Мемдух Шевкет Эсендал

Sahan Külbastısı


Скачать книгу

sizin dediğinizi anlamadım.”

      “Anlaşılmayacak bir şey yok. Bir kadın olur, benden hoşlanır, ben de ondan hoşlanırım. Hükûmetten izinname çıkar, imam da vukuat ilmühaberini doldurur; oluruz karı koca. O başka erkeklere yüz vermez. Ben de başka kadınlara sokulmaktan kurtulurum. Birlikte yaşarız. Hatta ikimiz bir odada bile olabiliriz. Böyle masraf da az olur; bir karyolayla bir dolap da o getirir. Sabah olunca o işine gider, ben de işime giderim. Akşam olunca birleşiriz. İşte böyle yaşar gideriz. Kazandığımızı bir yere toplarız. Eğer o razı olmazsa masrafı müştereken veririz; herkesin kesesi ayrı olur, işte böyle.”

      “E… Ev işlerinizi kim yapacak?”

      “Benim odanın işlerini bir kör Ermeni karısı var, o yapıyor. Zaten ev işi nedir? Ben bir tek odada oturuyorum. Döşeme linolyum15 döşeli. Odada bir demir karyola var, bir büyükçe masa, ki üstüne beyaz bir örtü örtüyorum, yemek masası olur; kaldırınca yazı masası. Bir de kitap dolabı var, bir de duvarda asacak. Bir de masanın altında keçe parçası, üç-dört tane de meşin kaplı sandalye. Bitti! (Etrafına bakarak) Benim odam buradan çok temizdir. (Ufak tefek eşyayı göstererek) Nedir bu maskaralıklar? Bu halılar? Bunlar temizlenir mi? Bu nedir, bu perdeler? Bunlar rezalet! Benim odamın sürme keten perdeleri vardır; ben yaptırdım; perdeleri açınca oda güneş dolar, kapayınca dışarıdan hiç aydınlık görünmez.”

      “E… Sizin hanım, memure hanımlardan mı olacak?”

      “(Omuzlarını silkerek) Bir iş sahibi olsun da ister memure olsun ister terzi olsun. İster odada işlesin ister dükkânda!”

      “Affedersiniz Asım Bey ama bu sizinki hayal. Hiç böyle şey nerede görülmüş? Bizim memlekette böyle şey olur mu? Zengin olsun, fakir olsun kadının kendi işi var, erkeğin kendi işi. Mesela şimdi, Saide Hanım olmasa bu ev döner mi?”

      “Böyle karışık bir şey Saide Hanım’la da dönmez! Siz zannediyor musunuz ki bu ev dönüyor? Ev sahibi benim arkadaşım, İsmet Hanım boğazına kadar borç içinde!”

      “E… Sizin çocuklarınız olmayacak mı? Onlara kim bakacak? Onları da yetimhaneye mi vereceksin?”

      “Saide Hanım’ın çocuklarına kim bakıyor? Günde bir defa yüzlerini gördüğü var mı acaba? Yahut süt… Onlara kim süt verdi? Hem bizim çocuğumuz olmak lazım gelirse karı kocanın biraz parası olur. Aralarında kararlaştırırlar, kadın kaç ay işten kalacak; fevkalade masraf ne kadar olacak, ona göre kadın doğurur; bir sene, ihtiyacın derecesine göre, iki sene de süt verir. Buna göre kadın da meşgalesini tebdil edebilir. Karı koca fakir olursa uzun zaman bakamaz. Yahut işlek kadın olur, hem ona bakar hem işler! Bizde zavallı köylü kadınlar ne yapıyor? Elbette böyle zamanda erkek de fazla yardım eder. Olur gider, ne olacak? Zaten ömür dediğin nedir?”

      İsmet, dudaklarını büküp omuzlarını silkerek:

      “Bilmem.” dedi. Biraz sükûttan sonra ilave etti:

      “Ee… Siz böyle bir hanım bulabileceğinize emin misiniz?”

      “Değilim.”

      “O hâlde?”

      “O hâlde ben de evlenemiyorum ya! Kendi kendime yaşıyorum. Çalışıyorum.”

      İsmet Hanım, gözlerini piyanonun köşesine dikerek daldı. Zihnen hiçbir şey düşünmüyor, yalnız “Asım Bey latifeyi bırak ciddi konuşalım.” demek istiyor fakat hafif bir rehavet, biraz da cesaretsizlikle susuyordu. Asım, bıraktığı kitabı tekrar eline alarak:

      “Ve…” dedi. “Hayat da bunları böyle istiyor, zaruri böyle olacaktır. Her sınıf halk, bulunduğu tabakada buna gidecek. Bir zaman olacak ki İstanbul mahallelerinde birbirine sabah kahvesine giden ve ev işi diye sabahtan akşama kadar ufacık, temizlenmek ihtimali bulunmayan evler içinde uğraşıp gece ölü gibi yatan kadınlara tesadüf olunmayacak; ekmek azalıyor, İsmet Hanım. Hem yalnız şehir kadınları değil, işlemeyen erkekler de işleyecek. Bak görürsün.”

      “İşlemezse, alışmamış iseler?” diye sordu.

      “Dilenir, kendini satar ve nihayet bir köşede ölür gider. Bu böyledir.”

      Heyecan içinde bir tatlı buseyle bitecek bir mülakat tatsızlıkla kapandı ve nihayet uzun sükûtlar ile bitti.

      Saide Hanım:

      “Nasıl?” diye İsmet’e sorduğu vakit:

      “Hiç!” dedi. “O hayal içinde, ne onun düşündüğü kadın vardır ne de olur. O da öyle gidecek!”

      Fakat bu sözlere rağmen zaman öyle geldi ki İsmet, Fazıl Paşa’da bir hanımın açtığı terzi mektebinde işlemeye başladı. Maharet gösterdi, eline de beş-on para geçti. Bir müddet böyle geçtikten sonra bu terzihanenin işi yürümedi, bunu kapadılar; İsmet de işsiz kaldı; bir hayli ümitlenmiş iken birdenbire tekrar meyus oldu. Fakat iyi dikiş çok para ediyordu. Selanikliler bir terzihane açtılar, bu defa İsmet de orada çalışmaya başladı. İş iktizası şekli kıyafetinde de bir ufak tebeddül16 oldu. Saç yapmak muhtasarlaştı. Tırnak meselesi ortadan kalkar gibi oldu.

      Sabahtan akşama kadar ayakta durmak hesabıyla da ökçeler alçaldı. Fakat burada da çok kalamadı; fena bir taarruza uğradı; reddetti, reddedince artık orada durmak olmadı. Bir zaman tekrar işsiz kaldı. Sonra kendi evinde çalışan, Fikriye Hanım isminde bir hanımla beraber çalışmaya başladı. Bir bluzdan yirmi lira, otuz lira aldıkları oluyordu. Nihayet, işi o raddeye geldi ki İsmet’in validesi:

      “Kızım işlemezse bizim hâlimiz ne olacakmış bilmem!” demeye başladı. Ve bunlar çok zaman içinde olmadı.

      Bir gün tesadüf sokakta Asım’la karşı karşıya geldiler. Gülüştüler, konuştular. Asım dedi ki:

      “İsmet Hanım, bak şimdi o dediğiniz şey olabilir!”

      İsmet güldü ve cevap verdi:

      “Evet ancak sizin aileniz yok. Benim ise pederim pek ihtiyar olduğu için para, Allah bilir, evin masrafının yarısını kapamıyor; ben, şimdi cuma günleri de bir piyano dersi bulsam… Onları bırakmak nasıl olur?”

      “Zarar yok. Muayyen17 bir miktarı geçmemek üzere beraber yardım ederiz.”

      İsmet düşündü, bağlanıp bağlanmamakta bir lahza tereddüt etti ve sonra, “Bakalım!” diye cevap verdi. “Şimdiki hâlde vaktimiz var, yine görüşürüz.”

      İNSAFSIZ

      Yorgun, Yoğurtçu Kahvesi’nde oturuyorduk. Arkadaşlar birer vesile ile dağıldılar ve beni Besim Bey’le yalnız bıraktılar.

      Bu zat ile çok tanışırız, selamlaşırız ancak hiç böyle baş başa kalıp da görüşememiştik. Doğrusu, görüşmeyi de arzu ederdim çünkü her vakit, her yerde tesadüf olunur insanlardan değildi. Kocaman bir kafa, küçücük, cılız bir vücut; incecik bacaklar, buruşuk, esmer ve daima pudralı bir yüz tasavvur ediniz. Nasıl olur? Sonra şıklığını, zarafet iptilasını da ilave ediniz. İnsan değil, karikatür!

      Kuşdili, Yoğurtçu, bu zatın gece gündüz dolaştığı yerlerdi. Ancak kimseye yan baktığı yahut takip ettiği veya söz attığı da işitilmemiştir.

      Ben onu açmak ve söyletmek isterken bilmem nasıl oldu da o bana, Ali Bey’in kızlarını tanıyıp tanımadığımı sordu. “Tanımıyorum.” diye cevap verince âdeta hayret ediyormuş gibi göründü.

      “Monşer.”18 dedi. “Burada oturup da onları tanımamak olur mu?”

      Evet,