Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cadı


Скачать книгу

taraflarında bir kocaya daha varmış. Bu Şükriye, Hürmüz’e cadı hakkında pek fena şeyler anlatmış. Dinlerken tüylerim hep diken diken oldu. Bunlar ne masal ne hayalat… Kadın kendi serüvenini hikâye etmiş… Bu, korkunçluğu kadar da tuhafın tuhafı olan hikâyeyi işitince meraktan duramadım. Zaten işim gücüm ne?.. Bir gün Hürmüz’le birlikte kalktık, Taşkasap’a Şükriye’nin evine misafir gittik. Kanı sıcak, fıkır fıkır, lakırtıcı bir taze… Kadın bize izzet, ikram, kıyamet… Parça parça oldu. Nereye oturtacağını bilemedi. ‘İkramı, külfeti bir yana bırak da gel şöyle karşıma otur. Cadıyı anlat… Meraktan helak olacağım yavrum. Çünkü bu Naşit Nefi Efendi, pek sevdiğim bir aileden kız istemiş… Ben buraya olup bitenleri soruşturmaya geldim. Gerçek her ne ise bizden saklama, olduğu gibi söyle.’ dedim. Şükriye Hanım bize cadı ortağını bir bir anlattı. Yetmiş yaşıma girdim kızım, böyle acıklı, tuhaf şey işitmedim. Ben şimdi size ne söylesem mübalağaya yorarsınız. Birlikte geliniz. Sizi oraya, Şükriye Hanım’ın evine götüreyim. Kendi kulağınızla işitiniz. Kılavuz kadınların sözlerine inanmayınız. Naşit Nefi Efendi, ilkinden sonra şimdiye değin tam yedi karı almış… Artık zavallı adama İstanbul içinde hiçbir kadın varmıyormuş… Bu cadı eşinden dolayı pek fena adı çıkmış… Şükriye’nin dediğine göre iyi ahlaklı bir kimse imiş… Böyle uğursuz, belalı bir adamın ahlakı ne kadar güzel olursa olsun para eder mi? Tanrı’m kısmet etmesin, ya eğer bizim Fikriye bu adama varacak olursa dokuzuncu karısı olacak… Sonunda ya boşanacak ya boğulacak… Başka bir hayır beklemeyiniz…”

      Ertesi günü soruşturmak için hep birlikte Taşkasap’a, Şükriye Hanım’a gidilmeye karar verilir…

      4

      Dünyada Neler Olmaz?

      Kocakarı gittikten sonra yenge ile yeğen arasında yine bir kızılca kıyamettir koptu. Fikriye aşırı karamsarlığından, tiksintisinden kendini yüzüstü minderin üzerine atarak haykıra haykıra:

      “Aşk olsun yenge! İnsaniyetine teşekkür ederim! Hakkımdaki şefkatsizliğini biliyordum ama beni bu evden savmak için boğdurmaya gönderecek kadar bir vahşiliği göze aldıracağını düşünemezdim! Çok şükür onu da öğrenerek ne yaradılışta bir kadın olduğunu anladım!”

      “Ah aptal karı ah… Ben senin yararına uğraşıyorum, sen bak aleyhimde ne kötü sanılarda bulunarak kalbi bozuk bir kadın olduğunu ortaya koyuyorsun.”

      “Beni, karısı cadı olmuş bir adama vermek, yararıma çalışmak demek midir?”

      “Böyle masallara inanıyor musun Fikriye?”

      “Niçin inanmayacağım?..”

      “Böyle şeyin aslı olur mu canım?”

      “Aslı olmaz da bu işittiklerinizi benden niçin saklıyordunuz?”

      “İşte böyle beyinsiz bir yaratık olduğunu biliyordum da inanacaksın diye saklıyordum. Düşündüğüm yine geldi çıktı ya…”

      “Yaşlı hatunu dinlemedin mi? Ne büyük bir yürek gücüyle ne derin bir güvenle söylüyordu!”

      “Üzerinden kedi atlarsa ölü cadı olur diyen bir bunağın saçmalarına inanıyorsun da benim akıl ve mantık içindeki sözlerime neye inanmıyorsun, güvenmiyorsun?..”

      “Serüvenin sahibi Şükriye Hanım’ın kişisel tanıklığına ve dosdoğru anlattıklarına ne diyeceksin?..”

      “İşte yarın gidip bu hanımı dinleyeceğiz. Kim bilir bu da ne alık bir karı olmalı ki böyle saçma sapan sebeplerden kocasından ayrılmış…”

      “Yenge, böyle ezbere hüküm vermekle olmaz. Büsbütün asılsız yere de bu söylentiler çıkmaz. Şükriye Hanım neden alık bir kadın olsun? Birkaç dilden okuyup yazmak bildiğini işitmedin mi? Haydi olmazı olur sayarak Şükriye Hanım’ı alık bir kadın kabul edelim. Naşit Nefi Efendi’ye eşlik eden öbür altı yedi kadının hepsi de mi alıktı? Ya boğulana ne diyeceksin?”

      “Fikriye, benim babam ‘tarik-i nazenin’dendi. Beni pek gözü kapalı büyütmedi. Seksen Şükriye Hanım tanıklık etse ölüp gömülen bir kadının mezardan çıkarak ortaklarını boğmaya geldiğine beni inandıramazlar.”

      “Hanım yenge, dünyada herkes ahmak, herkes budala da yalnız sen mi akıllısın? Cin, peri, cadı, hortlak yok mu? Bütün dillerdeki sözlüklere bu kelimeler büsbütün asılsız, anlamsız olarak mı yazılmış?.. Kimi ölülerin ruhları ailelerini, evlerini ziyarete geldiklerini hiç işitmedin mi? Dünyada soyları kesilmiş ruhların cami, tekke kapılarında dolaştıklarını kürsü şeyhleri bar bar bağırarak cemaatlerine anlatmıyorlar mı? Kesikbaş hikâyeleri büsbütün efsane mi? Kimi mezarlıklarda, şehitliklerde, kale, hisar barûlarında kanlı kefeniyle dolaşan şehit ruhlarına ilişkin menkıbeleri hiç dinlemedin mi? Geçenlerde Laleli taraflarında bir evliya ‘Ben burada duvar altında yatmaktan sıkıldım. Duvarı yıktır. Bana bir türbe yaptır. Kandil yaktır…’ diye bir paşanın düşüne girmedi mi?.. Ben pek okumuş bir kadın değilim ama bizim tarihlerimizde böyle yüzlerle rivayetler yok mu? Fetih zamanında Yavedut Hazretleri, mezarından çıkıp da ‘Gâvurcuklarıma dokunmayınız!’ nidasıyla Fatih’in güllelerini eliyle durdurarak kuşatılmış Hristiyanları savunmadı mı? Daha geçenki Yunan savaşında Emir Buhari Hazretleri’nin yeşil sarık ve cübbesiyle savaşa katıldığını komşumuzun oğlu kurmay subayından dinlemedin mi? Daha ne kadar örnek ve kanıt istersin?”

      “Kızım, bu dünya kurulalıdan beri bu konuda söylenen, yazılan şeylerin hepsine karşılık verecek kadar bilgin bir kadın değilim. Böyle şeylere ne senin ne de benim iyiden iyiye aklımız erer. Meseleyi birbirimize açıklayalım derken incelemeksizin inanılması emredilen kimi yönlerde aldırışsız davranarak belki boyumuzca günaha gireriz. Şimdi buraya tarih sayfalarını, Yavedut Hazretleri’ni, Kesikbaş hikâyelerini, şehit ruhlarını falan karıştırma… Anlamak istediğimiz meseleyi bütün bütün bulandırmış olursun… Benim iddiam işte budur: Naşit Nefi Efendi’nin eşi Binnaz Hanım ölür. Ölüm bir belediye doktoru tarafından tasdik edilerek gömülmesine ruhsat verilir. Kalabalık bir cemaat huzurunda aşirler, dualarla gömülür. Bilmem kaç ay veya yıl bütün ölülere özgü bir salt sessizlikle mezarında yatıp çürür. Bu kadar gerçeklerin oluşundan sonra bu kadının birdenbire kocasına gücendiği için mezarından kalkarak ortaklarını boğmaya gitmesi yok mu bin tarih kitabından kanıtlar getirsen işte ben buna inanmam Fikriyeciğim!..”

      “Ben inanırım. Dünyada neler olmaz…”

      “Bu işte her hâlde karanlık kalmış olağanüstü bir tuhaflık var. İşte ben bunu merak ettim. Sen Naşit Nefi Efendi’ye varsan da varmasan da bu noktayı aydınlatmaya uğraşacağım. Yarın Şükriye Hanım’la görüşürüz. Sandığım gibi bu kadın alıkça bir şey olmalı. Bu görüşmede bazı noktaların açıklanmaya elverişli gerçeklerine rastlayacağımızı umuyorum. Türlü dilden okuyup yazan bu bilgiç hanım, bakalım serüven kitabına neler yazmış? Açıp bize okusun. Eğer umduğumuzun tersine hiçbir şey anlayamazsak o zaman dayını, evet bizim efendiyi, geniş bilgi almak için doğrudan doğruya Naşit Nefi Efendi’ye gönderirim… Bakalım Nefi Efendi kendi hakkında dönüp duran bu tuhaf söylentilere karşı ne diyecek? Bu sözleri doğrulayacak mı, yorumlayacak mı yoksa büsbütün ret mi edecek?”

      “Evlenecek bir adamı yine kendinden sormak pek tuhaf olmaz mı?”

      “Ne olursa olsun…”

      5

      Şükriye Hanım’ı Ziyaret

      Ertesi günü büyük hanım değneğini kavrayarak Hasan Efendilerin Süleymaniye civarındaki evine