Namık Kemal

Renan Müdafaanamesi ve Kanije Müdafaası


Скачать книгу

bu hayret edilecek bir durumdur fakat sebepleri de meydandadır.

      Bu konudaki görüşümü de belirteyim: Bilindiği üzere Avrupa’da İslam’ın incelenmesiyle uğraşanlar ya Hristiyanlığa inananlar ya da hiçbir dine inanmayanlardır. Hristiyanlığa inananlar, bu incelemenin yapılması esnasında şahsi düşüncelerini konunun dışında tutmamaktadırlar.

      Bizlere göre Hristiyanlık, hükmü kaldırılmış dinlerdendir. Bundan dolayı İslam bilginlerinden biri, Hristiyanlık inancını inceleyecek olursa; hükmü kaldırılmış yanların İslam’a uymayan meselelerini ortaya çıkarabilme konusundaki araştırmasını gayet tarafsız ve sağlıklı bir şekilde yapabilir. Hâlbuki Hristiyanlara göre İslam, ilahi bir din olmadığı için Hristiyan bilginlerinin İslam dini ile ilgili olarak yapacakları incelemeler, ellerine geçen kitaplarda itiraz edebilecekleri konuları aramaktan ibarettir.

      İnanmayanlara gelince, Avrupa’da dinle ilgilenmeyenlerin hemen hemen tamamı, bütün dinlere; insan düşüncesinin en ağır esaret zinciri, aynı zamanda ilmin gelişmesine en güçlü engel gözüyle bakarlar; işte bu fikrin yayılmasından dolayıdır ki onların İslam dini hakkında yaptıkları araştırmalar, papazlar gibi ellerine geçen her kitapta itiraz edebilecek bir şeyler aramaktır.

      Zaten bir dinin ilahi olmadığına hükmetmek o dine duyulan hürmeti ve ciddiyeti ortadan kaldıracağı için zevzeklik ve belki de aslını bozma nazarıyla bakılan bir şeyin mahiyetini tarafsızca araştıracak, uzun uzadıya külfet çekecek, sabır sahibi bir insana kolay kolay rastlanmaz.

      Bunlardan başka, Avrupalıların garip bir inançları vardır ki Bay Renan bu itikadı, makalesinin şu fıkrasında çok güzel özetlemiştir:

      Bir Müslüman çocuğu, on on iki yaşına gelip de dininin emirlerini öğrenmeye başlayınca, o zamana kadar oldukça uyanık iken birdenbire taassup göstermeye başlar ve soyut bir hakikat zannettiği şeye sahip olmaktan dolayı aptalca bir kibirle dolu olarak, esasen başkalarının çok gerisinde bulunan bu hâlden dolayı özel bir imtiyaza sahipmiş gibi kendisini mutlu sayar! Bu mantıksız gurur, İslam’ın en köklü kötülüğüdür.

      Bunlar, İslam’ın, kendisine, diğer dinlerden büyük olduğu nazarıyla baktığını zanneder de meseleyi aksi noktadan ele alıp İslam’ı diğer dinlerden aşağıda görürler. Kanaatlerince böyle küçük bir kavmin inancına önem vermek, lüzumsuz şeylerle uğraşma anlamını taşıyacağı için Doğu’ya ait meselelerle uğraşanların büyük çoğunluğu, İslam dinini de bazı vahşi kabilelerin mezhepleri gibi eğlence olarak araştırırlar.

      Dikkate değer bir başka husus da şudur: Gerek kurallarının zenginliği ve zorluğundan gerek yazı özelliğinden dolayı Doğu dillerinde bir yabancının maharet kazanması en zor işlerden biri olarak kabul edilebilir. Bir dereceye kadar Avrupa’da Osmanlıca bilginlerinden sayılan Hammer, küçültme için kullanıldığı bilinen “gidi” kelimesinin anlamını kavrayamadığından, serhat yiğitlerinin kahramanlık nakaratlarını ifade eden “Yoktur sizinle viremiz, eğrili gidi eğrili.” beytindeki “gidi” sözünü “hirre” manasına gelen “kedi” zannederek kitabında bu şekilde tercüme etmiştir(!)

      Arapçayı çok iyi bilmekle şöhret yapmış olan Renan, bu risalesinde, feylesof kelimesini; Arapların, “f”nin esresi, “y”nin “f”yi uzatması ve “lam”ın sükûnu ile “filsuf” şeklinde okuduklarından bahsediyor! Müslümanların dillerine merak saran Avrupalıların bir kısmı, kendi öğrenemedikleri dilleri, başkalarına öğretmek için kendi kendilerine gramer kitapları yazıyor. Bazı Avrupalılar, bu kitapları okumakla istedikleri her dilde uzmanlaşabileceklerini sanıyorlar.

      Paris’te bulunduğum sırada umuma açık bir Türkçe dersine katıldım. Hocanın anlattıklarından bir kelime bile anlamadım. Şayet arada üç dört Türkçe edat işitmemiş olsaydım, hiç bilmediğim bir dil öğretiliyor zannederek kendimi mazur görürdüm.

      Bundan başka, Avrupalıların İslam’a dair yazdıkları kitaplardaki “yarı âlimliğe” de büyük bir pay ayırmak lazım gelir.

      Sathi bilgiye sahip olan kişilerin, okudukları kitaplarda anlayamadıkları konulara, ne kadar hakikate uygun olursa olsun, gevezelik nazarıyla bakmaları tabii değil midir?

      Şimdi bir Avrupalının, İslam’ın muhtevasını ve özelliklerini tam olarak anlayabilmesi için senelerce derinliğine araştırma yapması gerekir fakat o, bu araştırmayı yapmadan, sathi bilgiyle İslam’a; fikir hürriyetine ve medeniyetin gelişmesine engel gözüyle bakar. Bu kanaatinin neticesi olarak da incelemesini makul olmayan inançların araştırılmasına ayırır. Tesadüf ettiği her meseleye, benzetmek gibi olmasın, sanki Zulu halkının inançlarıyla ilgili bir bilgi elde etmek için sathi bir göz atmayı yeterli görür de devamlı meşgul olduğu dillerin daha kelimelerini bile doğru telaffuz edemez. Bu durumda bir Avrupalının o dinin mahiyeti hakkında yazacağı şeylerin hezeyandan başka bir şey olabilmesi aklen mümkün müdür?

      Şu hakikati de söyleyeyim: Avrupa’da Müslümanların dillerinden bir veya birkaçını gerçekten bilen, öğrenen hiç kimse olmadığı söylenemez fakat bu başarıya haiz olan imtiyaz sahipleri; Doğu’yu bilme ve herkese bildirme iddiasında bulunup da “risale” yazanların, konferans verenlerin çoğu gibi; İslam’ın ilmî gelişmeye tesirlerini, kendini gösterme maksadıyla, böyle kırk sayfalık risalecik çerçevesinde hesaba çekme ve tenkit etme bencilliğine kalkışmaz.

      İşte, Doğu ile uğraşan Avrupalılardan birçoğunun İslam’a dair konuları bilmemelerinin hangi sebeplerden ileri geldiği yukarıdaki açıklamalardan anlaşılmıştır. Bay Renan’nun da İslami meselelerde bu sebeplere yenik düşen, yanlış bilgi ve eksik araştırma sahiplerinden olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

      Gerek Renan ve gerekse çağdaşlarının mahiyetlerini belirtmek için daha fazla söz söylemeye ihtiyaç kalmamıştır kanaatindeyim. Dolayısıyla ben sözü makalenin muhteviyatına getiriyorum.

      Ben, Bay Renan’nun risalesini görmeden önce bu kadar az söze o kadar çok yanlışlığın sığabileceğini ümit etmezdim. Bahsettiğim hataları birer birer sayayım:

      Yazar, milletlerin hüviyetlerinin aynı kalmadığına dair herkesin bildiği gerçeği, yeni bulunmuş bir “felsefe sırrı’’ymış gibi sözünün başına alarak; Arap ilmi, Arap medeniyeti, Arap felsefesi, Arap sanatı, İslami ilimler, İslam medeniyeti tabirlerinde bulunan benzerlik ve karmaşayı kaldırmak istediğinden bahsediyor. Rivayet ettiğine göre bu karmaşa zihinlerde açık olmayan bazı düşünceler meydana getirmekte ve bu düşüncelerse birtakım yanlış fikirlerin ve hatta fiiliyatta bile ağır hataların doğmasına sebep olmaktaymış(!)

      Renan’nun bahsettiği bu tabirlerde hiçbir benzerlik, karmaşa olmadığı herkesçe bilinmektedir. Bununla beraber, yazar; İslam’ın ilmini, medeniyetini, felsefesini, sanatını bütün bütün inkâr edecek düşünceleri ele almak için sadece makalenin başında, tabirlerdeki benzerlikten doğan kavram karmaşası olduğunu ileri sürmekle yetiniyor.

      Bu kavram karmaşasıyla meydana gelen, açık olmayan mütalaaların da birtakım yanlış düşünceler, büyük hatalar doğurduğuna dair bir iddia ileri sürüyor ve bu iddialarına hiçbir delil gösteremiyor. Aslında Renan’nun bu iddialarına delil göstermemesi garip karşılanmasın ki onun tutumundaki Avrupa bilginlerinin bizimle ilgili her sözü, kendilerince her türlü delil ihtiyacından uzak olan açık hakikatlerden sayılır. Bu kişilerden, Doğu’ya dair sözlerine delil istendikçe, “Ben söylüyorum.” cevabını aldığımız hâllere çokça rastlamışızdır.

      Bay Renan, bu mücerret davasının peşinden şöyle bir iddia daha ortaya koyuyor:

      Zamanımızın koşullarına dair biraz bilgi sahibi olan herkes, İslam ülkelerinin