Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cadı


Скачать книгу

kadar sürer; sonrası kırkı, kırk beşi bulur… Bu iki yaş, kadın için asıl ahiret ölümünden önce gelen biri küçük, öbürü büyük iki dünya ölümüdür. Otuzunda bir kadın, artık kadınlık albenisini yitirecek bir çağa girmiş sayılır. Kırk beşinde üreme görevi verimsizleşir… Yine tandırname yazınında bazı sözler vardır: Bir kız için on beşinde gonca güldür açılır; yirmisinde letafeti saçılır; otuzunda tan yerine atılır; kırkında, ellisinde son evreye kadar birtakım şeyler söylerler. Çöküş sınırı olarak bir kadını otuzunda çektikleri bu tan yeri neresidir? Bilmem. Fakat otuz yaşın gökçe soy için pek parlak bir devir olmadığı anlaşılıyor. Yani kadın, bu yaşta, her ne olursa olsun bir kocaya varmış; bir erkeğe mal olmuş bulunmalıdır. Kocada iken bu çağa giren kadınlar her hâlde bu gerileme devrine adım atmış bulunuyorlar ama -erkeklerin de bu iyiliklerini inkâr etmeyelim- ‘vaktiniz geçti’ diye eşlerini tutup pencereden aşağı atmıyorlar; ‘Artık ne bela ise başımıza bir kere gelmiş bulundu!’ diyerek karılarının dertlerini çekip gidiyorlar. Sana ‘Ölümüne bir şey kalmadı.’ dediğim, kadınlığın değerli çağının manevi ölümü içindir. Ulu Tanrı daha çok vakitler yaşatsın. Asıl ecelin için değil… Öyle ya sen şimdi ferah ferah yirmi sekizindesin… Otuzuna, yani tan yerine çekilmene ne kaldı? İki senecik. Artık ondan sonra yüzüne bakan olmaz. Evde kalırsın. Ölmüş kocanı unutursun. Bu acın geçer. Dayı koltuğuna sığınmış olmaktan bıkar, başlı başına bir evin hanımı olmak ister, koca diye hant hant ötmeye başlarsın; ama iş işten geçmiş bulunur. Ben sana ana öğüdü veriyorum yavrum… Baba ekmeği zindan ekmeği, koca ekmeği meydan ekmeği derler. Başında bir çocuğun, yani bir pürüzün var. Evlenme tavını geçirmek senin için akla uygun değildir. Kimi kadınlar, otuz beşe gelir de yirmi sekiz, yirmi dokuzdan yukarı çıkmak istemezler. Orada demir atarlar. O niçin o? Otuz yaşı, kadınlığın ilk ölümü de onun için… Fakat yaş saklamak ne para eder?.. Bu işten çakanlar bir bakışta anlar. Ben otuzumu atladıktan sonra dayın kimi kez gövdemi yoklayıp da ‘Emine, darılma ama otuzu geçtiğin besbelli oluyor… Piliç başka, tavuk başka…’ derdi. Şakaya buluşturup kartlığımı yüzüme vurur, tan yerine çekilmiş olduğumu anlatırdı… Gücüme giderdi ama ne denir?.. Erkektir. Elli yaşına da gelse daima kendini on sekiz, yirmi yaşında bir kız alabilmeye yaradılıştan yetkili görür. Evet altmış yaşındaki erkek otuzundaki kadını kartlıkla suçlar. Ne büyük haksızlık!.. Acaba Âdem babamız cennette Havva anamıza güvey girdiği zaman aralarındaki yaş farkı ne kadarmış? Bunu bilen var mı? Derin bir şeyhe rast gelsem de sorsam.”

      2

      Bulunmaz Bir Tunus Gediği 2

      Fikriye Hanım dört yıl kadar mutlu, tatlı bir evlilik çağı geçirdikten sonra genç, güzel beyinin acıklı bir şekilde birdenbire ölümüyle taze dul kalarak, dayısı Hasan Efendi’nin evine dönmüştü. Zavallı Fikriye, küçük yaşında babasından ve anasından öksüz kalmış olduğu için dayısının evinden başka gidecek bir yeri yoktu. Rahmetli kocası Bedri Bey, varlık adına hemen bir şey bırakmamıştı. Evliliklerinin ürünü olarak yalnız üç yaşında bir kız kalmıştı.

      Yaslı dul kadın, kızı yetim Latife’yi bağrına bastırıp dayısının babaca şefkat ve koruma kanadına sığınarak bir odaya çekildi. Durmayıp gözyaşı döküyor. Kocasının ölümü üzerinden aylar geçtiği hâlde, yaslı gözyaşları bir türlü dinmiyordu.

      Fikriye’nin bu dönüşü, o zamana değin yalnız başına ev hanımlığına alışmış olan yengesi Emine Hanım’ın hiç hoşuna gitmedi. Bu dul yeğenin her ne suretle olursa olsun bir ikinci kısmeti çıkıp da evlerinden bir ayak önce savuşup gitmesi için ne türlü çarelere, yollara el atabilirse hepsine başvurmaktan geri durmuyordu.

      Fikriye Hanım güzel, alımlı, oldukça terbiyeli bir kadındı. Fakat çocuklu bulunması sakıncasından dolayı evlenmeye iştahlı, uygun bir istekli çıkmıyordu. Yenge Emine Hanım, kılavuz kadınlara büyücek paralar adadı. En sonunda bir iki kısmet çıktı. Fakat bunlar da evlenmelerinden, geleceklerinden hayır, geçim umulur kimseler değildi. Kimi ihtiyar kimi sakat kimi züğürt kimi çapkındı.

      Fikriye’nin bu kısmetsizliği, yengesinin çaçaronluğunu dayanılmaz bir dereceye vardırdı. Emine Hanım, kocaya varmanın erdemlerini, pek çok gerektiğini açıklama dırdırına artık hiç ara vermez oldu. Türlü dokundurmalar, simgeler, alt anlamlı cümlelerle her gün, her saat bu yüksünmeyi sezen talihsiz Fikriye’nin zaten dertli, yaralı yüreği bütün bütün kan kusuyor oluyordu.

      Sonra bir gün kılavuz karının biri, telaşla geldi. Fikriye Hanım için yağlı bir parça, bulunmaz bir Tunus gediği çıktığını müjdeledi. Artık sevinçten yenge Emine Hanım’ın etekleri zil çalmaya başladı. Ona göre araştırmaya, incelemeye, sorgu suale kalkışmaksızın hemen Fikriye’nin bohçalarını bağlayıp sandığını, sepetini toplayarak kocasının evine gönderivermek gerekti. Kılavuz kadının uygun görüşü de böyle idi. O da ivedilikten yana idi. Çünkü bu kısmet pek az ele geçen olağanüstü ekstra türden bulunduğundan, nikâh uzarsa ara yere dedikodu karışır, iş bozulurmuş… Bu adamın iştahlısı pek çok, varmak isteyen kadınların sayısı, sınırı yokmuş… Bozmak için yermeleri; akla ve hayale gelmez, yakası açılmadık iftiralar atmaları; birçok şeyler uydurmaları düşünülebilirmiş. Kılavuz kadın, bu ekstra Tunus gediğini şöyle tanımlıyordu:

      “… Bakanlığında, … kaleminin müdürü Naşit Nefi Efendi… Hem şöyle böyle değil… Kelli felli, şanlı şöhretli, bütün yanlarıyla, her yönüyle bir efendi. Yalan kabul etmem. Aylığı dört binden, yaşı da kırktan ziyade… Evcimen, ağırbaşlı, tam karı değeri bilecek çağda bir adam… Dosta kısmet olacak bir parça… Artık buna hiç lam, cim istemez. Söz getirdim. Söz verin götüreyim. İş bitsin vesselam.”

      Fikriye Hanım, kılavuz kadının bu özlü, kısa fakat şüpheli övgülerine karşı derin derin düşünerek:

      “Hanım, bu adam böyle kırk yaşını geçinceye dek hiç evlenmemiş mi? Bekâr mı durmuş?”

      Bu soruya karşı kılavuz kadın, şehadet parmağını, entarisinin yakasından içeriye sokup, gözlerini süze süze gerdanının etrafını tatlı tatlı kaşıyarak:

      “Dur kızım. Vebal istemem. Hepsini anlatacağım… Evlenmemiş değil… Evlenmiş… Kısmet olursa galiba sen üçüncü hanımı olacaksın…”

      Fikriye Hanım haykırarak:

      “Ay ben iki ortak üstüne mi gideceğim? Tanrı’m göstermesin!..”

      “Hanım, lakırtıyı iyi anlamadan bomba gibi ateşlenme öyle… A şimdiki tazelerle lakırtı olmuyor ki… Tanrı’m esirgesin, hepsi farfara… Bu efendinin ilk karısı ölmüş. İkincisini boşamış… İşte şimdi sen üçüncü gideceksin… Bir evin bir hanımı olacaksın… Anladın mı efendim?..”

      “İlk hanımı neden ölmüş?”

      Kılavuz kadın, bir kahkaha salıvererek:

      “Kendisine bakan hekimi bulup da hanımın hangi hastalıktan gittiğini sormayı doğrusu unuttum… Ay üstüme iyilik sağlık; bu da lakırtı mı ya? Seninle evlenmek isteyenler, ilk kocanın hangi hastalıktan öldüğünü soruyorlar mı?”

      Beri yandan yenge Emine Hanım bağırarak:

      Aman Fikriye, kimi kez öyle budalaca sorular sorarsın ki beş yaşındaki çocuk sormaz… Bırak kadını kendi hâline, lakırtısını bitirsin…”

      Fikriye Hanım kızarak:

      “Sormayınca meselenin