Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cehennemlik


Скачать книгу

ani coşmaların mahfazasıydı. Orta genişlikte ağzın bir sıraya küçük, beyaz düzgün dişlerini örten ince dudaklar o solgun yüz ile hiç uygun olmayacak surette ilkbahar güneşine karşı parıldayan kirazların yakut gibi gülüşlerini andırırdı. Bu güzellik düzenini bozan organlar bir çift kalkık Çerkez kulağıyla, ucuna doğru incelik ve uygunlukla genişleyen burun kanatlarının şehvetliliği gösterecek şekildeki hafif genişlikleri idi.

      Şemsi, incir çekirdeği doldurmaz küçük sebeplerden kendi için gücenme vesilesi arayan ve kızdığı zamanlar da sözünü pek sakınmayan çabuk parlar bir gençtir. O çok kere birden parlar ve söner. Bazen bu çabuk parlayışlarla hatırlar kırar, delice şiddetlere kalkışır, sonra pişman olur. Hiddetlenince kendini tutmaya karar verir, fakat sinirlerinin oynamasına dayanamayarak, bu kararlarına uyduğu hemen hemen hiç olmamıştır. Neye gücendiğini kimseye anlatmadan haftalarca düşünür.

      İyi bir tahsilden sonra fikirleri ile parlamaya başlayan çalışkanlara, zekilere karşı büyük bir sevgi ve saygı ile duygulanır. Onların meclislerinden, arkadaşlıklarından çok sevinir. Fakat kendinin tahsile pek o kadar merakı yoktur. Zoraki bir âdet olduğu için mektebe gitmiş gelmiş, birkaç imtihanda takla atarak zor zar öğrenimini tamamlayabilmişti.

      Futbol, bisiklet, av, nişancılık gibi sporlara heveskârdır. Vaktini bunlarla geçirmeye imkân olmadığı zamanlarda bezik, poker, tavla oyunlarına dalar. Yalıda Hasan Ferruh Efendi’nin gayet zengin bir kütüphanesi vardır. Bunun kapısını en ufak bir merak fikri ile o kadar vakittir ne Muzaffer açmıştır ne de Şemsi.

      Ahlak ve âdetçe iki genç arasında hemen hiçbir uyarlık yoktur. Muzaffer Sabri’nin kadın peşindeki dolaşmalarına Şemsi hiç katılmamıştır. Şemsi aşka dair duygularını kimseye açmamış, bu hususta pek utangaç ve âdeta gem almaz bir vahşidir. Günden güne renginin daha ziyade solduğuna bakılırsa tek başına ateşini söndürmek için gençler arasında, salgın hâldeki tehlikeli bir düşkünlükle vakit geçirdiği anlaşılır. Kadın deyince o korkar, kaçar. Şimdiye kadar lekesiz kalmış olan gençlik iffetine karşı, bundan büyük bir tehlike kokusu alır.

      Şemsi, spor yapmadığı zamanlarda yalının o ihtişamlı odalarını, o şairane ağaçlık yollarını, ormanlarını bırakarak o semtin en pis bir kahvesinde balıkçı, kayıkçı güruhundan kirli yağlı kimselerle yüzlük paketine tavla, iskambil oynardı.

      Şimdi bu ailenin, anlatılması gereken zavallı bir azası kaldı. O da Hasan Ferruh Efendi’nin kızı Atıfet Hanım’dır.

      Bu kız, babasının ne kadar hastalık ve sakatlıkları var ise sanki onların bir araya gelmesinden meydana gelmiş, cisimleşmiş bir hüzündür. O kadar zayıf, kısa ve ufak tefek yapılıdır ki, yirmisini geçtiği hâlde daha büyümesi beklenen bir çocuk gibi durur. Fakat yüzünde o yaşın körpeliği yerine hüzünlü bir cücelik manzarası vardır. Çünkü otuz yaşına mahsus yüz çizgileri daha şimdiden belirmiştir. Beygir başını andıran dar, uzun, uçuk sarı buğday rengi bir yüz üzerindeki kirpiksiz, sönük bir çift ufak kara göz, ince, fakat ucu aşağı doğru kıvrılarak uzamış gagamsı bir burun, kemikten ibaret çıkık yanaklar, bakanları zavallıya acındıracak kasvetli bir bütünlük meydana getirmişti. Soluk ve bellisiz derecede ince dudaklarla çevrili ağzı o kadar küçüktür ki, ufak bir fındığın geçmesine zor imkân düşünülebilecek bu süzgeç deliğini -tabiatın şu insafsızca unutkanlığını düzeltmek için- insanın iki parmağını sokup biraz daha yırtacağı gelir. Küçük ağız beğenilirse de o gaga burunla uzun çene arasındaki bu belirsiz ağzın öteki yüz uzuvları ile denksizliği görüldükçe insana sıkıntı basar. Atıfet Hanım bu yaradılış eksiğinden dolayı lakırtıyı basık, peltek söyler.

      Zavallı kız, bu gudubetliğine karşı zeki ise de kadınlık hissine kapılarak bu ağırlık veren çirkinliğini süse, tuvalete aşırı derecede bir düşkünlükle tamire uğraşır. Yüzüne neler sürse, kirpikli gözlerini ne kadar tahrillese, seyrek, güdük saçlarını modanın göz aldatacak hangi yeni bir şekline soksa, ne renk ve biçimde elbise giyse yapılmak istenen güzellik, latiflik yerine, zavallıya büsbütün bir çirkinlik basar, en göz alıcı, en ferahlatıcı renkler, kumaşlar üzerinde sanki ağlar, birer yas manzarası alır.

      Süslenme işinde onun yapabileceği en doğru yol kasvetli yüzünü örtecek en koyu renkler, en sade biçimler, güzelliğe yeltendiğini belli etmeyecek en basit saç tanzimleri ise de bu yaşlı yüzün ürküttüğü gençlik emelleri, coşkunlukları hep onun gamlı kalbinde toplanmış olduğundan güzellenmek için burada kaynayan kadınlık heveslerine bir türlü dayanamaz. Hiçbir kadın aynanın karşısında süslenmek düşüncesiyle bunun kadar yorulmamıştır. Odasına saatlerce kapanır. Moda gazetelerini önüne açar. Saçlarını bin türlü düzeltir. Yaraştıramazsa yine bozar. Yüzünü pudranın, düzgünün, allığın bütün dereceleriyle boyar. Yanaklarını, kansız kıkırdak kulaklarını pembeleştirir. Beklediği çekici güzellik yerine yüzüne daha çok bir kartlık, yorgunluk, sevimsizlik gelir.

      “En çirkin bir insan, ayna karşısında mutlaka kendisinin sevilecek bir yerini bulur imiş, bulamasa çatlarmış.” derler. Atıfet Hanım beyhude geçen o çalışma saatlerinden sonra çatlamaz. Fennin sırlarından birini keşfe uğraşan yılmaz zekâlar gibi güzelliğinin sırrının anahtarını bulmaya yine uğraşır, uğraşır.

      Bundaki muvaffakiyetsizliğin verdiği ümitsizlikle yerlere kapanır. Gizli gizli saatlerce ağlayarak çirkinliğinin yasını tutar. Evdeki öteki kadınların parlak güzellikleri kendini bütün bütün kederlendirir. Onlarla yan yana geldiği zaman ortaya çıkan zıtlık levhası onda can yakıcı işkenceler doğurur. Soluk bir kurdele parçası, en çolpa kıyafet, Cazibe ve Mahmure hanımların güzelliklerine başka bir parlaklık verir, hiç zahmet çekmeden ne yapsalar onlara yaraşır. Atıfet onların güzelliklerine gizli olduğu kadar büyük ve öyle can kemirici bir çekememezlikle yanıp durur ki bu ikisinin çiçek çıkarmak gibi bir cilt hastalığı ile güzelliklerinin yok olmasını âdeta bekler durur. Bütün bu içindeki azapların şiddetlenmesinin sebebi Şemsi’ye olan namzetliğidir. Bu delikanlı, kendisine benzeri bulunmayan bir “dünya güzeli” gibi gelir. Ona uygun bir eş olabilmek için en güzel şekilde yüzünün değişmesi yolunda mucizeler bekler. “Ab-ı Hızır, ab-ı hayvan”la afete dönmüş çirkinlerin hikâyelerini dikkatle dinler. Bazı bazı kendini rüyada boylanmış, semirmiş, pembeleşmiş, baştan aşağı değişmiş, göz alıcı bir kız olmuş görür. Uyanır uyanmaz, kalbindeki o sevinç çarpıntısı ile aynaya koşar. Aynanın cilalı yüzünde karşısına, uyku mahmurluğu ile bir çatkınlık peydahlanmış, kürek gibi uzun yüzlü çipil bir kız, yani o eski kendisi çıkar. Bu uyku ile gelen sevincinin arkasından eskisinden fazla bir keder bastırır.

      VII

      GÖRÜLMEMİŞ BİR AŞK CÜRETİ

      Bir yaz günüydü.

      Ferhunde Hanım, kimin için olduğu bilinmeyen son derece bir dikkatle boyanmış, taranmış, pudralanmış, saçlarının rengini açan koyu lacivert elbise giymiş, kabına sığamayan bir genç fıkırdaklığı ile yalının bir penceresinden ötekine koşarak kendini gösterecek erkek arıyordu.

      Uzaktan körpe ve pek güzel göründüğü için yalının önünden geçen kayıklardan bazı zamparalar kürekleri ağırlaştırarak terbiyelerinin ve zevklerinin derecesine göre laf atarak bu melek yüzlüye yanıklıklarını anlatıyorlardı. Ferhunde Hanım, karşı kıyının denizle gök arasındaki yeşil korularını dalgın dalgın seyre kendini vermiş gibi kayıtsız tavrı altında hep bu zevzeklikleri cankulağıyla dinliyordu.

      Bu su caddesi yolcularından esmer bir genç, tutkunca bakışını yalının penceresi üzerinde dinlendirerek ilkin uzun bir ah çekti… Sonra baygın ve yangın bir