Hüseyin Rahmi Gürpınar

Cehennemlik


Скачать книгу

şişer biçare karının.”

      “Tuu… Allah layığını versin.”

      “Ben son makam natüralist şuaradanım. Nasıl şuaralığımı beğendin?”

      “Bu bizimkisi şuaralık değil maskaralık… Siz hecagusunuz27 demek?”

      “He evet, Haçik’in oğluyum.”

      “Pederiniz de böyle vadi-i şiirde gevher-nisar bir ter-zeban-ı bi emsal28 miydi?”

      “Hayır mehrum (merhum) tercüman değil idi, Şaşkınzade Hanı’nda odabaşı idi.”

      “El veledi sırr-ı ebihi.”29

      “Belediye sığırı yediyse onun şimdi bu laf arasında ne mefhumu vardır sanki?”

      “Sığırdan, deveden bahseden yok, azizim doktor. Siz sui intikal seyyiesiyle mecra-yı kelamı daima kendi acibe-i idrakinizin sevk ettiği garabet vadilerine düşürüyorsunuz.”

      “Ekselans, bu dedikleriniz de laftır sanki? Bu kıdar (kadar) hır gür arasında ‘sığır’ ile ‘deve’den başkasını ağnayabildiysem Çingene’den de esmer olayım.”

      “Yazık değil mi ki o vech-i ebreş

      Kararıp da ola bî-âr Kıpti-veş.” 30

      “Al sapından vur duvara… Bugün doğru laf etmeyip de böyle tuhafiyeli (kafiyeli) konuşacağız?”

      “Böyle sanih oldu da ben de dedim

      Affet artık işte bir herze yedim.”

      “Herze yiyiniz, zerde yiyiniz, ona bir lafım yok. Fakat bu zavallı Türkçe sizin gibi yüksek bir ‘edukasyon’ (eğitim) almış ağır beyefendilerin, paşaların ağızlarında kuş dili gibi anlaşılmaz bir çalım aloor. Biz Ermeniler Türkçeyi sizlerden daha nazik ve anlaşılır bir letafetle konuşuruz. Geçen günü bir Türk evine viziteye çağrıldım. Hasta ‘disepsi’den vay aman bağırıyor. ‘Diletasyon’ son derecede… Biçarenin midesi imaret kazanı kıdar büyümüş. Kendisine tembihatta bulunmak için ‘Efendim salçalı taamlar, sulusepken şeyler yemeyiniz. Yağda oturmuş yumurtayı asla ağzınıza koymayınız.’ dediysem hasta zat bir gülmedir tutturdu. Sıfatıma bakıp kıvranarak gülüyordu. Açıkta bir tarafım kalmış olmasın deyi üzerimi yokladım. O hâlâ ki güloordu. O günden beri çok düşündüm lafımın ‘ridikül’ tarafı neresindedir acap, hâlâ bulamadım.”

      “Bu lakırtıda bir çürüklük varsa o da yağ içinde calis-i makam-ı nebahat olan beyza-ı vakurda olmalı.”

      “Ekselans, rica ederim Türkçe konuşalım.”

      “Başka lisan konuşmuyorum, zannederim.”

      “Mümeyyiz efendi ahıra girmiş ne yapmış? Ben bundan ne ağnarım?”

      “Ahırdan, ağıldan bahsetmedim. Söz başka vadiye kaçarak uzadı. Gelelim ma nahnü fihimize.”

      “Orası neresi ise işte altık oraya gelelim.”

      “Müller Cenapları’nın idmannamesinde birinci numaralı talimatın tatbikatına başlayacaktık.”

      “Evet öyle idecek idik.”

      Doktor Âlimyan cebinden Fransızca bir kitap çıkarır, birinci idman temrinini açar. Birkaç defa gözlerini kırpıp sivri sakalının ucunu okşadıktan sonra kaba bir söyleyişle başlar:

      “Exercice No: 1

      Extensión générale du corps et des membres et cambrure de la poitrine. Circumduction du tronc sur le bassin vers la gauche et vers la droite.”

      Bu Fransızca ibareyi, oda içine pek fazla gelen gür ve sert bir hatip sesiyle okuduktan sonra acayip bir heybet alarak:

      “Efendi hazretleri bu egzersiz ‘primo’dan bir mefhum ağnayabildiniz?”

      “Hiçbir kelime.”

      “O hâlde elinize kâğıt kalem alınız. Bunun Türkçeye tradüksiyonunu edeyim. Her ne ki der isem kaydediniz.”

      Âlimyan, birinci Fransızca kelimeyi tercümeye başlar:

      “Extension, çekme… Hayır… Çekiştirme… Hayır… Uzanma… Hayır hayır… Uzatma… Hayır ya ne demeli? Vay babasına! Bu Türkçede de hiçbir uygun laf yoktur ki extension’a karşılık edip koyayım?”

      Doktor, taranmış saç ve sakalının düzgünlüğünü tamamıyla bozacak bir sinirlilikle eğrilen parmaklarını oralarda dolaştırarak:

      “Ah, işte nihayet buldum: ‘Germe’ yahut ‘gerinme’… Générale umumi… Corps, vücut… Membres… Of… Bu kelimenin Fransızcada çok manaları vardır. Bunlardan hangisini yaraştırıp da buraya koymalı?”

      Âlimyan her kelimeye hususi bir mana tatbikine uzun uzadıya uğraştıktan sonra nihayet hülasasını heybetli bir muvaffakiyet tavrıyla efendiye şöylece anlatır:

      “Vücut ve azalarının ve göğüs kamburluğunun gerinme-i umumiyesi… Vücut kütüğünün beden havuzu üzerine sağdan ve soldan dayirevi deveran olması.”

      Efendi gülerek:

      “Patlıcan tavası, midye dolması.”

      “Beni ile mehtap edoorsunuz?”

      “Hayır tercümenin letafetine biraz de ben çeşni katmış olmak için âcizane bunları ilave ettim.”

      “Bu ciddi tıp bahsine hiç midye dolması girer?”

      “Ahbar hiç vücudun kütüğü havuzu üzerinde dayirevi döner?”

      “Dönmese Müller bunu yazar idi hiç?”

      “Zannetmem ki Müller böyle ‘enamın’ eydi-i istifadesine çıkaracağı bir kitabı savabı böyle tabirat-i sakime ve cümle-i sakime ile yazmış bulunsun.”

      “Efendi, Müller bu kitaba anasını babasını koymamıştır. Bunlar teknik laflardır. Doktor olanlar ağnarlar.”

      “Doktorcuğum, ‘gerinme-i umumiye’ olur mu? Kaide dışında olan böyle çok büyük hata çekilir yüklerden midir?”

      “Topuğumdan tepemecek hırsa gark oluyorum. ‘Düyun-i umumiye’ olur da ‘gerinme-i umumiye’ niçin olmaz?”

      “Olamaz.”

      “Zira ki ‘düyun-i umumiye’yi en evvel yazan bir Türk’tür. Başka bir milletten biri olaydı buna da olmaz diye bağıracak idiniz. Şimdi şu yaptığım tercümeyi Fransızca beş on laf öğrenmiş bir kâtip efendi edeydi Arapçadan, Farsçadan birçok süslü ‘mo’lar bularak kor idi ve siz de görüncek beğenerek haryan olur idiniz. Fakat orijinale uygun bir şey midir? Bunu asla hatırınıza, fikrinize getirmezsiniz. Bunda bir ayıplık varsa ‘köke’ sözler ile yağnışlıkları örtmektir. Ben ‘motamot tradüksiyon’ yaptım. Müller her ne ki dediyse ondan bir nokta dışarı çıkmadım.”

      “Vücudun kütüğü neresi? Havuzu, şelalesi neresi?”

      “Bunu size ağnatmak uzun derttir. Anatomi dersi vereceğim?”

      “Ben de sana ‘gerinme-i umumiye’ hatasının neden olduğunu anlatmak için elifba-yı Osmaniden başlayacağım?”

      “Pekâlâ efendim, ne siz doktor olacaksınız ne de ben kâtip. Müller kitabında her ne ki demiş ise ben ağnamışım. Şimdicik vücudunuzda bu hareketlerin tatbiklerini edeceğiz.”

      “Fakat