Мемдух Шевкет Эсендал

Kelepir


Скачать книгу

evi yas içinde kaldı. Tevelioğlu’nun evinde hiçbir şey değişmemiş gibi davranıldı ise de yorgunluğa benzer bir tatsızlık çöktü. İşte Murat Ali’nin bu eve gelişi bu günlerde olmuştur.

Nasıl Karşıladılar?

      Kendilerine bir ev kurup bu sonu bilinmeyen beklemekten kurtulmak isteyen kızlarla, bu kızların anaları, evlenebilecek çağa gelmiş delikanlıları gözden kaçırmazlar. Böyle evlenmeye elverişli gençler de çokçası böyle tanıdık, eş dost arasında aranır.

      Bunun için daha ilk gelişlerinde doktor birtakım kız analarının gözlerine çarptı. Bunların içinde biri ertesi hafta çayında kızını da birlikte getirdi. Saadet adındaki bu kız da doktora sokulganlık gösterdi.

      Bir başka hanım da bu doktorun kimin nesi olduğunu Cavide’den sordu. Cavide de kocasından sordu. Kocası da bildiği kadar söyledi. Daha sonra bu Saadet Hanım’la anası, sokulganlıklarını artırdılar. Doktoru evlerine çağırdılar. Geceleri alıp Şehir Tiyatrosu’na, sinemalara götürdüler. Ötede beride kızın anası;

      “Çok ağırbaşlı, terbiyeli bir çocuk. Doğrusu, çocuğum da olsa bu kadar severdim.” dedi.

      Bu söze bakarak her yerde Murat Ali’nin bu kızı alacağı sanıldı. Başka kızlar da uzak durur gibi oldular; ama Murat Ali kıza açılmamış, sıkı arkadaşlığa yanaşmamış. Görüşmek, konuşmak iyi; o kadar. Sevmek, evlenmek sözleri yok! Bir tutkunluk, manasız sözler, şairleşiş. Hiç böyle şeyler yok!

      Kız ağzını arayacak olmuş, “Evlenmek kim, biz kim…” diyormuş.

      Kızın babası sabırsızlık edip araya bir adam koyacak, Murat Ali’ye soracak olmuş. Eğer kızı alacak olursa, bir işe girmesi için de yardım edeceğini duyurmuş. Murat Ali bu alışverişe sokulmamış.

      Kızın anası, kocasının, böyle araya başka adam koyup oğlanın armut gibi boğazına tıkılmasının işi bozduğunu söylemiş.

      “Saadet pekâlâ onu yola getiriyordu. Genç adam dayanabilir mi, elbette yola gelirdi.”

      Bu hanım belki doğru düşünüyordu; ama Freda ile Pigmalyon gibi iki güzel kadın arasında kalmış olan doktorun, baş döndürücü kadın isteği kalmıyordu. Ayrıca Saadet Hanım da yaradılıştan cılız bir kızdı. Bir de sanki pek şişman bir şeymiş gibi zayıflamak hastalığına tutulmuştu. Yalnız ne var ki iyi bir kızdı, kocaya varmak istiyordu.

      Olmadı. Kızın babası haber yollayınca, Murat Ali biraz daha çekingen davranmanın elverişli olacağını kestirdi. Başkaları da bu soğukluğun farkına vardılar. Bu sefer onlar doktora sokuldular. Alamanya’da okumuş bir iktisat doktoru, kolayca bulunur bir güvey değildir. Buraların kızları, bu yurda göre ucuza geçinir takımından değildirler. Herkes de Tevelioğlu gibi güvey bulamaz ama eh, hiç olmazsa hatırlıca bir memur olmalı! Doktor Murat Ali, şimdilik bir şey değilse de ortalığın bu karışıklığından yarın nasıl olsa bir işin başına getirilecek. Bundan da başka kadınlar onun yüzüne evlenecek, karısına boyun eğecek, uslu bir koca olacak adam damgasının vurulmuş olduğunu görüyorlardı.

      Freda ile Pigmalyon olmasa, böyle de olacak idi, denilebilir!

      Doktoru yalnız Saadet Hanım değil, başka kızlar da denediler. “Belki Saadet’i sevmemiştir. Doğrusu da sevilecek bir kız değildir. Belki onunla kaynaşmayan bizimle kaynaşır.” dediler. Kendilerini ona beğendirmek için ellerinden geleni yaptılar. Ağır, hülyalı göründüler. Şairleştiler. Şen, şakrak oldular, filozoflaştılar, iktisatçılığa bile ilgi gösterenleri oldu. Hiçbiri tutmadı.

      Bunlar dört-beş kız idiler. Çoğu da Cavide gibi Fransız kız okulunu, yahut Amerikan kolejini, yahut Alaman kız okulunu bitirmişlerdi.

      İstanbul’un en yüksek tabakasının kızları. Çoğu da kocaya varmak yaşını geciktirmiş değiller. Ancak kız olup da koca beklemek de kolay olmadığı için, karşılarına çıkan her genci tartmayı, denemeyi doğru buluyorlardı. Bunun için doktorun Saadet Hanım’la arası açıldıktan sonra, eskiden adı Nermiye olup da şimdi Necla diye çağırılan bir kız ortaya çıktı. Birkaç hafta o da kendini denedi. Yaradılışı daha şık olan bu kız sanıyordu ki kadınlar isterlerse erkeklerin baştan çıkmayanı olmaz. Bunun için doktorun baştan çıkacağına, bir kere de baştan çıkınca… Doktor, o serseri gençlerden değildir ki bırakıp savuşabilsin. Sonunda işi evlenmek temizler.

      Bu yoldan yürümeye çalıştı ise de daha ilk adımda doktor ona yüz vermez göründü. Kız anladı ki benliğini ayak altına almadıkça doktor, sokulmayacak.

      Bir başka yol aramak istedi. Onu da bulamayınca küstü. Bir dedikodu çıkardılar. Sanki doktorun Alamanya’da bir sevdiği, ondan da bir çocuğu varmış… İşler biraz düzelince onları getirtmeye çalışacakmış!

      Evlenecek adama bu kadar benzeyen doktorun evlenmekten kaçınmasını anlayamayanlar;

      “Evet.” dediler. “Böyle bir şey varsa… Ancak ne olursa olsun, evlenmek istemiyor ya! Hayırsız koyunu kurtlar yesin!..”

      Kızlar da onu aramaz oldular.

      Yalnız bunlardan biri, Cavide’nin çocukluk arkadaşı Nimet, daha genç, daha güzel bir kız; evlenmek için gözden geçirdiği erkekler arasında en elverişli bulduğu bu Murat Ali için çıkarılan dedikodulara inanmak istemedi. Onca, doğrusu şu idi ki bu Murat Ali’ye varmak istemiş Saadet gibi, Necla gibi kızlardan doktor kaçmış ise, akıllılık etmiştir. Bu kızları alıp da ev kuracağım diye uğraşmak boş şeydir. Bunlar kocaya varınca çekilmez baş ağrısı olurlar. Nimet ona eş olabilir; ama onun da güzelliği göze çarpmaz. Gösterişli değildir. Oysa Nimet’e öyle geliyordu ki eli ayağı, kaşı gözü, boyu bosu, saçları adamakıllı güzeldir. Huyu, anlayışı da çok iyidir. Yeter ki biri ona iyice bakmış, oturup onunla konuşmuş olsun! Yoksa o, bir salon dolusu kadının kızın içinde yıldız gibi parlayıp herkesin gözünü, gönlünü tutuşturacak bir ateş değildi. Öyle bir tesadüf olsa ki bir saatçik şu doktorla oturup konuşabilse! Kendisi isteyerek, yahut Murat Ali isteyerek değil, rast gele gibi! Bu rastlayışı Cavide hazırlayabilir.

      Düşündüğünü Cavide’ye açtı, o beğenmedi.

      “Ne konuşacaksın?” dedi.

      “Hiç! O benimle konuşsun! Bir yerde baş başa kalırsak, put gibi oturacak değil ya! Elbet bir şeyler konuşur.”

      Cavide dudak büktü:

      “Bilmem.” dedi. “Düşünelim!” demek istedi.

      Aradan biraz geçince Nimet bu isteğinden vazgeçmiş olacak ki Cavide sorunca;

      “Yok.” dedi.“Düşündüm, beğenmedim. O da kendini bir şey sanır!”

Kahvecibaşılar

      Bu Nimet’in ailesine Kahvecibaşılar derler. Yalnız bu eski adı mahallelerinde oturdukları eve veriyorlar da, kendileri anıldıkça Azizbeyler diye anılıyorlar.

      Evleri Maçka’da. Ihlamur Caddesi’ne doğru inen yokuşlardan birinde sol kolda, yanında genişçe bahçesi olan, iki katlı, yayvan bir evdir. Beyaz boyalı olduğu bugün de bellidir.

      Bu evi Sultan Mecit, gününde kızlarağası olan bir zenciden alıp yahut yaptırıp Nimet’in babasının büyükbabası olan Aziz Bey’e bağışlamış. Sultan Mecit’in oradaki arsaları arşını yirmi paraya sattığını, kendisinin de birçoklarına ev, arsa bağışladığını söylerler. Anlaşılıyor ki kulları da padişahın tuttuğu yoldan gitmişler.

      Sonradan tamir edilmiş de olsa, aslı ortalama bir hesapla doksan yıllık bir ev demektir. Ahşap olduğuna göre bu kadar dayanması çok görülmemelidir. İstanbul’un yangınları olmasaydı, böyle eski evler çok görülecekti. Şimdi, belki