Italo Svevo

Zeno'nun Bilinci


Скачать книгу

sigaraya yeniden başlıyorum. Bu kararların bugün ne anlamı var? Goldoni’nin bahsettiği yaşlı doktor gibi hayatım boyunca hasta yaşadıktan sonra sağlıklı ölmek miydi isteğim?

      Bir keresinde öğrenci olarak kaldığım evi değiştirecekken odanın duvarlarını duvar kâğıdıyla kaplatmak zorunda kaldım çünkü her bir köşesini tarihlerle doldurmuştum. Zaten muhtemelen o odayı kararlarımın mezarlığı hâline geldiği için terk ediyordum, orada kalmaya devam ettikçe başka bir karar alamazmışım gibi geliyordu.

      Sigaranın adı, son sigara olduğunda tadı bir başka güzel geliyordu bana. Diğerlerinin de özel bir tadı var ama bu kadar keyifli değiller. Sonuncusu yakında kavuşulacak güçlü ve sağlıklı bir gelecek umudu ile kendine karşı kazandığın zaferin tadına sahip. Diğerlerinin de kendi içlerinde bir önemleri var tabii çünkü onları içerken de özgür hissedersiniz, sağlık dolu gelecek yine ufuktadır, biraz daha ileri itilmiştir o kadar.

      Odamın duvarları, çok çeşitli renklerle ve kimi yağlı boya ile yazılmış tarihlerle kaplanmıştı. En saf inançla alınan karar, bir önceki karara adanmış rengi solduracak kadar güçlü bir renkte kendini bulurdu. Rakamların uyumu açısından kimi tarihler favorimdi. Geçen yüzyıldan hatırladığım bir tarih, bu kötü alışkanlığımı koymak istediğim tabutu sonsuza dek mühürleyecekmiş gibi gelmişti bana: “1899’un dokuzuncu ayının dokuzuncu günü.” Anlamlı değil mi? Yeni başlayan yüzyıl da birbirinden farklı, müzikal tarihler getirdi: “1901’in birinci ayının birinci günü.” Bana öyle geliyor ki bu tarih, tekrar edilebilseydi bugün bile yeni bir hayata başlamak konusunda istekli olurdum.

      Ancak takvimde tarih sıkıntısı yok ya, birazcık hayal gücü ile her bir tarih, iyi bir karara uyum sağlayabilir. Bana karşı konulması imkânsızmış gibi gelen bir tarih hatırlıyorum: “Üçüncü gün, altıncı ay, 1912 yılı, saat yirmi dört.” Her bir sayı, bir öncekini iki katına çıkarıyormuş gibi.

      1913 yılı ise bana bir duraksama yaşattı. Yıla denk gelecek bir on üçüncü ay eksikti. Yine de son sigaranın anlamını arttırmak için bir tarihe bu kadar da uyum sağlamak zorunda olduğunuzu düşünmeyin. En sevdiğim kitapların ya da defterlerin üzerinde fark ettiğim pek çok tarih biçim bozukluğu ile ön plana çıkıyor. Örneğin üçüncü gün, ikinci ay, yıl 1915, saat altı. Düşünüldüğü zaman bu tarihin kendi içinde bir ritmi olduğu görülür çünkü her bir rakam bir öncekini geçersiz kılar. Papa Pius IX’un ölümünden oğlumun doğumuna kadar yaşanmış pek çok olay, o zamanki kesin kararlarla kutlanmaya değermiş gibi geliyordu bana. Ailedeki herkes, mutlu ve hüzünlü yıl dönümlerimizi nasıl olup da bu kadar iyi hatırladığıma şaşar hatta benim nasıl da iyi bir insan olduğumu düşünür.

      Görünüşün tuhaflığını azaltabilmek için son sigara hastalığıma felsefi bir içerik kazandırmaya çalıştım. “Bir daha asla!” diye böbürlenmek pek güzeldir doğrusu. Ama söz tutulursa geriye güzellik kalır mı? Ancak sözünüzü yenilemek zorunda kalırsanız bu güzelliğe yeniden kavuşursunuz. Üstelik zaman bana asla durmayan, oturup düşünmeye imkân vermeyen bir şeymiş gibi gelmez. Bana, yalnızca bana doğru geri döner hep.

      Hastalık bir inançtır ve ben bu inançla doğmuşum. Eğer o zamanlar bir doktora kendimi anlatmak zorunda kalmasaydım, yirmili yaşlarımın büyük çoğunluğunu hatırlamazdım. Söze dökülmüş kelimeleri, dillenmemiş hislerden daha iyi anımsıyoruz, nedenini merak ediyorum.

      O doktora sinir hastalıklarını elektrikle iyileştirdiğini söyledikleri için gitmiştim. Sigarayı bırakmak için gerekli olan gücü elektrikten elde edebileceğimi düşünüyordum.

      Doktorun kocaman bir göbeği vardı, ilk seansta hemen devreye giren elektrikli makinenin tıkırtısına astımlı nefesi eşlik ediyordu, doğrusu hayal kırıklığına uğramıştım çünkü beni muayene ettiği esnada kanımı kirleten zehri hemen keşfeder sanmıştım. Oysa o, beni pek bir sağlıklı bulduğunu bildirdi. Sindirimimden ve kötü uyku düzenimden şikâyet ettiğimde ise midemde asit yetersizliği olduğunu ve peristaltik hareketimin -bu kelimeyi o kadar çok söyledi ki hiç unutmadım- pek canlı olmadığını iddia etti. Yetmezmiş gibi bir de midemi mahveden bir asit verdi, o günden beri asitten muzdarip hâldeyim.

      Kanımdaki nikotini kendi başına asla bulamayacağını anladığımda, ona yardım etmek istedim ve rahatsızlıklarımın sebebinin sigara olabileceğine dair şüphelerimi ifade ettim. Sıkkınlıkla geniş omuzlarını silkti:

      “Peristaltik hareket… Asit… Nikotinin bununla bir ilgisi yok!”

      Elektrik tedavisi yetmiş seansı buldu ve yeterince aldığıma karar vermeseydim, bugüne kadar devam da ederdi. Mucizeler beklemekten ziyade doktorun sigarayı yasaklaması umuduyla o seanslara koştum. Benzer bir yasak ile kararım güçlendirilmiş olsaydı işler kim bilir nasıl sonuçlanacaktı.

      Doktora hastalığımı şu şekilde izah ettim: “Ders çalışamıyorum ve erken yattığım ender zamanlarda bile ilk çanlar çalana kadar uyku girmiyor gözüme. Bu yüzden kimya ve hukuk arasında gidip geliyorum çünkü bu bilimlerin her ikisinin de sabit bir zamanda başlayan bir iş disiplini var, ben ise ne zaman yataktan çıkacağımı bilemiyorum hiç.”

      “Elektrik, her türlü uykusuzluğa iyi gelir.” diyip konuyu kapadı Aesculapius,1 gözleri her zamanki gibi hasta yerine kadrana dönüktü.

      Az çok anlayıp uyguladığım psikanaliz konusunu ona da açtım. Kadınlar karşısındaki çaresizliğimden bahsettim. Biri de çoğu da benim için yeterli değildi. Hepsini arzuluyordum. Sokakta daha da bir heyecanlanıyordum: Yanlarından geçtiğim tüm kadınlar benimdi. Kendimi vahşi bir hayvanmış gibi hissetmeye ihtiyaç duyuyor, kadınlara küstahça gözlerimi dikiyordum. Düşüncelerimde onları yalnızca çizmelerini bırakarak çırılçıplak soyuyor, sonra kollarımda taşıyordum, hepsini iyi tanıdığıma emin olduğumda ise bırakıp gidiyordum.

      Samimiyetim de harcadığım nefes de boşunaydı. Doktor soluk soluğa:

      “Elektrik uygulamaları umarım böylesi bir hastalığı iyi etmez. Tanrı korusun! Böyle bir netice vereceği aklıma gelse bir daha Ruhmkorff’a2 el sürer miyim?” dedi.

      Sonra kendisine pek eğlenceli gelen bir anekdottan bahsetti. Benimle aynı hastalıktan muzdarip biri meşhur bir doktora gitmiş, kendisini iyileştirmesi için yalvarmış, doktor başarılı bir şekilde tedavisini yapmış ama sonra hastası kendisini yakalar da canına okur diye göç etmek zorunda kalmış.

      “Heyecanlanmam iyi bir şey değil.” diye bağırdım. “Damarlarımda dolaşan zehir yüzünden hep!”

      Doktor üzgün bir bakışla mırıldandı:

      “Hiç kimse kendi kaderinden memnun olmaz.”

      Onu ikna edebilmek için kendisinin yapmadığı şeyi yaparak, tüm semptomlarımı not edip hastalığımı araştırdım:

      “Mesele dalgınlığım! Bu aynı zamanda çalışmamı da engelliyor. Graz’da ilk devlet sınavına hazırlanıyordum, son sınava kadar ihtiyaç duyduğum tüm metinleri dikkatlice not ettim. Sınavdan birkaç gün önceye kadar ancak birkaç yıl sonra ihtiyacım olacak şeyleri çalıştığımı fark ettim. Bu yüzden sınavı ertelemek zorunda kaldım. İşin aslı, o kısımları pek çalıştığım söylenemez, bunun nedeni de bana yüzsüz bir cilveden başka bir yakınlık göstermeyen komşu kızıydı. Ne zaman pencereye çıksa gözüm kitapları görmüyordu artık. Böyle davranan birine ahmak denmez de ne denir?”

      Penceredeki kızın ufak, beyaz suratını hatırlıyorum: Bakıra çalan havalı buklelerle çevrili yuvarlakça bir yüzdü. Bu beyazlığı ve kırmızımsı sarılığı yastığıma