Sadık Hidayet

Aylak Köpek


Скачать книгу

batımına yakın iki kez sahibinin: “Pat, Pat!..” diyen sesini işitti. Acaba gerçekten onun sesi miydi yoksa onun sesinin yansıması mı kulağına gelmişti?

      Kendisini onlara karşı borçlu gördüğü bütün taahhütleri ve görevlerini hatırlaması gibi, her ne kadar sahibinin sesi onun üzerinde değişik bir etki bıraksa da üstün güç, dış dünyasında onu dişi köpekle olmaya zorlamıştı. Bir nevi, kulaklarının dış dünyadaki seslere karşı ağırlaşıp, sağır olduğunu hissetti. Hisleri şiddetli bir şekilde uyanmış, dişi köpeğin keskin ve kuvvetli kokusu başını döndürmüştü.

      Bütün kasları, bütün bedeni ve hisleri ona itaat etmeyi bırakmıştı, kontrolünü kaybetmiş gibiydi. Ancak çok uzun sürmedi, odun ve kürek sapıyla ona vurmaya geldiler ve su yolundan onu çıkardılar.

      Pat, ağır ve yorgun ama hafif ve rahat, kendine gelir gelmez sahibini aramaya gitti. Birkaç sokak geride kendisinden hafif bir koku kalmıştı. Her şeyi inceledi, belirli aralıklarla işaretler bıraktı ve köyün dışındaki harabelere kadar gitti, tekrar geri döndü çünkü Pat, sahibinin meydana geri döndüğünü anladı ancak oradan sahibinin zayıf kokusu diğer kokuların içinde kayboluyordu, acaba sahibi gitmişti ve onu unutmuş muydu? Izdırap ve yumuşak bir panik hissetti. Pat nasıl olur da sahipsiz kalırdı! Tanrısı olmadan nasıl yaşardı, çünkü sahibi onun için tanrı hükmündeydi ancak aynı zamanda sahibinin onu aramaya geleceğinden de emindi. Caddelerde ürkekçe koşmaya başladı. Çabaları boşaydı.Sonunda gece yorgun argın meydana geri döndü, sahibinden hiçbir iz yoktu. Köyde birkaç tur daha attı, su yolunun sonunda dişi köpek vardı fakat su yolunun önüne taş döşemişlerdi. Pat, bahçeye girmeyi umarak ayrı bir telaşla patileriyle yeri kazdı ancak mümkün değildi. Hayal kırıklığına uğradıktan sonra olduğu yerde şekerleme yaptı.

      Gece yarısı Pat, kendi inlemeleriyle uykusunda sıçradı. Korkarak ayağa kalktı, birkaç sokakta dolaştı, duvarları kokladı ve derbeder bir hâlde sokaklarda gezindi. Sonunda şiddetli bir açlık hissetti. Meydana varınca burnuna türlü türlü yiyecek kokuları geldi: Geceden kalma et kokusu, taze ekmek ve yoğurt kokusu hepsi birbirine karışmıştı fakat o aynı zamanda suçlu olduğunu ve başkalarının mülküne girdiğini hissediyordu, sahibine benzeyen bu insanlardan dilenmesi gerekiyordu ve eğer onu kovacak başka bir arkadaş ortaya çıkmazsa yavaş yavaş buranın hâkimiyetini ele geçirmeliydi ve belki de yiyeceklere sahip olan yaratıklardan biri ona bakardı.

      Dikkatli, ürkek ve titrek bir şekilde yeni açılan ve havaya taze pişmiş hamur kokusunun yayıldığı bir fırıncı dükkânının önüne gitti. Koltuk altına ekmeği sıkıştıran birisi ona: “Gel… gel!” dedi. Sesi ona ne kadar da yabancı gelmişti! Ve önüne bir ekmek parçası attı. Pat da biraz kararsızlıktan sonra ekmeği yedi ve kuyruğunu ona salladı. O kişi, ekmeği dükkân tezgâhına koydu, korku ve dikkatle Pat’ın başını okşadı. Sonra her iki eliyle tasmasını açtı. Ne kadar da rahatladı! Bütün sorumlulukları ve görevlerini omzundan almışlar gibiydi. Fakat kuyruğunu tekrar sallayıp dükkân sahibinin yanına gidince alnına sert bir tekme yedi ve inleyerek uzaklaştı. Dükkân sahibi gitti dikkatle elini suyun kenarına koydu. Dükkânın önünde asılı duran tasmasını anca tanıdı.

      Pat o günden beri, tekme, taş ve çomak darbesinden başka bu insanlardan hiçbir yardım görmemişti. Sanki hepsi onun kan davalısıydı da ona işkence etmekten zevk alıyor gibiydiler!

      Pat ne kendisinin tanıdığı ne de birinin onun hisleri ve âlemini anladığı yeni bir dünyaya girdiğini hissediyordu. Birkaç gün öncesini zor geçirmişti ancak sonra yavaş yavaş alıştı. Bunun yanı sıra çöpleri boşalttıkları ve çöplerin arasında kemik, yağ, deri, balık başı gibi bazı lezzetli parçalar ve tespit edemediği başka birçok yiyeceğin bulunduğu sokağın köşesinde, bir yerin sağ tarafını takip etmişti. Günün kalanını kasap ve fırının önünde geçiriyordu. Gözünü kasabın eline dikmişti ancak lezzetli parçaları yemekten çok dayak yiyordu ve yeni hayatına uyum sağlamıştı… Geçmişteki yaşamından sadece bir avuç belirsiz mahvolmuş hâl ile bazı kokular geride kalmıştı ve ne zaman zorlansa bu kaybolmuş cennetinde bir tür teselli ve kaçış yolu bulurdu ve farkında olmadan o zamanların hatıralarını gözünün önünde canlandırırdı.

      Ancak Pat’a her şeyden çok işkence eden şey sevilmeye olan ihtiyacıydı. Sürekli başına vurulan ve küfür yiyen bir çocuk gibi olmasına rağmen yine de naif hisleri henüz sönmemişti. Özellikle dert ve çile dolu bu yeni hayatla birlikte öncesinden daha fazla sevilmeye ihtiyaç duyuyordu. Gözleri şefkat dilenirken bir kişinin ona muhabbet göstermesi ya da başını okşaması için canını vermeye hazırdı. Yumuşak kalpliliğini birine göstermeye, ona fedakârlık etmeye, tapınma hissi ve vefasını birine göstermeye ihtiyacı vardı fakat kimse onun hislerini göstermesine gerek duymuyor gibi görünüyordu. Kimse onu korumuyor, baktığı her gözde kin ve kötülükten başka bir şey okumuyordu. Bu insanların dikkatini çekmek için yaptığı her bir hareketi sanki onların gazabını daha da uyandırıyordu.

      Pat yine su yolunda uyuklarken birkaç defa inleyerek uyandı, kâbus görüyor gibiydi. Bu esnada şiddetli bir açlık hissetti, kebap kokusu geliyordu. Diğer güçsüzlüğü ve ağrılarını unutturacak kadar acımasız bir açlık bedeninin içerisinde ona işkence ediyordu. Güçlükle kalktı ve dikkatli bir şekilde meydana doğru gitti.

***

      Tam o esnada bu otomobillerden biri, gürültüyle ve toz toprak içinde Veramin Meydanı’na girdi. Arabadan inen adam, Pat’ın yanına gidip hayvanın başını okşadı. Bu adam onun sahibi değildi. Pat yanılmamıştı çünkü kendi sahibinin kokusunu iyi tanırdı. Fakat nasıl oldu da onu okşayacak biri çıktı? Pat kuyruğunu salladı ve çekinerek o adama baktı. Acaba yanılmamış mıydı? Ama onu sevmeleri için artık boynunda bir tasması yoktu. Adam, geri dönüp tekrar başını okşadı. Pat, onun peşine koyuldu ve gittikçe şaşkınlığı arttı, çünkü adam kendisinin iyi bildiği ve yiyecek kokularının geldiği bir odaya girdi. Duvarın yanındaki bir bankın üzerine oturdu. Ona sıcak ekmek, yoğurt, yumurta ve başka yiyecekler getirdiler. Adam ekmek parçalarını yoğurda bulayıp önüne atıyordu. Pat, önce acele ederek sonra daha yavaş bir şekilde o ekmekleri yiyordu ve kara, akıllı ve çaresizlik dolu gözlerini şükranla adamın yüzüne dikmişti, kuyruğunu sallıyordu. Uyanık mıydı, yoksa rüya mı görüyordu? Pat, yemeği dayakla bölünmeden karnını doldururcasına yemek yedi. Yeni bir sahip bulmuş olabilir miydi? Samimi bir şekilde adam kalktı. Kule sokağına gitti, biraz orada durakladı sonra birbirine bağlanmış sokaklardan geçti. Pat da peşinden, köyden çıkana kadar birkaç tane duvarı olan, sahibinin de gitmiş olduğu harabeye gitti. Bu insanlar da kendi dişilerinin kokusunu arıyor olabilirler miydi? Pat, duvarın yanında onu beklemeye koyuldu, sonra başka bir yoldan meydana döndüler.

      Adam yine onun başını okşadı ve meydanın etrafında yaptığı kısa gezintiden sonra Pat’ın bildiği o arabalardan birine bindi. Pat arabaya binmeye cesaret edemedi, yanına oturup ona bakıyordu.

      Bir anda otomobil tozun toprağın arasında hareket etti, Pat da istemsizce arabanın peşinden koşmaya başladı. Hayır, o artık bu adamı kaybetmek istemiyordu. Dilini çıkarmış, bedeninde hissettiği ağrıya rağmen var gücüyle otomobilin peşinden geniş adımlar atıp koşuyordu. Otomobil köyden uzaklaştı, sahranın ortasından geçiyordu. Pat iki üç kez otomobile yetişti ancak yine de geride kaldı. Bütün gücünü toplamıştı ve ümitsizliğin üzerinden sevinçleri götürüyordu fakat otomobil ondan daha hızlı gidiyordu. Hata etmişti, üstelik bir de otomobile yetişemiyordu, güçsüzleşmiş ve kırılmıştı. Yüreği zayıflamıştı, bir anda uzuvlarının kontrolünden çıktığını ve en ufak hareket etmeye dahi gücünün yetmediğini hissetti. Bütün çabası boşa çıkmıştı. Neden koştuğunu da nereye gittiğini de bilmiyordu. Ne geri dönüş