Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cehennemlik


Скачать книгу

Sonra zatürreye tutulayım değil mi?”

      “Hiçbir şey olmazsınız efendim. Vücut hareket edince şimdi ısınacaksınız efendim.”

      Sobanın ateşi arttırıldıktan sonra efendi kürkü, hırkayı atarak:

      “Vücudun kütüğü neresi? Hangi havuzun üstünde dönecek?”

      Doktor, efendinin bedeninin üst kısmını göstererek:

      “İşte kütük budur.”

      “Peki ya havuz?”

      Âlimyan, uyluklar ve karnın çevrelediği yuvarlak kısmı işaretle:

      “İşte havuz.”

      “Şimdi havuzun musluğu ile savak deliğini bulmak lazım.”

      “Ben öyle laf bilmem.”

      “Alimallah doktor, mücessem bir zarafetsin. A iki gözüm (vücudunun yukarı kısmını göstererek) buna tıbbi Türkçede ‘beden’ yahut ‘cezi’ derler. Buna da ‘havsala’, buna da ‘batn-i esfel’ yahut ‘hasl’ denir. (arkasının iki yarım küresini göstererek) Bunlara da ‘ilyeteyn…’ Daha alt tarafını ister misin? Göstererek sayayım mı?”

      “He say… Birkaç nazik alet daha kaldı ki bunların Arapçalarının ne olduğunu da örgenmiş olurum. Bu dedikleri Türkçedir sanki? (efendinin arkasını göstererek) Buna ‘korniten’ demedense düpedüz ‘kıç’ demesi herhâlde daha münasiptir. Çünkü ‘kornetin’in kıç olduğunu kaç Türk ağnayabilir?”

      “Tıp lisanı avam için değil, havas içindir.”

      “Kimi (kimin) için olursa olsun, şimdi lafı bırakıp ameliyata gelelim. Benim tabiratlarımı bana bağışla. Ben bildiğimden başka türlüsünü diyemem, fikrim karışır. Şimdicik efendim vücut kütüğünüzü havuzunuzun üzerinde sola sağa çevirelim.”

      “Bu araba tekerleği değil… Sağa sola nasıl döner?”

      “Eğer dönmeyecek olsa idi bunu Müller yazar idi hiç?”

      “Belimi çamaşır sıkar gibi burup da sakatlar isen bu canilere yakışır ustalığını gazeteler ile ilan ederim.”

      “İyiliğe kemlik edeceksiniz?”

      Doktor, koltuk altlarından tutarak Ferruh Efendi’nin bedenini sola doğru hafif çevirmeye başlar. Hasta kalıbıyla o tarafa döner.

      Âlimyan hiddetlenerek:

      “Efendi, bacaklarınız yerde mıhlanmış gibi duracak. Yalnız vücudunuzun belden yukarı olan kütüğü dönecek.”

      “Doktor, ‘kütük’ sözüne aldanıp da beni çok hırpalama. Kahve değirmeni değil bu, bir nazik vücuttur. Fırıl fırıl dönmez.”

      “Keşkem bu kadar nazik olmasa…”

      Âlimyan, belden aşağı kısmın istikrarıyla bedeni sola doğru döndürmeye uğraşır.

      Ferruh Efendi, ağrıdan yüzünü buruşturarak:

      “Aman yavaş, vücudum ikiye bölünüyor.”

      “Vücudunuz hareketsizlikten ‘petrifiye’ olmuş kalmış.”

      “Petrifiye nedir? O da bir hastalık mı?”

      “Taş donup kalmak.”

      “Şimdi ben tahaccür31 mü etmişim?”

      “Bu işe taaccübü32 ben etmişim.”

      “Bu vücut artık nerm ü leyyin33 olamaz mı?”

      “Bir ‘pürgatif’ verince mülayim olursunuz.”

      “Madenî değil, nebati müshil olsun.”

      “Yerli olsun, yabani olsun altık orası benim bileceğim iştir. Şimdi bir kerek de sağa çark olalım.”

      Âlimyan, hastanın vücudunu bu defa sağa, fakat birinciden şiddetlice büker.

      Ferruh Efendi haykırır:

      “Aman… Aman, akort edilen kanun kirişleri gibi gerildim!”

      “He evet, işte gerinme-i umumiye olacak.”

      “İnsaf doktor, bütün emam34 kopacak.”

      “Bu egzersizlere birkaç ay devam eder isek vücut kütüğü hezaren çubuğu gibi eğrilir bükülür bir fleksibilite alır.”

      “Doktor artık çevirme, orta yerimden kopuyorum.”

      “O çabuk kopmaz, usta yapısıdır.”

      “Of göbeğimde bir recf-i şedid vuku buldu. Batn-i esfelde sıcak bir akıntı hissediyorum. Galiba mezk-i miai, nezf-i dâhilî var.”

      “Dâhilinizde bir herif var? Bunlar nasıl laflardır?”

      “Istılahat-ı tıbbiye kullanıyorum.”

      “Ben bu ıtılakattan asla bir şey ağnamıyorum.”

      “Bağırsağım koptu, karnımın içine kan akıyor, diyorum.”

      “Sizin tabip efendiler ‘rupture intestinale’ ile ‘hémorrhagie’yi bu biçim ifade ederler? Ben doktorluğu Gülhane’de okuyaydım belki bu lafları ağnar idim. Ben ‘kur’umu (eğitimimi) Pariz’de yapmışım. ‘Karnımda bir herif var.’ deyince bunun ‘emoraji’ olduğunu kefşedemem. Bağırsak denilen şey pambuk ipliği değildir. Mızıka alatlarında görmüyor musun? Ne kıdar çeksen kopmaz. Meraktan size öyle geliyor. İki kolunuzu havaya kaldırıp son derece bir kuvvet ile gerininiz bakalım. Vücut biraz elastikliğini bulsun.”

      Ferruh Efendi, bu kumandaya uyarak kollarını diklemesine havaya kaldırıp bütün beden sinirlerini germek ister. Fakat hemen fena bir baş dönmesi gelerek benzi ölü gibi sararır, gözleri kararır.

      “Ah yetişiniz… Bu herif beni öldürüyor!” diye hemen anlaşılmaz derecede bir zayıf sada ile imdat çağırarak olduğu yere yıkılır. Kendini kaybeder.

      O aralık, tesadüfen, Ferruh Efendi’nin üçüncü hususi hekimi Senai Efendi, her iki koltuğu birer uşakla desteklenmiş olduğu hâlde odadan içeri girer.

      Âlimyan, telaşla paltosunu sırtına, şapkasını başına geçirerek:

      “Hürmetli refikim tastamam da vaktinde teşrif oldunuz. Bir saatten beridir anamdan emdiğim beyaz süt burnumdan kırmızı geldi. Ne türlü laf, ne türlü doktorluk, ne türlü şuaralık bilir isem, efendiyi eğlendirmek için hepsini karşısında pratiğe koydum. Ona uymak için ondan beter sanki ben de bir divane oldum. Nihayet yere devrildi. Sahiden yapıyor yoksa taklit ediyor bilemem. O bayılmayaydı ben mefat oloordum. Altık biçareyi sizin mehramet ve dikkatinize terk ederek ben kaçoorum… Adiyö efendim…” vedasıyla kapıdan çıktı.

      V

      DOKTOR SENAİ EFENDİ

      Ferruh Efendi’nin bu üçüncü doktoru, Mektebi Tıbbiye-i Osmaniye’nin ilk açılış yıllarında diploma ile çıkmış, seksen beş doksan yaşında, akranları yok olmuş bir hekimlik antikasıdır. Keten gibi aklaşmış saç ve sakalı, kulaklarının yarısını örten geniş tablalı koca fesi, nurlu yüzü, topuklarına kadar inen setresi, iri camlı kollu gözlüğü, tasma şeklinde siyah canfesten boyun bağıyla Sultan Mahmud-u Adlî35 zamanı insanlarına mahsus bir müzeden kaçmışa benzer.

      Koltuklarındaki iki uşak, kolay kırılacak bir yük götürür gibi bu yaşlı adamı sarsmadan