Italo Svevo

Zeno'nun Bilinci


Скачать книгу

bir faydası olur- merak edip yeleğin düğmelerini saydığımı söyledim. Babam matematik ya da terzilik konusundaki eğilimlerime güldü, parmaklarımın yeleğinin cebinde olduğunu da fark etmedi. Kendi onuruma söyleyebilirim ki artık var olmayan masumiyetime hitap eden o gülüş, beni sonsuza dek çalmaktan alıkoymak için yeterliydi. Demek istediğim… Yine çaldım ama bilmeden. Babam yarı içilmiş Virginia purolarını evin çeşitli yerlerine, masaların, dolapların üzerine bırakırdı. Bu hareketin onları atma yolu olduğunu düşünürdüm ve ayrıca ihtiyar hizmetçimiz Catina’nın da onları kaldırıp attığını sanırdım. İşte bu yüzden o puroları gizli gizli tüttürürdüm. Ancak onları elime alır almaz, bende ne tür bir rahatsızlığa neden olacaklarını çok iyi bildiğim için, bir tiksinti ile titrerdim. Sonra alnım soğuk terlerle kaplanana ve midem bükülene kadar içer dururdum. Çocukluğumda enerjiden yoksun olduğum söylenemez doğrusu.

      Babamın beni bu alışkanlıktan nasıl kurtardığını çok iyi hatırlıyorum. Bir yaz günü, okul gezisinden eve yorgun argın ve terden sırılsıklam hâlde dönmüştüm. Annem hemen soyunmama yardım etmiş ve beni bir bornoza sararak kendisinin dikiş yapmakla meşgul olduğu kanepeye uyumam için yatırmıştı. Uyumak üzereydim ama gözlerime güneş ışığı dolup duruyordu ve bir türlü dalamıyordum. O yaşlarda, büyük bir yorgunluk sonrasındaki dinlenmeye eşlik eden tatlılık açık seçik bir görüntü olarak beliriyor belleğimde, artık var olmayan o sevgili beden de hemen yanı başımda ben, şimdi oradaymışım gibi açık seçik.

      Biz çocukların eskiden oyun oynadığı, şimdilerde ise yerden tasarruf etmek için iki bölüme ayrılmış ferah ve büyük odayı hatırlıyorum. O sahnede erkek kardeşim görünmüyor, bu beni şaşırtıyor çünkü geziye o da katılmış olmalı ve dolayısıyla sonrasında onun da dinleniyor olması gerekirdi. Acaba büyük kanepenin başka bir ucunda da o uyuyor olabilir miydi? Oraya bakıyorum ama bana boş geliyor. Yalnızca kendimi görüyorum, dinlenmenin tatlılığını, annemi ve sonra yankılanan sözcüklerini duyduğum babamı. Eve girmişti, beni hemen göremediği için yüksek sesle seslendi:

      “Maria!”

      Annem hafif bir mırıltı eşliğinde beni gösterdi, ben tüm bilincimle uykunun üzerinde yüzerken o çoktan daldığımı sanıyordu. Babamın beni rahatsız etmemeye çalışması öyle hoşuma gitti ki, yerimden kımıldamadım.

      Babam kısık bir sesle yakındı:

      “Sanırım çıldırıyorum! Yarım saat evvel dolabın üzerine yarım bir puro bıraktığıma neredeyse eminim ama şimdi onu bulamıyorum. Her zamankinden daha kötüyüm, kafam bir şeyleri almıyor.”

      Annem alçak sesle, beni uyandırma korkusu ile engellediği neşesini güç bela bastırarak yanıtladı:

      “İyi de öğle yemeğinden sonra o odaya kimse girmedi.”

      Babam söylendi:

      “Bunu ben de biliyorum, zaten o yüzden delirdiğimi düşünüyorum ya!”

      Döndü ve odadan çıktı.

      Gözlerimi araladım ve anneme baktım. Annem işine geri döndü ama gülümsemeye devam ediyordu. Babamın korkularına gülümsüyordu, onun delirmek üzere olduğuna inandığı yoktu. Bu gülümseme bende öyle bir etki bıraktı ki hiç unutmadım, bir gün karımın dudaklarında onu yeniden bulunca hemen tanıdım.

      Kötü alışkanlığımı tatmin etmemi güçleştiren parasızlık değildi, yasaklar onu körüklüyordu.

      Akla gelebilecek her köşede saklanıp paket paket sigara içtiğimi hatırlıyorum. Peşinden fiziksel bir tiksintinin takip edeceğini çok iyi bildiğim için karanlık bir mahzende yarım saat boyunca kapalı kaldığımı da hatırlıyorum, yanımda kıyafetlerindeki çocuksuluk dışında haklarında pek bir şey hatırlamadığım iki çocuk da vardı. Zihnimde ayaklara kadar uzanan iki çift pantolonları canlanıyordu yalnızca, içlerindeki bedeni zaman ortadan kaldırmıştı. Bir sürü sigaramız vardı ve kısa sürede kimin daha fazla içeceğini görmek istiyorduk. Ben kazandım ve bu garip denemeden kaynaklanan rahatsızlığımı kahramanca gizledim. Sonra güneşe ve temiz havaya çıktık. Sersemlememek için gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Hemen kendime geldim ve zaferimle övündüm. İki küçük adamdan biri bana şöyle dedi:

      “Kaybetmiş olmam umurumda değil çünkü ben, ihtiyacım olan kadar sigara içiyorum.”

      Sağlık üzerine ettiği kelimeleri hatırlıyorum ama o dakikada bana dönen, kuşkusuz pek sağlıklı o suratı hatırlamıyorum.

      O zamanlar sigarayı, tadını ve nikotinin beni içine soktuğu durumu sevip sevmediğimi bilmiyordum. Bunlardan nefret ettiğimi bildiğimde ise durum iyice kötüleşti. Ve bunu yirmi yaşımdayken öğrendim. O sıralar, birkaç hafta ateşin de eşlik ettiği şiddetli bir boğaz ağrısı çekiyordum. Doktor dinlenmeyi ve kesinlikle sigara içmemeyi reçete etti. Bu mutlak kelimeyi hatırlıyorum! Öyle canımı yaktı ki acım ateşle renklendi: Kocaman bir boşluk ve etrafında oluşan muazzam basınca dayanamayacak bir hiçlik.

      Doktor gittiği zaman -annem öleli yıllar oluyordu- ağzında kocaman purosuyla babam bir süre bana arkadaşlık etmek için yanımda kaldı. Giderken elini, yanan alnımın üzerine nazikçe koyduktan sonra bana şöyle dedi:

      “Sigarayı bırak, yoksa karışmam!”

      Büyük bir huzursuzluğa kapıldım. “Bu acıyı çekmemin sebebi buysa bir daha asla sigara içmeyeceğim ama bırakmadan önce son bir tane içeyim.” diye düşündüm. Ateşimin yükselmesine ve her nefeste bademciklerimin bir köze dokunuyorlarmış gibi yanmasına rağmen, son bir sigara yaktım ve kaygılarımın silinip gittiğini hissettim. Tüm sigarayı bir adak adamışım da yerine getiriyormuşum gibi özenle içtim. Hastalığım boyunca hâlâ korkunç derecede acı çekerken bile pek çok kez bunu yapmaya devam ettim. Babam ağzında purosuyla gelip:

      “Aferin oğlum! Birkaç gün daha sigara içmezsen iyileşeceksin!” diyordu.

      Bu cümle, hemen gitsin de bir sigara yakayım diye düşünmeme neden oluyordu. Daha erken gitmesi için uyuyormuş numarası yaptığım da olurdu üstelik.

      Bu hastalık bana rahatsızlıklarımdan ikincisini getirdi: Birinci rahatsızlığımdan kendimi kurtarma çabasını yani. Günlerim sigaralarla ve artık sigara içmeyeceğim diye aldığım kararlar ile doldu taştı, aslında ne yalan söyleyeyim bugün de zaman zaman hâlâ böyle. Yirmi yaşında bu son sigara olacak diye aldığım o kararların yarattığı karmaşa hâlâ sürüyor. Artık şiddetini de kaybetmeye başladı, ihtiyarlanan ruhum zayıflığıma karşı daha büyük bir hoşgörü gösteriyor. Yaşlandığınızda hayata ve getirdiklerine gülüp geçersiniz. Aslında, bir süredir çok sigara içtiğimi söyleyebilirim… Ki bu son olsun diye de niyetlenemiyorum hiç.

      Bir sözlüğün ilk sayfasına, süslü ve güzelce bir yazı ile düştüğüm şu notu buluyorum:

      “Bugün 2 Şubat 1886, hukuk eğitimimi bırakıp kimya bölümüne geçiyorum. Bu son sigaram!”

      Bu çok önemli bir son sigaraydı. Ona eşlik eden tüm umutları da hatırlıyorum. Hayattan çok uzakmış gibi gelen Kilise Hukuku’na sinirlenmiş, bir şişeye indirgenmiş olsa da hayatın kendisi olan bilime koşmuştum. Bu son sigara, tam olarak bir etkinlik, -hatta el işçiliği-dingin, ölçülü ve sert düşünme arzusu anlamına geliyordu.

      İçtenlikle inanmayı başaramadığım karbon kombinasyon zincirinden kaçabilmek için hukuka geri döndüm. Ne fayda! Hata etmiş ve bu hatamı da son sigaram ile birlikte bir kitabın üzerine tarihi ile kaydetmiştim. Bu da önemliydi ve nihayet karbon zincirlerini kırmış senin, benim ve onun hakkının sonu gelmez komplikasyonlarına geri dönmüştüm. El becerilerim de pek eksik olduğundan, kimya için uygun olmadığımı kanıtlamıştım.