Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cehennemlik


Скачать книгу

başı karşısındakilere doğru ve dudakları aralık durduğundan emrini bitirmemiş olduğunu uşaklar anlayarak bekliyorlardı.

      Ve sonra ağır ağır ilave etti:

      “Kahvem mümessek fakat menku değil matbuh olsun.”

      Uşaklar çekildi. Yalnız kalınca:

      “Tabahat de tababet gibi münkariz oldu. Nerede o eski konaklar, evvelki uşaklar, kahvenin eski usul pişirilmesi… Şimdi kahve diye lezzetsiz, kokusuz, kestane suyu gibi kara bir su getirirler.”

      Baygın olan Hasan Ferruh Efendi odanın halısı üzerinde biraz beli bükük ve yüzü yere dönük yatıyordu. Doktorda baygını ayıltmak için telaş görülmedi. O, kahve, tütün, enfiye tiryakisi idi. Bu üç keyif verici şeyin, doksan yıllık yıpranmış sinirleri üzerinde, sıra ile uyandırıcı tesirleri görülmeden onun beynindeki uyuşukluk açılmaz, gözlerinin dumanı gitmez, işitme ve dokunma sinirleri işlemezdi.

      Göz ucuyla baygına baktı ve dudakları şöyle kıpırdadı:

      “Zavallı, baygın değil, yorgun… Merak illeti bu adamı bitiriyor. Kuvvetli bir uyku ilacı verilse bu kadar derin uyumaz. Beniz solgun, nefes alma zayıf, ama muntazam. Kısa bir lisagors37 geçiriyor. Uyusun. Kendini düşünme acısından kurtulup biraz rahat etsin.”

      Senai Efendi yeni tıp kitapları ile meşgul olmaktan adamakıllı vazgeçmiş, bu bilgide Calinos ve İbni Sina zamanına dönmüş bir eski hekimdi. Kütüphanesinde Kitab’ül-istiskaat, Kitab’ün-nabz’ül kebir, Kitab-ü hablet’ül-ber, Kitab-ü fi ara’ül-Bukrat ve Eflatun, Kitab-ü fi merret-üs-sevda, Kitab-üz-zübul, Kitab’ül-tiryak ila mağliyanus, Kitab’ül-kulunç, Kitab’ül-edviyet’ül-kalbiye ve daha bunlar gibi hekimliğin uzun yüzyılların unutulmuş mezarlarında gömülü, bugün işe yaramak değerinden düşmüş, yalnız antikalıkları ile fen müzesini süsleyebilecek eserler bol bol mevcut, fakat yenilerden eser yoktu. Bu eskilere olan fazla bağlılığı ve sevgisi yenilere karşı kalbinde birazcık olsun yumuşamak bilmeyen bir düşmanlık uyandırmıştı. Her yeniden hoşnutsuz idi. Yeniliğe karşı gösterdiği alaylı küçümsemeler, Hasan Ferruh Efendi’nin bedbin ve şikâyetçi felsefesi ile pek uygun bir zimamlık ahengi meydana getirdiğinden birbirlerini severler, buluştukları zaman âleme sövüp saymakla hoşça vakit geçirirlerdi. Efendiden başka kendine hasta nabzını uzatan bir müşterisi yoktu.

      Senai Efendi, hekimlik nazariyelerinden çok güzel hikâyeler bilir bir söz eri, Hasan Ferruh Efendi’nin vezinli ve kafiyeli latifelerine aynı yolda cevap bulmaktan geri kalmaz eski tarzda bir şair hekim idi. Hastası üzerindeki tesiri hekimlik bakımından olmaktan çok ruhi idi. Ferruh Efendi bir çiçekle yaz edemeyen hercai gönüllü bir insan gibi kendi hastalığına bakmayı tek bir doktora bırakmakla kanaat edemediğinden getirttiği öteki doktorların tedavi usulleri ile verdikleri ilaçları kontrol etmeye Senai Efendi’yi tayin etmişti. Ama ne yazık ki efendi, doktorların hepsini dinler ve çok kere de netice olarak kendi bildiğine giderdi.

      Marazdan çok meraka tutulmuş olan bu hasta, dünyanın son gününe kadar yaşayabilmek arzusunun verdiği sıkıntı ile rahatsızdı. Kendi öldüğü gün bu âlemi bütün yaşayanlar yok olmuş, tamtakır bırakmak bencilliği gibi garip bir düşünceye bel bağlamak hatasından kendini alamaz, kendini iyileştirmeye çalışan hekimlerin sağlamlığını çekemez. İster ki sıhhat kaidelerine uymakla nihayetsiz bir hayata malik gibi görünmek gururu ile dinç duran doktorlar hep kendinden evvel gömülsünler.

      Meşhur bir hekimin ölümünü duyduğu zaman yüzünü bir rahatlama ve horlama gülümsemesi kaplayarak, “Oh, oh… Benden evvel gitti… Hâzâ min fadli Rabbi…38 Ölümü kendilerinden ziyade, hastalara mahsus bir şey sayan doktorların ölüm pençesinde ezildiklerini görmek kalbime bin iksirden daha çok şifa ve teselli veriyor. Bir hastanın nabzını ölümü ona kendinden daha yakın görmek küstahlığı ile muayeneye başlayan doktorlar, işte, anlayınız ki ölümün idam hükmü bizim kadar sizin için de olağan bir iştir. ‘Ölmezlik’ ancak Allah’a mahsustur. Hani ya Lokman? Hani ya Sokrat? Bundan bir asır sonra âlim, cahil, hastalıklı, hekim hep birer karanlık çukurda toprağa katılmış olacağız.” avunması ile bir nevi iç açıklığı duyardı.

      Bu yaşlı hekim, Ferruh Efendi’nin yaşça babası yerinde bulunduğu için onu kendinden çok mezara yakın görmesi sevgisine, hürmetine sebep oluyordu.

      Hasan Ferruh Efendi hırkasız, kürksüz, yerde açık saçık bir baygınlık saati geçirmekten doğacak soğuk alma tehlikesini düşünerek hekimin kımıldanmamak tavsiyesini dinlemeden yerinden kalktı. Uşak çağırdı. Üstünü giydi, sedire oturdu.

      Bu merak hastası, bazı son derece zeki olur, bazı da zırdeli kesilirdi. Çok zaman coşkun bir akıllı mı, yoksa zincirsiz bir deli mi olduğunu bilmek güçleşirdi.

      Senai Efendi ise hekimlik kitapları ile zihni karışmış ve zaten bunaklık devresine girmiş, komik ve senli benli huyda bir zat olduğundan hastası ile en buhranlı hastalık zamanında bile kafiyeli görüşürler, muayenenin sual ve cevapları garip bir müşaare39 şeklinde geçer, oda bir tımarhaneye dönerdi.

      O zamana kadar Senai Efendi enfiye ile keyfini adamakıllı getirmişti. Onun için opera başladı:

      Doktor:

      “Aman söyle hazret

      Ne idi o hâlet?

      Yerde bitap yatış

      Ya o baygın bakış?”

      Ferruh Efendi:

      “Hâlimi hiç sorma Lokman

      Öldürdü beni Âlimyan.”

      “Gel aç bana bağrını

      Dinleyim sadrını.”

      “Ah tabib-i canım

      Mürşid-i vicdanım

      Bugün bir ölüm atlattım.”

      “Aman ödümü patlattın.”

      “Senin gibi eski hekimliğin tecrübeli insanının rahat ve sükûn tavsiyesine karşı Âlimyan bana bugün beden talimleri yaptırttı. Âdeta maymun gibi oynattı. Gerin dedi, gerindim. Sıçra dedi, sıçradım. Nihayet baygın yattım. Sinirlerim kopacak gibi gerildi. Kalbim, çarpmaktan delindi zannettim.”

      “Aman ne çocukluk hazret… Yaraşır mı sana bu hiffet…”40

      “Sözün aynı keramet.”

      “Kalp yerinden mi oynadı?”

      “Duydum, hop hop hopladı.”

      “Acaba ‘cardianastrophie’ yani tebdilimekân-ı kalbî41 oldu mu?”

      Hasta korkudan sarararak eliyle göğsünde telaşlı telaşlı kalbinin yerini aradıktan sonra:

      “Eyvah…”

      “Ne var? Allah…”

      “Dediğiniz olmuş. Kalbim eski yerinde değil. Evveli solda çarpardı, şimdi sağ tarafıma geçmiş. Artık işim bitmiş.”

      “Deme hazret.”

      “Vallahi bu hakikat.”

      Senai Efendi oturduğu koltuktan kımıldamaksızın hastayı önüne davet etti:

      “Gel bakayım önüme…”

      Hasta, büyük bir tehlike korkusuyla titreyerek gelir. Göğsünü hekimin kulağına verir.

      Senai Efendi derin derin dinleyerek:

      “Hayır