bir daha lakırtı olmadı. Arabacı uyuklamaya hazırlanıyordu. Benim de gözlerim kapanıyor, yaylının içinde uzandım. Yattığım yerden serabı seyreder, düşünürken uyumuşum. Rüya mı görüyorum yoksa kabus mu basmıştı bilmem, bana haydutlar bizi basmışlar gibi geldi. Arabanın içinde bağırarak uyandım. Arabacı’yı da korkutmuştum. Dehşetle, bir müddet birbirimizin yüzüne baktık. Bor bahçelerinin içinden geçiyorduk. İki tarafta kerpiç duvarlar arasında ağaçlar uzanıyordu ve latif bir akşam serinliği ortalığı kaplamıştı. O cehennem ateşleri saçan ovayı geçtiğimize memnun oldum.
ÇAYA GİDERKEN
Lise talebesinden Necdet Efendi, on dokuz yaşlarına göre gürbüz, idmancı bir genç; arkadaşı, yeni banka memurlarından Suat Selâmi’nin evinde, ayna önünde maşa ile saçlarını kıvırıp dalgalandırmaya uğraşıyordu.
Suat Selami, maroken27 kanepe üstünde tıraş oluyor ve Necdet’e mektebe dair sualler soruyordu:
“Necdet! Sizin sınıfta hayvanat da okutuyorlar mı?”
“Hayır, yalnız insanları okuturlar.”
“Alayı bırak, sahi hayvanat okutuyorlar mı?”
“Okuturlar.”
“Nereye kadar geldiniz?”
“Vallahi, pek farkında değilim! Galiba cihaz-ı teneffüsideyiz.”28
“Hâlâ cihaz-ı teneffüside misiniz?”
“Ne sandın ya?”
“E, tarihten nereye kadar geldiniz?”
“Tarihten mi? Onu hiç bilmiyorum ama çok okumadık.”
“Hocanız kim?”
“Hoca yeni geldi, adını söylüyorlardı, ben unuttum. İyi bir adam; yalnız konuşursak kızıyor yoksa uyu, kitap oku, ne yaparsan yap, hiç ses çıkardığı yok, derse de kaldırmıyor. Gelir, talebe ile konuşur, gider. Ders verecek olursa yalvarıyoruz, ‘Geçen dersi iyi anlamayadık, bir daha baştan söyleseniz.’ diyoruz, o da bizi sahi anlamadılar sanıyor, baştan anlatıyor.”
“Hoca da sizin gibi desene.”
“Ne bizim gibi? Vallahi bizim mektepte en iyi sınıf yine bizim sınıf. Ötekiler büsbütün havyarcı.”29
“Kardeşim, sizden havyarcısı can sağlığı!”
“Canım, beni kızdırıp durma. Sen mektepte iken ne idin? Sanki sen bir sene doğru dürüst imtihan verebildin mi? Boyuna ıska geçtin! Bana söylemesene.”
“Sen bana ne bakıyorsun? Sen sınıfa bak. Vallahi bizim sınıfta öyle efendiler vardı ki hoca derse kaldırdı mı, bir saat tıraş geçerlerdi.”30
“E, tıraş geçmek iyi bir şey mi?”
“Tıraş ama… O yine kafa ile olur.”
“Ne kafa sen de! Öyle tıraş geçecek olduktan sonra ben iki saat tıraş ederim. Hem ben kendim çalışmıyorum. Çalışsam…”
“E, çalış! Niye çalışmıyorsun?”
“Suat, bunu bari sen söyleme. Sen niye çalışmadın da mektebi bıraktın? Avrupa’ya gittin?”
“Mektebi çalışmamak için mi bıraktım, öyle olsa Avrupa’ya gidip mektebe girmezdim.”
“Avrupa’da çok çalıştın ya Allah için!”
“E, ne yapayım, para olsa çalışacaktım, para göndermediler; ben de döndüm geldim.”
“Onu sen bana anlatma. Bir sene gittin Avrupa’ya, geldin hadi bankaya. Arkadaşların daha mektepte. Mektebi bitirecekler de ali mekteplere girecekler de çıkacaklar da… Ben dalganın farkındayım. Hem bak sana bir şey söyleyeyim, gideceğimiz yerde beni ‘lise talebesi’ diye prezante etme.”31
“Neden?”
“Etme! Hanımlardan utanırım.”
“Ne diyeyim?”
“Ne bileyim, at bir şey. ‘Bir dairede kalem-i mahsus müdürüdür.’ de.”
“Ya tanıdık çıkarsa?”
“Tanıdık çıkarsa ne yapalım? Ben zaten bu sene mektebi bırakacağım.”
“Niçin?”
“Sen niçin bıraktın? Sen niçin bıraktıysan, ben de onun için.”
“Ben tahsili bırakmak niyetinde değildim ki. Sonradan mecbur oldum.”
“Evet, fokstrot32 tahsili için İsviçre’ye teşrif etmek niyetinde idik.”
“Sen alay ediyorsun, benim şimdiki aklım olsa daha mektepte okurdum.”
“Okurdun da sonra ne olurdun?”
“Hukuka girer, sonra Avrupa’ya gidip hukuk doktoru olurdum.”
“Sonra buraya gelip aç kalabilir miydin?”
“Ne diye aç kalayım? Olanlar aç mı kalıyorlar?”
“Aç ya.”
“Peki sen mektebi bırakıp ne olacaksın?”
“Ben mi? Ben tayyareci olacağım.”
“Tayyarecilik sanki iyi bir şey mi?”
“Geçiyor ya sen ona bak, dünyanın atisi33 tayyarede. Hem tayyareci olursam nerede olursa geçinirim. Senin gibi hukuk doktoru adam açlığından ölür.”
“Hiç de ölmez, neden ölsün? Ben hukuk doktoru olsam Avrupa’da kalır, bey gibi yaşardım.”
“Onu sen affedersin, sen hukuk doktoru olmuş, Avrupa’da kalmış bir tane gördün mü? Nerede hukuk tahsil etmiş, iktisadiyat tahsil etmiş, içtimaiyat tahsil etmiş varsa hepsi iki sene sonra koltuğunda bir çanta burada; Avrupa’da kalan amele olmuş kalmış. Yahut bilmem makinist olmuş, boyacı olmuş. Avrupa’da ekmek bulan onlar.”
“Ee, ben memlekete geldim de aç kalmadım ya hem tahsilimi de ihmal etmedim.”
“Fazla zahmet ettin, iltimasın olduktan sonra İsviçre’ye gitmesen de girerdin, ne var? Ama şimdi adın süslü oldu: ‘Avrupa’da tahsilden gelmiş.’ diyorlar. Herkes senin İsviçre’de bir sene fokstrot tahsil ettiğini bilmez ya!”
“Fokstrotu da sen uyduruyorsun! Ben belki ömrümde beş defa fokstrot oynamamışımdır.”
“Fokstrot olmasın, cazbant olsun. Yahut tango. Hem Avrupa’da tango oynanırken elektrikleri söndürüyorlarmış.”
“O neden?”
“Musikinin aydınlıkta inkişaf edemediğini tecrübe etmişler.”
“Fena değil, talihsizlik eseri olacak böylesine tesadüf edemedim.”
“Çok teessüf etme, burada da var.”
“Ya! Ciddi mi? Beni götürsene.”
“Ben, mektep talebesi, öyle yerlere gidebilir miyim?”
“O da doğru ya! Bari tarif et de ben gideyim.”
“Sen böyle şeylerin mevki-i hendesesini34 benden iyi bilirsin. Hem gevezeliği bırak, saat dört buçuk. Biliyor musun, beni mektebin birinci timine kabul ettiler.”
“Tebrik ederim, senin geçer şeylere merakın