Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cehennemlik


Скачать книгу

Lokman’ım. Değil mi mekşuf42 sana dermanım?”

      “Başını dest-i muayeneme uzat.”

      Hasta, başını doktorun titrek ellerine bırakır. Hekim parmaklarının uçları ile yüzü, şakağı, bütün damarları ve sinirleri muayene edip ellerini boynun şahdamarlarından aşağı indirerek:

      “Vah zavallı…”

      “Ne olmuş?”

      “Söylediğim şaşırma hadisesi olmuş.”

      “Çabuk söyle ne var?”

      “Damar ve sinirlerinde sapıtma var.”

      “Aman Rabb’im, ben her işimde doğru yolu tutmuş bir insanım. Sinirlerim nasıl sapıtır?”

      “Korkma. Bu his galat-ı muvakkattir, geçer.”

      “İşin esasını anlatın peder…”

      “Senin anlayacağın, sarsıntı ile başın ziyade sallanmış. Beyninde şiddetli bir zelzele olmuş. Şimdi sinirlere olan tebligatını eskisine göre ters veriyor. Duyguca sağın sol, solun sağ olmuş.”

      “Of bittim. Böyle ne hâl olmuşum? Demek ki ben çarpılmışım? Bu duygu çarpıklığı hastalığı insanı kaç günde öldürür?”

      “Aman bu söz beni güldürür. Bu hadise uzun ömre sebep olur. Çünkü bu duygu çarpıklı eski hâline döndüğü zaman bütün vücudunun iç aletlerinin vazifelerine bir çalışma gelir. Beden çelikleşir.”

      “Aman efendim, oldu aklım zir ü zeber.43 Bu çarpıklık, eski hâle nasıl döner?”

      “Bütün sinirlerinin tellerini kırmalı, sonra saz gibi ahenk etmeli. Söyle nerelerin ağrıyor?”

      “Belim ile kollarım, kalçalarım, uyluklarım, karnım, bağırsaklarım sızım sızım sızlıyor.”

      “At kürkü, çöz uçkuru.

      Çevir bana uskuru.”

      “Böyle bi-ar ü nikâb

      Olmama mâni hicap.”

      “Olma öyle mürai

      Aç diyorum orayı.”

      Doktorun emrine uyarak hasta iç çamaşırlarını çıkarır. Senai Efendi bir avucunu hastanın sırtına, ötekini karnına koyarak:

      “Pek titizsin, hem çok lagar44

      Semirteceğim seni ahar!

      Batna45 bak hayli dolgun,

      İlyeteyn46 de solgun.”

      “Aman yavaş, gıdıklama

      Pek o kadar tırtıklama…”

      “Zarar vermez tabip eli,

      Kıkırdama olma deli

      Daha biraz eğ belini…”

      Hasta eğilir. Doktor başparmağını iki davlumbazı üzerindeki orta bel noktasına şiddetle basınca Ferruh Efendi:

      “Aman… Aman… Aman…”

      “Kımıldama az zaman.”

      “Ne olmuş söyle hemen,

      Zira hâlim pek yaman.”

      “Sagire-i aczin pörsümüş.”

      “Aman dikkat tabibim, daha nerem büzülmüş?”

      “Kuyunuzun çemberi

      Gevşemiş çoktan beri.”

      Doktor parmaklarını bu ince vücut üzerinde aşağı yukarı dolaştırarak:

      “Adale-i hayatiye-i yemin,

      Pek mültehib, ol emin…

      Adale-i muştiye-i yesar,

      O da pâ-zede-i hasar…

      Kebir-i asab var ki işte,

      İşte bir teki…

      Bulamadım nerede?

      Pek büzülmüş öteki.”

      “Can kalmamış bende ki

      Ha sendeki bendeki

      İkisi de pösteki…”

      Doktor muayenesinde devam ederek:

      “İşte iki psoas…”

      “Korkma korkma sıkı bas.”

      “Mütemayil, mütekâsil…

      Mütevakvak hem korkak,

      Neler olmuş, hele bak.”

      “Adale-i sagire-i maile,

      Ters dönmüş tamamiyle.”

      “Aman aman iyi dinle…”

      “Asabeyn-i mukarrebeyn-üt-tarafeyn…

      Şimdi olmuş mütebaideyn.”

      “Çaremi bul aman doktor…”

      “Kımıldama sen uslu dur…”

      “Her iki nısıf küre-i-zahir,

      Kurumuş olmuş tamtakır.”

      “Yumuşat, bu vücudumu sulandır.”

      “Amma ettin sen de ha koca katır!..”

      Doktor, kasıklardan nabız dinleyerek:

      “Nabız-ı mağben mühmel…”

      “Bende maraz tekmil.”

      “Dur, dur, darebanı değişti nabzın,

      Söyle bugünlerde var mı kabzın?”

      “Kâh kabız olurum kâh mülayim.

      Bî-meşreptir, o da bana benzer daim.”

      “Tebrik ederim seni meraklı hasta,

      Giriyorsun şimdi yeni bir fasla…”

      Kasık nabzına bastırarak:

      “Sanki dâhilde iki yavru serçe,

      Durmaz gagalaşırlar sertçe sertçe…”

      “Hâlimde bir fark yok bence.”

      “Muayene buldu hitam.”

      “Aman tedvide devam.”

      “Şimdi gelsin kahve, duhan, enfiye…

      Görülürse görülür iş keyifle…”

      Ferruh Efendi giyindi. Kahveler ısmarlandı. Bu dinlenme bir komik operanın perde arasına benziyordu. Biri hastalıklı, öteki yaşlı bu gerçek aktörlerin ikisi de sahiden istirahate muhtaçtılar. Ferruh Efendi sedire uzandı. Öteki koltuğa yaslandı. Kahveler geldi, sigaralar tellendi.

      Senai Efendi, “Bir tutamcık enfiye, bin şifa verir beyne.” dedi, burun deliklerini doldurdu.

      Bu gülünç muayeneden maksadı hem hastayı eğlendirmek hem de biçarenin kalbini dinleme vesvesesini başka taraflara çevirmekti.

      Ferruh Efendi, bedeninde doktorun afet bulduğu kısımları elleriyle ayrı ayrı yoklayarak düşünüyordu. Farkında olmadan eli yine kalbine gitti. Evet, yaptığı idmanın şiddetiyle yüreği yarım sağ etmişti. Sonunda dedi ki:

      “Müller’in ilk temriniyle kalbim çarpıldı. İkincide galiba bütün bütün kopacakmış. Aman hekim düşündüğün yetişir. Kalbimi eski yerine getir. Kanım damarlardan ters akarsa, nabızlarım böyle çarpık atarsa… Belki maraz kökleşir, belki deva güçleşir. Bak bana, bak a canım, sol olmuş