Namık Kemal

Renan Müdafaanamesi ve Kanije Müdafaası


Скачать книгу

Ernest Renan, beşer fikrinin ışığının manevi kudreti bir milletin elinde söneceği zaman, onu alıp yakacak başka bir kavmin peydah olduğundan, Arap âlimlerinin sonuncusu olan İbni Rüşd, Marakeş’te hüzünlü ve terk edilmiş olarak öldüğü sıralarda Abelard’ın incelemelerini yayımlamaya başladığını beyan ediyor.

      Evvela, yukarıda Bay Renan, ilim ve felsefenin “İslam’ın üç asrına” münhasır olduğunu iddia etmişti, şimdi ise İbni Rüşd’ü Müslümanlar arasında filozofların sonuncusu olarak kabul ediyor. Renan’nun Araplarda “felsefenin başlangıcı” olarak kabul edildiğini belirttiği Abbasiler’in ortaya çıkması, hicri 132 yılına tesadüf etmektedir; İbni Rüşd ise bir rivayette 595, bir başka rivayette 603 yılında vefat etmiştir. Acaba, makale sahibinin hesabınca 132 yılıyla 595 veya 603 yılı arasındaki süre yalnız üç asırdan mı ibarettir?

      İkinci olarak, İbni Rüşd’ün, terk edilmiş ve hüzünlü bir şekilde vefat ettiğinden bahseden Bay Renan, acaba, velisinin izni olmaksızın bir kız ile evlendiği için erkekliğinden mahrum edilmiş, ilmî ve felsefi çalışmalarından dolayı ölünceye kadar eziyet ve işkenceden kurtulamamış olan Abelard’ın sevinç ve ikbal içinde öldüğünden mi bahsedecek!

      Makale sahibinin İbni Rüşd hakkında verdiği bilgide şöyle bir tarih yanlışlığı da vardır: Vakıa, İbni Rüşd bir müddet Marakeş’te hüzünlü ve terk edilmiş olarak kalmıştır fakat öldüğü zaman hem yüksek bir görevdeydi hem de büyük servete sahipti.

      Bay Ernest Renan, felsefenin Müslümanlar arasında daima hor görüldüğünü ve miladi 1200 yılından sonra İslam ülkelerinde bütün bütün kaldırıldığını; tarihçiler ve her ilimden bahseden yazarlar, bir vakitler felsefenin varlığından bahsetmişlerse de “Kaybolmuş bir kötülük.” şeklinde bahsettiklerini iddia etmekten çekinmiyor!

      İbni Sina ile İbni Rüşd, Arap13 filozoflarının en büyüklerindendir. Birincisi iki İslam devletinde vezir-i azamlık, ikincisi keza iki İslam devletinde kadılar kadısı payelerine nail olmuşlardı. Bu hakikat İslam nazarında felsefenin hor görüldüğünü mü yoksa değerli ve yüce tutulduğunu mu göstermektedir?

      Miladi 1453 yılında İstanbul’u fetheden cennetmekân Gazi Sultan Mehmed Han’ın, Fatih Camisi külliyesinde yaptırdığı tıp medreseleri ortada duruyor; aslında ona da lüzum yok: Bugün camilerin her birinde felsefe kitaplarının okutulmakta olduğunu gözümüzle görüp duruyoruz. Bir ilmin, ibadethanelerde okutulmasına kadar cevaz verilmesi, o ilmin bir ülkeden kaldırılması mı demektir?

      Şimdi, İslam ülkelerinde okutulan felsefenin Avrupa’da rağbette olan felsefe olmadığı bir tenkit sebebi sayılmasın. Renan’nun Müslümanlar arasında kaldırıldığını iddia etttiği felsefe, Arap’tan miras alınan ve şimdi elimizde bulunan felsefedir. Felsefeden “Kaybolmuş bir kötülük.” şeklinde bahseden tarihçiler, yazarlar kimlerdir? Bunu Bay Ernest Renan’ya sorarsak bilinen ve hatırı sayılır bir isim veremeyeceğinden eminiz.

      Makale sahibi der ki: El yazısı ile kaleme alınmış felsefe kitapları parçalandığı için az bulunur olmuştu; astronomi ilminin ise sadece kıbleyi tayin edecek kadar öğrenilmesine izin verilmişti.

      Acaba bu zat, Doğu’da müşrik Tatarlar, Batı’da haçlı bağnazlar tarafından yakılan milyonlarca kitabın kaybolmasını da İslam’ın etkisine mi yüklemek ister? Bay Renan, astronominin öğrenilmesine müsaade edilmesini yalnız kıblenin tayinine hasretse de hiç olmazsa “namaz vakitleri”ni öğrenmek için güneşin ve diğer yıldızların ufuktan ne derece yüksekte bulunduklarını bilmenin de İslam’da yasak olmadığını söyleseydi, hakkımızda bir mertlik göstermiş olurdu!

      Hicri 823 (miladi 1420) yılında Uluğ Bey’in, Semerkand’da yapılmasına teşebbüs ettiği “Rasathane”de otuz sene çalışarak “Uluğ Bey Zîc”i14 meydana getiren ilim adamları, acaba Müslüman değil miydiler? Kanuni Sultan Süleyman döneminde bir taraftan İspanya ve diğer taraftan Hint sahillerine giden Osmanlı donanmasını, astronomiye dair sadece kıble tayin edecek kadar bilgisi olanlar mı sevk etmişlerdi?

      Voltaire, İsveç Kralı XII. Charles’ın dönemine dair yazdığı eserde, Rusların o zamanki cahilliklerini tasvir ederken şöyle bir fıkracık nakleder:

      Uzun zaman olmamıştır ki güneşin tutulacağını haber verdiği için İran sefirinin kâtibini Moskova’da ahali yapmak istemişlerdi.

      Acaba Bay Renan’nun kanaatine göre, Moskova halkını astronomi bilen bir adamın etrafına sevk eden yine İslam mıydı? Her gün göz önünde duran yüz bin delile karşı, İslam ülkelerinde astronomi öğretimine müsaade edilmediğinden bahsetmek, yıldızların varlığını inkâr etmek kabilinden değil midir?

      Makale sahibi kendi özel keşiflerine devam ederek; O zamandan sonra, İbni Haldun gibi istisnalardan başka, Müsiümanlar arasında geniş fikir sahibi adam çıkmamış ve İslam, ilim ve felseyeyi mahvetmiştir. şeklindeki bencil iddiasını ileri sürmeye cesaret etmiştir.

      İbni Haldun’un çağdaşı olan Sadeddinleri, Seyyidleri ve onlardan sonra gelenlerin isimlerinin sayılması büyük bir kitabın yazılmasını gerektirecek İslam büyüklerini, Bay Renan nereden bilsin de böyle cahilce bir söz söylemesin?

      Yukarıda da söylemiştim, Renan’nun her sözü doğru olsa dünyada Müslümanlardan hiç kimse ilim ve felsefe ile uğraşmamış bulunsa yine de bundan İslam’ın ilim ve felsefeye engel olduğu türünden yeni bir mantık icat edilmedikçe ispatlamak mümkün değildir. Gerek ilim ve gerekse hikmetin üstünlüğüne dair ve bunların tahsilini emreden bunca ayet ve hadis meydanda durmaktadır.

      Bay Renan, biraz insaf etse şunu itirafa mecbur olur: Kurtuba’nın, Gırnata’nın, Bağdat’ın, Semerkand’ın ve daha bunlar gibi yüzlerce İslam şehrinin yüz binlerce ebedîleşmiş kitabı ile binlerce âlimini ateş içinde, at ayakları altında mahveden haçlılar, Tatarlar; İslam dinine mensup değildiler!

      Vahşi kavimlerin istilasından sonra Avrupalılar da asırlarca kör bir cehalet içinde kalmışlardı. O zamanlar Batı ülkelerindeki ilim ve felsefeyi mahveden Gotlar, Hunlar, Avarlar değildi de Hristiyanlık mıydı? Hristiyanlık idiyse niçin İslam’da mevcut olan ilim ve hikmeti mahvolma derecesine getiren Hristiyanlar, Tatarlar olmuyor da İslam oluyor?

      Bay Renan, tarihin en önemli meselelerinden biri konusunda bu kadar ciddiyetsiz düşünülmüş bir konferans vermekten ne kazanır bilemem fakat araştırıcılar nazarında Doğu ahvalini iyi bildiği şeklindeki şöhretinin belki yüzde doksanını kaybetmiş olacağından eminim.

      Voltaire, Hristiyanlığın en büyük düşmanlarından olduğu hâlde menfaat şevkiyle papaya çatma merakına düşmüş ve gayesine ulaşma aracı olarak da “Muhammed” adında bir tiyatro meydana getirmiş ve bu tiyatroda Voltaire, İslam’ın gerek tarihini gerek ahlakını bütün bütün bozmakla beraber, Arapçaya “pe” harfini dâhil edecek kadar cahillik göstererek kendini âlemin maskarası yapmıştır. Bilmem, Bay Renan’nun da çatacak bir yeri, hallolacak bir gayesi mi vardır ki kırk sayfalık bir makaleye binlerce yalan sığdırmaya uzun uzadıya gayret sarf etmiş! Bilindiği gibi karşılıksız olarak bu kadar gevezelik yapılmaz…

      Bay Renan bu nakillerden sonra, birdenbire insaf yoluna girer gibi görünerek Araplara atfedilen ilmin tesirlerini azaltmak istemediğini söyler de yine kendisi için lüzumlu saydığı gidişine fikir atfederek Araplara isnat olunan bu maarifin Araplarla ilgisinin yalnız dilden ibaret olacağını; İbni Sina gibi İbni Rüşd gibi kişilerin Araplığının, Bacon’ın, Spinoza’nın Latinliği kabilinden bulunduğunu açıklar.

      Bir milletin büyük ve güçlü döneminde isterse o milletten