Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cadı


Скачать книгу

bir hâl var. Ortada bir şey dönüyor, Fikriye’ye büyük bir oyun oynanıyor ama nedir?

      Yenge Emine Hanım’ın, Fikriye’ye duyurmamak için gelene gidene karşı ettiği sıkı tembihlere, gösterdiği tedbirlere, sakıntılara karşın, sonunda bir gün bu önemli sır patlak verir. Bunun ne olduğunu Fikriye de öğrenir. Tüyleri ürperir, nefesi kesilir…

      Bir gün eve Habibe Hanım adında eski dostlarından eli değnekli, yaşlı bir konuk gelir. Daha kapıdan girer girmez yenge Emine Hanım önüne çıkarak Naşit Nefi Efendi hakkındaki söylentilerin Fikriye Hanım’ın yanında ağıza alınmaması için gerekenleri söylemeye girişir. Fakat konuk hanım, değneğini titrek eliyle ve öfkeyle bir savurarak:

      “Baksana hanım, sen bu eve gelin gelmezden yirmi yıl önce ben bu aileyi tanırım. Yalnız Fikriye değil, hemen hemen onun anası da benim elimde büyüdü gibi bir şeydir. Dostlarımız öldüyse hatırları ölmedi. Ben bugün buraya Allah için birkaç söz söylemeye geldim…”

      Yenge Emine, o saate değin pişirmekte olduğu aşa bir kocakarının soğuk su katmaya kalkıştığını anlayınca öfkeyle:

      “Büyük hanım, bu evin ne kadar büyük ve eski dostu olursanız olunuz, şu saatte burada bir misafirden başka bir şey değilsiniz. Nasıl söylenirse o yolda davranmak üzere içeri kabul olunabilirsiniz… Yoksa!..”

      Kocakarı, arkasına giydiği geniş hırkanın kabarıklığı ile iki omzu ortasında bir kaplumbağaya benzeyen başını yerinme ile sağa sola döndürerek:

      “Sözünü bitir bakayım!.. Yoksa, kapı dışarı öyle mi?”

      “Evet… Ne yazık ki öyle…”

      “Sen bana iyi bak hanım!.. Ben öyle senin gibi şımarık yeni hanımların sözleriyle hareket eden kocakarılardan değilim. Gözünü aç yavrum! Hem sen karşımdan çekil! Fikriye gelsin. Benim sözüm ona… Seninle bir işim yok!”

      “Bu evin hanımı benim… Fikriye’nin burada ‘esamisi’ okunmaz! Sabahleyin bunakça lakırtılar dinlemeye de vaktim yok! Bir gürültü çıkarmadan buradan selametle gidiniz… Haydi bakayım büyük hanım!.. Haydi!..”

      Kocakarı, korkunç bir taşkınlıkla değneğini Emine Hanım’ın suratına doğru savurarak:

      “Çekil karşımdan yelloz!..”

      “Ay bu titrek hâlinle beni mi döveceksin?..”

      “Evet, seni döveceğim! Öteye bile geçeceğim…”

      “Sen bunamışsın hanım… Yanlış yere geldin galiba!.. Burası kavga yeri değil… Pabucu büyüğe3 git de okun…”

      “Tanrı’ya şükürler ben bunamadım… Bu yaşında sen bunamışsın… Ne dediğini bilmiyorsun. Ben yanlış yere gelmedim. Hasan Efendi’nin evine geldim. O kocan olacak herifi elime bir geçirsem önce onu döveceğim! Sana ne kadar yüz vermiş böyle… Dünya değişti: Ayaklar baş, başlar ayak oldu. Şimdiki karılar, kocalarına komuta ediyorlar… Âlemin düzeni, nizamı bozuldu. Sen ıslah eyle Tanrı’m! Ne günlere kaldık!..”

      “Benim kocama karşı olacak davranışım senin ne üstüne vazife!.. Âlemin nizamından, düzeninden sana ne? Bir ayağın çukurda, senin şurada üç günlük ömrün kalmış… Onun bunun dedikodusuna karışacağına Tanrı’dan af dilemekle, ibadetle uğraşmana bak…”

      “Haydi karşımdan çekil kadın! Senin öğütlerine muhtaç değilim… Ölüm, yaşla sırayla değildir. Gençliğine güvenme. Kimin ölüp kimin kalacağını bir Tanrı’m bilir. Onun işine karışılmaz… (Haykırarak) Fikriye, neredesin kızım?.. Gel bu çaçaron yengenin elinden beni kurtar! Sana söyleyecek birkaç önemli sözüm var!”

      Zaten bütün bu sert konuşmayı merdivenin camlı bölmesi arkasından dinleyen Fikriye Hanım, bu çağrı üzerine ortaya çıkar. Yengesinin öfkeli bakışlarına önem vermeyerek gider, saygıyla büyük hanımın elinden öper… Kocakarı da Fikriye’nin alnına bir öpücük kondurarak:

      “Gel yavrum gel… Rahmetli anacığın üç gecedir sıra ile düşlerime giriyor ‘Kızımın başını ateşlere yakıyorlar. Git, kurtar!’ diye yalvarıyor… Seni Naşit Nefi Efendi adında bir adama veriyorlarmış… Söz kesilmiş. Nikâh olmak üzereymiş… Bu adamın kaç karı boşadığını, ne belalı herif olduğunu, ne korkunç geçmişi bulunduğunu biliyor musun?”

      O saate değin kendinden gizlemeye uğraştıkları önemli sırlara artık ermek üzere bulunduğunu anlayan Fikriye, iyiliğini isteyen bu kocakarının karşısında baştan ayağa kulak ve canlı bir dikkat kesilerek:

      “Hayır bilmiyorum…”

      “Bilmiyorsun da öyle ‘netameli’ uğursuz bir herife ne varıyorsun? Başın bacadan mı aştı?..”

      “Ben varmıyorum… Veriyorlar… Dayım, yengem dururken bu konuda bana söz düşmezmiş… Araştırmalar, incelemeler, bütün iyi ve kötü onlara aitmiş…”

      “Bu zamanda bir halayık bile istemediği bir yere satılamaz. Sen varmam diye direndikten sonra zorla nasıl verebilirlermiş bakayım?.. Ben sana duyduğumu olduğu gibi anlatayım da cesaret edebilirsen bu herife var.”

      Bu korkunç kocakarının çenesini tutmanın artık elden gelemeyeceğini büyük bir üzüntüyle gören yenge Emine Hanım, iki elini -işi oluruna bırakırcasına- göğsüne kavuşturarak çaresizlik anlatır bir durumla:

      “Senin açığa vurmana hacet yok, senden önce ben söyleyeyim… Çünkü senin duyduklarını, olduğu gibi, biz de duyduk.

      Fikriye’yi göstererek:

      “Duydunuz da bu zavallıya niçin haber vermiyorsunuz? Bucak bucak her şeyi saklıyorsunuz?”

      “Büyük hanım, inanılacak bir şey değil ki söyleyelim. Bir masaldan, bir hayalden, şunun bunun uydurmasından ibaret boş dedikodular…”

      “Nasıl boş dedikodu?.. Nasıl masal?..”

      “Naşit Nefi Efendi’nin ölen ilk karısı Binnaz Hanım güya cadı olmuşmuş da kocasının aldığı karıları boğmak için gece mezarlıktan çıkar, eve gelirmiş. Söyleyeceğiniz bu değil mi?”

      Kocakarı, Tanrı’ya sığınarak, büyük bir telaşla hırkasının yakasını ısırırken:

      “Öyle ya!..”

      “Bunca gün görmüş koskoca ak saçlı bir hanımsınız. Siz bu uydurma şeye inanıyor musunuz?”

      “Neye inanmayayım?.. Cenaze evde yattığı gece üzerinden kedi mi atlatmışlar? Ne yapmışlar? Zavallı hatun, Tanrı esirgesin işte cadı olmuş…”

      Yenge Emine Hanım, kocakarının bu saflığına karşı biraz yumuşayarak:

      “Hanım nineciğim, şimdi öyle cadıya, hortlağa pek inanan kalmadı… Üzerinden kedi atlatmakla bir ölü cadı oluverse bütün mezarlıklar cadılarla dolar, diriler için artık rahat ve huzur kalmazdı… Sizin gibi iyi yüreklilerin saflığıyla eğlenmek için bazı kötüler, böyle şeyler uydurup arayıcı fişeği gibi ortaya salıveriyorlar. Birçok suçsuzların da felaketlerine sebep oluyorlar. Bizim Fikriye Hanım da sizin gibi saftır. Her işittiği şeye inanıverir de işte onun için, ben bu ciheti kendinden saklamaya uğraştımdı. Biz inceden inceye araştırdık. Naşit Nefi Efendi pek olgun bir adammış. Böyle koca her zaman ele geçmez… Herkesin akılalmaz birtakım uydurma saçmalarına bakıp da bu kısmeti kaçırmayalım. Siz gerçekten ailemizin eski dostuysanız, Fikriye’nin iyiliğini isterseniz bizimle birlikte ona öğüt veriniz de bu adama varsın… Biraz gün görsün, safa sürsün… Haydi buyurunuz. Bir kahve