapılı ve güçlü kuvvetli adam hakkında bir fikir edinebildi. Kırmızı-esmer bir yüz; beyaz, süpürge gibi bir sakal… Bir sakal, bir yüz ki, çalışmayla geçen ilerlemiş bir yaşın derin izlerini taşıyor. Bacak, kol, omuz adaleleri, ancak delikanlılarda görülecek kadar sağlam ve yuvarlaktı. Kısa kesilmiş saçlarının dibinde derin yara izleri var. Kalın ve adaleli boynu bir boğa gerdanı gibi katmerli. Nasırlı elleri yara bere ve tırmık içinde. Çevik ve rahat bir adımla kapının eşiğini geçti. Tüfeğini bir köşeye bıraktı. Odadaki eşyaya çabuk ve bilgili bir göz attı, ayaklarında sandallar, hiç gürültü çıkarmadan ilerledi. İçeri girmesiyle keskin bir koku yayıldı odaya! Rakı, şarap, toz, kurumuş kandan meydana gelen ve pek de nahoş olmayan bir koku…
Eroşka Dayı, kutsal tasvirlere doğru eğildi sakalını sıvazladı ve Olenin’e yaklaşarak kararmış kocaman elini ona uzattı.
“Koşkildin!”6 dedi. “ ‘Sağlınızı dileriz.’ anlamına gelen bu Tatarca sözün tastamam çevirisi, ‘Barış ve selamet sizinle beraber olsun!’ demektir.”
Olenin elini uzatarak karşılık verdi:
“Koşkildin, evet o demektir bilirim.”
Bu cevaptan hoşnut kalmadı Eroşka Dayı. Başını olumsuz bir işaretle sallayarak “Hayır!..” dedi. “Hiç de bilmiyorsun! Öyle mi cevap verilir? Ahmak, sen de! Sana biri ‘koşkildin’ dediğinde sen ona ‘koşkildin’ değil, ‘Allah razı bozun.’7 diyeceksin. Tanrı seni korusun demektir. Ne sandın babam! Buranın töresi böyle. Ben seni biraz yola getirmeliyim. Sizin Ruslardan biri aramıza girmişti bir vakit. Onunla kunak olduktu. İyi bir çocuktu; sarhoş çapulcu, avcı. Ama ne avcı, bilsen! Onu ben yetiştirdiydim.”
“Peki, bana ne öğreteceksin?”
Olenin, ihtiyara yavaş yavaş değer vermeye başlamıştı.
“Ne mi öğreteceğim? Çoook! Ava götürürüm seni, balık avlamayı öğretirim. Sana Çeçenleri gösteririm. Dilersen sana güzel de bir eş, bir arkadaş bulurum. Benim nasıl bir adam olduğumu gördün ya! Şakayı severim.” Gülmeye başlamıştı ihtiyar. “Yoruldum babam, oturayım. Hadi bakalım, şarap ısmarla şimdi, muhakkak bir erin olacak senin. Var değil mi?” Haykırdı: “Adı da İvan’dır! Burada bütün erlerin adı İvan’dır. Seninki de bu İvanlardan biridir muhakkak, öyle değil mi?”
“Evet, hakkın var. Vaniyuşa! Git ev sahiplerinden biraz şarap isteyiver ve hemen al getir.”
“Vaniyuşa da İvan gibi bir şey. Nasıl oluyor da sizde, bütün erlerin adi İvan oluyor. İvan, oğlum! Söyle de açılmamış fıçıdan versinler. Bunların şarabı köyde birinciliği kazanmıştır. Ama biliyor musun litresine otuz kopekten fazla verme. Kocakarıya bu kadarı yeter de artar bile!” Vaniyuşa’nın çıkması üzerine ihtiyar, saf bir tavırla devam etti: “Söz aramızda, bizim insanlarımız aptaldırlar, on para etmezler! Siz onların gözünde insandan sayılmazsınız. Tatar’dan da betersiniz. Ruslar onlarca, yok edilmesi gereken yaratıklardır. Ama bence, sen, asker ol, er ol, ne olursan ol, yine de bir insansın. Sende de başkaları gibi bir yürek var. Hakkım yok mu Tanrı aşkına, İlya Mosetiç? O dediğim Rus da askerdi ama ne değerli bir adamdı. İşin doğrusu bu değil mi, sen söyle! İşte böyle doğrusunu söylediğim için bizim adamlarımız beni sevmezler. Ama sevmezlerse sevmesinler, umurumda bile değil! Neşeli bir adamım ben, herkesi severim. Eroşka’yım ben, işte o kadar!”
Böyle söylerken ihtiyar, içinden gelen dostça bir taşkınlıkla elini delikanlının omuzuna indirdi.
Vaniyuşa ortalığı yerleştirdikten sonra, takımın berberine tıraş da olmuş, adamakıllı yerleşilip rahat edildiğinin belirtisi olarak çizmelerini de ayağından çıkarmış, keyfine bakıyordu. Çağırılınca geldi. Eroşka’yı meraklı bir hayvan gibi süzerken ona karşı özel bir ilgi göstermiyordu.