bakıcıya benzeyen ancak şık giyimli, genç bir hanım arkamdan gelip kibarca sordu:
“Birini mi arıyorsunuz?”
Güzelce bir kızdı, şu on sigarayı onun yanında tüttürebilsem hiç fena olmazdı. Biraz gergin hâlde gülümsedim:
“Doktor Muli yok mu?”
Gözlerini kocaman açtı:
“Şu an burada değil.”
“Onu nerede bulabileceğimi söyleyebilir misiniz? Evde bir hastam var da…”
Nazikçe doktorun adresini verdi, ben de adresi aklımda tutmak istediğime onu inandırmak için birkaç kez tekrar ettim. Yanından ayrılmak için aceleci davranasım yoktu ama o sıkılarak arkasını döndü. Kendi hapishanemden dışarı atılmış gibi hissettim.
Alt katta bir kadın bana kapıyı açtı. Yanımda tek kuruş yoktu, mırıldandım:
“Bahşişi başka sefer vereyim.”
Geleceği asla bilemeyiz. Hayatımda bazı olayların kendilerini tekrar ettikleri olmuştur, kim bilir belki de bir gün tekrar geçerim buradan.
Gece berrak ve sıcaktı. Özgürlüğün rüzgârını daha iyi hissedebileyim diye şapkamı çıkardım. Yıldızları, sanki biraz önce keşfetmişim gibi hayranlıkla seyrettim. Ertesi gün, sağlıkevinden uzaktayken sigarayı da bırakacaktım. Bu esnada, hâlâ açık olan bir tütüncüden kendime kaliteli sigaralardan aldım çünkü bir tiryaki olarak jübilemi, zavallı Giovanna’nın sigaralarından biriyle yapamazdım. Sigaraları aldığım tezgâhtar, beni tanıdı ve veresiye verdi.
Villama vardığımda, öfkeyle çaldım zili. Önce hizmetçi pencereye çıktı, pek kısa sayılamayacak bir süre sonra da karım göründü. Beklerken kusursuz bir soğuklukla “Görünüşe göre Doktor Muli orada.” diye düşündüm. Ancak karım beni tanıyıp da ıssız sokağı çınlatan içten bir kahkaha patlatınca, şüphelerim silindi gitti.
Evde bazı soruşturmalar yapmak için oyalandım. Maceralarımı ertesi gün anlatacağımı söyledim karıma ama olan biteni az çok tahmin ediyordu zaten. Bana “Neden artık yatmıyorsun?” diye sordu.
Bir özür bularak dedim ki:
“Yokluğumdan faydalanıp gardırobun yerini mi değiştirdin yoksa?”
Gerçek şu ki zaman zaman evdeki eşyaların yerinin değiştiğine inanırım, eşimin onları değiştirdiği de doğrudur ancak o anda her bir köşeyi kolaçan etmemin sebebi başkaydı, Doktor Muli’nin küçük, zarif vücudunu arıyordum.
Bu esnada karım güzel bir haber verdi. Sağlıkevinden dönerken Olivi’nin oğlu ile karşılaşmış, genç Olivi yeni buldukları bir doktorun reçete ettiği ilaçları kullandıktan sonra, babasının çok daha iyileşmiş olduğunu söylemiş karıma.
Uykuya dalmak üzereyken sağlıkevini terk etmekle pekiyi ettiğimi düşündüm, iyileşmek için bolca vaktim vardı nasıl olsa. Yan odada uyuyan oğlum, beni yargılayacak ya da taklit edecek duruma gelmemişti henüz. Telaşa kesinlikle hiç lüzum yoktu.
IV
BABAMIN ÖLÜMÜ
Doktor çekip gitti, doğrusu ben de babamın hayat hikâyesinden bahsetmem gerekir mi emin değilim. Eğer sırf iyileşeyim diye babamı tüm ayrıntılarıyla betimleyecek olursam sonunda iyileşmekten vazgeçerim. Cesaretimi topladım, eğer babamın benim uyguladığım gibi bir tedaviye ihtiyacı olsaydı bile hastalığı benden farklı olurdu. Neticede, zaman kaybetmemek için, onunla ilgili olarak sadece kendi anılarımı canlandırmaya yetecek olanları anlatacağım.
“15.4.1890, saat dört buçuk. Babamın ölümü. US”
Bilmeyenler için söylemeliyim ki bu son üç harfin anlamı United States değil, ultima sigaretta, yani son sigaradır. Bu notaya, anlarım umuduyla başında birkaç saat geçirdiğim ama hiçbir zaman anlamayı beceremediğim Ostwald’ın pozitif felsefe üzerine yazdığı kitabının kapağında rastladım. Belki kimse inanmaz ama biçimsizliğine rağmen, hayatımın en önemli olayını belirtiyor.
Annem, ben henüz on beş yaşımdayken öldü. Öldüğünde onu onurlandırmak için gözyaşı ile eşit değerde olmasa da kimi şiirler yazmıştım, acımda o andan itibaren benim için ciddi bir çalışma hayatının başlaması gerektiği duygusu da vardı. Zaten yalnızca acının varlığı bile daha meşakkatli bir hayatı işaret ediyordu. Sonrasında bugün bile canlı kalmayı başarmış dinî bir duygu, başıma gelen bu felaketi hafifletti ve yumuşattı. Annem benden uzak olsa da varlığını sürdürmeye devam ediyordu, dahası beni bekleyen başarıları görüp de sevinecekti bile. Ne güzel iş! O zamanlardaki hâlimi çok iyi hatırlıyorum. Annemin ölümünün bende uyandırdığı sağlıklı heyecandan ötürü, her şey iyiye gitmeli diye düşünüyordum.
Oysa babamın ölümü gerçek, büyük bir felaketti. Cennet diye bir şey yoktu, kalmamıştı ve ben artık otuzuna varmış bitik bir adamdım. Ben de! Çaresizlik içinde, hayatımın en önemli ve en belirleyici kısmının geride kaldığını ilk kez fark ettim. Ancak yaşadığım acı bu sözlerden anlaşılacağı gibi sırf bencilliğimden kaynaklanmıyordu. Ne münasebet! Gözyaşlarım hem onun için hem de kendim içindi, kendime sırf o öldüğü için ağlıyordum. O zamana kadar sigaradan sigaraya, fakülteden fakülteye dolaşıp durmuştum, yeteneklerime sarsılmaz bir inancım vardı. Belki de hayatımı tatlı kılan bu güven şayet babam ölmeseydi bugüne kadar devam edecekti. O öldü, artık kararlarımın yetişmesi gereken bir yarın kalmamıştı.
Pek çok kez, bunu düşündüğümde, kendime ve geleceğime dair daha önce değil de özellikle babamın ölümü ile umutsuzluğa kapılmış olmam bana çok garip geliyor. Bu son olanların hepsi yakın zamanda geldi başıma, o nedenle korkunç acımı ve talihsizliklerimin her detayını anımsamak için ruh analizci beyefendilerin istediği gibi rüya görmeme gerek yok. Her şeyi gayet iyi hatırlıyorum ama iş anlatmaya gelince hiçbirini doğru düzgün ifade edemiyorum. Babam ölünceye kadar onun için yaşamadım. Kendisine yakınlaşmak için hiçbir çaba sarf etmedim hatta onu gücendirmeden olabildiğince ondan kaçmaya çalıştım. Üniversitede herkes onu, benim taktığım “para babası ihtiyar Silva” lakabı ile tanırdı. Beni ona yakınlaştıran hastalığı oldu ancak ölümcül bir hastalıktı, pek kısa sürdü ve doktor ondan ümidi kesip ölüme terk etti. Ben Trieste’deyken en uzun görüşmemiz, iki saatten fazla sürmezdi. Hiçbir zaman, ağladığım zamanlardaki gibi uzun süre birlikte vakit geçirmemiştik. Keşke ona daha iyi baksaydım da öldükten sonra daha az gözyaşı akıtsaydım! Bu kadar hasta da olmazdım o zaman. Birlikte vakit geçirmemizi zorlaştıran, onunla aramızda kafa yapısı olarak ortak hiçbir şey bulunmamasıydı. Birbirimize bakarken ikimizin yüzünde de aynı şefkat dolu gülümseme belirirdi, bir baba olarak geleceğim için endişelendiğinden onunki biraz daha buruktu, benimki ise hoşgörülüydü, zayıflıklarının kısmen yok olduğuna inanıyordum kimilerini de yaşına bağlıyordum. Benim gücüme -bana kalırsa- ilk güvenmeyen o olmuştu. Kuşkulandığım bir diğer şey ise pek bilimsel olmasa da bana kalırsa bu güvensizliğin sebebi, onun bedeninden kaynaklanmış olmamdı, bu da -bilimsel bir inançla- benim ona olan güvensizliğimi artırıyordu.
Babam, yetenekli bir tüccar olarak ün salmıştı ancak işlerini uzun yıllardır Olivi’nin idame ettirdiğini biliyordum. Ticaretteki beceriksizliği hususunda aramızda bir benzerlik vardı ama başka bir tane daha yoktu. Benim gücü, onun ise zayıflığı simgelediğini söyleyebilirim pekâlâ. Bu defterlerde yazdıklarım bile içimde her zaman iyilik için bir eğilim bulunduğunu gösterir ki belki de bu benim en büyük talihsizliğimdir. Dengeli ve güçlü olmakla ilgili kurduğum tüm hayallerin başka açıklaması olamaz. Babam ise bunların hiçbirini bilmezdi. Kendi yaradılışından