Лев Толстой

Kazaklar


Скачать книгу

şişeleri göstererek “İşte bu kadar.” dedi.

      Kadın kızına baktı. “Hadi kızım, git de yeni açılan fıçıdan şarap çıkar.”

      Genç kız, bir sürahi ile anahtarları aldı ve Vaniyuşa’yla birlikte çıktı. Onlar pencerenin önünden geçtiklerinde Olenin ihtiyara sordu:

      “Kim bu kadın, söyler misin?”

      Pencereye abandı ihtiyar. Dirsekleriyle delikanlıyı dürterken gözlerini kırpıştırıp öksürür gibi yaptı.

      “Ha… Hımmm!.. Mariyonuşka, yani Mariyana. Bizim küçük hemşire.” Delikanlıya döndü. “Bakma şakalaşıyoruz.”

      Genç kız, başını çevirmeden, güçlü kollarını sallayarak, Kazak kadınlarına özgü iradeli ve zarif yürüyüşüyle ilerledi. Geçerken kara gözlerini ihtiyara çevirip bakmakla yetindi.

      Eroşka, gözlerini kırpıştırıp yanındakini işaret ederek haykırdı: “Eğer beni seversen mutlu olursun!” Delikanlıya dönerek “Ben kimseye benzemem! Şakalaşmayı çok severim. Ne dersin, bu kız gerçek bir kraliçe değil mi, ha?” dedi.

      “Evet, güzel bir kız, şunu getirsene buraya!”

      “O… Olmaz. Katiyen. Onu Luka’ya verecekler. Mert bir Kazak, tam bir babayiğit! Bir abriyok vurmuş geçenlerde. Ben sana bu kızdan âlâsını bulurum. Öylesini bulurum ki ipeklere bürünmüştür. Sırmalı giysiler kuşanmadıkça sokağa çıkmaz; ben bir şey dedim mi onu olmuş bil: Güzel bir kız bulacağım sana.”

      Olenin heyecanlanarak “İhtiyar, sen ne söylüyorsun! Ama günah değil mi?” dedi.

      “Günah mı? Günah bunun neresinde? Güzel bir kız bulmak günah mıdır? Güzeli sevmek günah mıdır? Sizin memlekette bunlar günah mı sayılır? Hayır oğul bunlar günah değil, tam tersine sevaplı şeylerdir. Seni yaratan Tanrı kızı da yaratmıştır. Her şey Tanrı’dan oğul. Bundan dolayı, bir kıza bakmak günah değildir. Sevilmek ve bize zevk vermek için yaratılmıştır o. Evet, benim düşünceme göre böyledir bu iş delikanlı!”

      Öte yandan, Mariyana avluyu geçip fıçılarla dolu serin bir loş kilere girince alışılmış duasını okuyarak fıçılardan birine yaklaştı ve sifonu daldırdı. Vaniyuşa kilerin kapısında durmuş, gülümseyerek ona bakıyordu. Genç kızın sırtı yapışık, önü kabarık tek bir entariyle duruşu ona pek tuhaf geliyordu. Kendi kendine, Rusya’da böyle bir âdet olmadığını ve orada, iş başında böyle süslü püslü bir kızın ne kadar gülünç olacağını düşündü. İçinden “Kız dediğin böyle olmalı!” dedi. “Ne kadar değişik. Şunu bizim efendiye anlatayım hele.”

      Kız, titizlikle seslendi birdenbire:

      “Hey! Bana bak! Kapının önünde böyle kazık gibi durup karanlık edeceğine şu sürahiyi bana tutsan daha iyi edersin! Aptal mısın, nesin?”

      Sürahi şarapla doldu. Kız, para vermeye davranan uşağın elini iterek “Parayı anama ver!” dedi.

      Vaniyuşa’yı bir gülme almıştı. Biraz yılışarak “Niçin böyle huysuzlanıyorsun güzelim?” dedi.

      Kız, fıçının tıkacını yerleştirirken gülümsedi:

      “Sizler pek mi nezaketlisiniz sanki?”

      “Biz, yani efendim ve ben, iyi çocuklarız. Öyle iyi insanlarız ki oturduğumuz her yerde ev sahiplerimiz bizden çok hoşnut kalmışlardır. Yok yere değil elbette, çünkü soyludur benim efendim.”

      Vaniyuşa, içinden gelen bir inançla söylemişti bunu. Kız, merakla sordu:

      “Senin efendin evli mi?”

      “Hayır, daha pek gençtir bizim efendi ve evli değildir.”

      Sonra bilgiç insanların böbürlenmesiyle ilave etti Vaniyuşa:

      “Hem bizde, soylular hiç de öyle çabuk evlenmezler.”

      “Bak hele!.. Manda gibi şişmiş. Ama evlenmek için pek gençmiş gene de! Ne tuhaf!.. O, hepinizin başı mıdır?”

      “Benim efendim Junker’dir. Yani henüz subay olmamış demektir. Ama öyle olduğuna bakma sen, soylu olduğu için bir generalden, büyük bir mevki sahibinden de önde sayılır. İşte bundan dolayıdır ki onu, sadece alay komutanı değil, çar bile tanır.” Bunu söylerken böbürleniyordu Vaniyuşa. “Biz öyle yalın ayak, başı kabak askerlerden değiliz. Bizim babalık âyandandır. Ona bağlı bin tane köylü vardır ve bize her ay bin ruble gönderir… Çünkü o da bizi çok sever. Ha! Mesela şu yüzbaşının on parası yoktur. Gördün mü bir kere?”

      Kız sözünü keserek “Hadi çık! Kapıyı kapatayım.” dedi.

      Vaniyuşa şarabı getirdiğinde “Lafil ve İrejali.”8 dedi Olenin’e ve hayvani gülüşlerinden birini savurarak çıktı.

      Köy meydanında dönüş borusu çalınmıştı bu arada, tarlalarda çalışan köylüler dönüyorlardı hep. Davarlar, inekler, yaldızlı bir toz içinde, kapılarının önünde sıkışarak böğürüyorlardı. Kadınlar, kızlar, davarları toparlamak için oraya buraya koşuşuyorlardı. Güneş, karlı, uzak tepelerin ardında hepten kaybolmuştu artık. Yere göğe mavimsi bir gölge yayılıyordu. Karanlıkların kapladığı bahçelerin üstünde, durup dururken parlayan yıldızlar boy gösteriyor ve köyün bütün gürültüsü yavaş yavaş diniyordu. Davarlar yerlerine girdikten sonra, kadınlar köşe bucaktan çıkarak gelir, sedirlere yerleşir, ayçiçeği çekirdekleriyle oyalanırlardı. İki ineğiyle mandasını sağmış olan Mariyana gelip topluluğa katıldı.

      Toplulukta birkaç kız, birkaç kadın ve bir de yaşlı bir Kazak yer alıyordu.

      Abriyokun öldürülmesi meselesi konuşuluyordu. Kadınlardan biri “Sanırım ki…” dedi. “büyük bir mükâfat alır; ne dersiniz?”

      “Ona ne şüphe! Ona, büyük bir haçlı nişanı verileceği söyleniyor.”

      “Böyle olduğu hâlde, Mosev onu suçlu çıkarmaya kalkışmış; tüfeğini elinden almış ve bütün Kızılyar’daki memurlar bunu haber almışlar.”

      “Bırak şu Mosev’i canım, o da adam mı!”

      “Lukaşka gelmiş deniyor, aslı var mı?”

      “Yamka’nın meyhanesinde bir arkadaşıyla keyfediyorlar anlattıklarına bakılırsa, okkalık şişeyi yarılamışlar şimdiden.”

      Yamka evlenmemiş, adı kötüye çıkmış bir Kazak kadınıydı. Topluluklardakiler böyle konuşurlarken uzaktan üç kişinin, kafayı bulmuş olarak sallana sallana gelmekte olduklarını gördüler. Biri Lukaşka’ydı bunların.

      Delikanlı, topluluğa yaklaşırken kalpağını ağır ağır çıkardı. Kızların önünde durdu. Yanakları, ensesi kızarmıştı. Ayakta tane tane konuşurken vakarlı ve ölçülü bir aygıra benziyordu; yelesi havaya kalkmış oynarken birdenbire ürküp solumaya başlayan ve dört ayağı üzerinde dikili gibi duran güçlü bir aygır… Lukaşka, böylece sakin ve gururlu, gülen gözleriyle kâh sarhoş arkadaşlarına kâh karşısındaki kızlara, kadınlara bakıyordu.

      Mariyana, kulübenin köşesinden göründüğünde Lukaşka, yine aynı ciddilikle kalpağını çıkardı. Telaşsızca geri çekilerek onun karşısında durumunu takındı. Bacakları az ayrı duruyordu; kalın parmakları belindeki kamanın üzerinde oynuyordu. Mariyana, onun selamına hafifçe baş eğerek karşılık verdi. İlerledi, toprak seddin üstüne oturdu. Koynundan ayçiçeği çekirdekleri çıkarıp atıştırmaya başladı. Lukaşka, gözlerini ondan ayırmıyordu. Mariyana gelince