diye yazdı.
“Bu köylerin adını da kimler böyle koyar anlaşılmaz.” diye söylendi. Deminden beri bir şey anlamıyor gibi duran nefer dile geldi, doktora cevap vererek:
“Köyün yatırının adıdır.” dedi.
Doktor, bir şey anlamayarak:
“Ne diyor?” diye hasta bakıcıdan sordu.
“Köyün yatırı imiş hani!”
“Allah inandırsın, hiçbir şey anlamıyorum.”
Biraz sustuktan sonra hasta bakıcı anlatmak istedi:
“Bizim köylerde yatır olur, mezar… Biz ona yatır deriz.” dedi.
Çadır sıcak, doktor terledi. Ceketini çıkarırken ilave etti:
“Anlamadım.” dedi. “Gel sen şu ceketimi al.”
Nefere sordu:
“Hangi taburdansın?”
“İkinci tabur birinci bölük birinci takım…”
Doktor, kalemi bıraktı.
“Neren ağrıyor?” diye sordu. Nefer midesini göstererek:
“Yüreğim ağrıyor.” dedi.
“Çıkar dilini. Uzat bakayım elini.”
Hastanın ateşi yok. Hasta bakıcıya:
“Nerede kâğıdın? Yaz buna bir tertip İngiliz tuzu. Hasta çadırında istirahat. Yemek yok. Dışarı çıkarsa, yarın sabah çorba.”
Nefer çıkarken hasta bakıcı da gidiyordu.
“Sen kal burada! Bak, kim var orada, gelsin.”
İçeriye, esmer yağız, iri yarı bir nefer girdi. Doktor, gözlüklerinin üstünden bakarak düşünceli bir tavırla sordu:
“Adın ne?”
“Omar.”
Doktor yazarken “Ömer” diye tashih etti.
“Babanın adı ne?”
“Akusman.”
“Ne?”
“Akusman…”
“Ben anlamıyorum.”
Hasta bakıcıya:
“Ne diyor bu?” diye sordu.
Hasta bakıcı nefere:
“Ne diyon?” dedi.
“Akusman…”
Hasta bakıcı, doktora:
“Akusman diyor efendim.”
“Ulan, sen de onun söylediğini söylüyorsun. Akusman diye isim olur mu?”
Hasta bakıcı, doktorun neden anlamadığına şaşıyormuş gibi:
“Neden efendim?” dedi.
Hepsi, biraz sustular. Sonra doktor dedi ki:
“Sakın bu Ak Hüsmen yahut Ak Osman olmasın?”
Hasta nefer:
“Ha, Akusman.” diye tekrar etti ve nihayet anlaşıldı ki “Ak Osman”mış. Doktor, deftere yazdı. Ancak fena hâlde sıkıldı.
“Ben sizin gibi adam görmedim.” dedi. “Ne söylediğiniz anlaşılır ne anlaşılandan bir mana çıkar.”
Biraz durup düşündükten sonra, gene devama karar verdi.
“Nerelisin?”
“Karadeniz’den…”
Doktor, gözlüğünü çıkardı, gözlerini açarak nefere çıkıştı:
“Ulan insafsız.” dedi. “Karadeniz dediğin kara değil denizdir. Orada insan oturur mu? Sen balık mısın? Ben bir daha bu defteri tutmam. Kim isterse tutsun. Bunlar için verem olacak değilim.”
Biraz daha durup düşündükten sonra nefere:
“Senin evin, köyün yok mu?” diye sordu.
“Köyümüz Balveren.”
“Nerede bu Balveren? Denizde değil ya…”
“Değil. Karada.”
“E, karanın neresinde?”
“İskelemiz İnebolu.”
“Gördün mü, İnebolu kazası desene…”
Doktor, yazdı.
“Vilayetiniz neresi?”
“Vilayetimiz Kastamonu. Bizim köy Araç’a bakıyor.”
“Sizin köy Araç’a mı bakıyor. Sakın sizin kaza Araç olmasın?”
“Araç ya…”
Doktor, şaşkın şaşkın nefere baktı.
“Ulan hani demin İnebolu diyordun, bana da İnebolu yazdırdın.”
“İnebolu, iskelemiz.”
“Gel de bu millete lakırtı anlat. Ulan, ‘Karadenizliyim.’ diyorsun. Karadeniz size kaç günlük yol. Ben Karadeniz’in burnu dibinde doğdum büyüdüm de gene sordukları vakit Karadenizli diyemem. Karadeniz’i çok mu seversiniz, nedir? Bu kadar denizi seviyorsun bari seni gemilere verseydiler. Hangi taburdansın?”
“Birinci tabur…”
“Bölüğün?”
“Bizim bölük mü?”
Doktor kızdı, bağırdı:
“Bizim bölük mü ne demek? Elbet sizin bölüğü soruyorum.”
Hasta bakıcı, neferin bölüğünü biliyormuş, söyledi.
“Nedir hastalığın?”
“Böğrüm ağrıyor.”
“Göster bakayım neresi?”
Nefer, kalçasını gösterdi.
“Ulan orası böğür mü? Kalçanı gösteriyorsun.”
“Geceleri buram ağrıyor, sızısından duramıyorum.”
“Sen buranı bir yere vurdun mu?”
“Vurmadım.”
“Aç bakayım.”
Nefer soyundu. Kalçasında el kadar bir çürük görünüyordu.
“Bu nedir? Sen buranı bir yere vurmuşsun.”
Nefer, cevap vermedi. Bilmiyor.
“Götür bunu hasta çadırına. Pansuman ümid1 yapınız.”
Doktor, öğleye kadar ancak yedi hastaya bakabildi. Daha fazlasına kuvveti kalmadı. Hasta bakıcıyı çağırdı.
“Al bu defteri.” dedi. “Götür Naci Bey’e. Kalan hastaların adlarını, künyelerini yazsın. Ben bundan sonra isim yazmam. Bana yazılı getirin, ben muayene ederim.”
Sonra, seyyar karyolasının üstüne uzandı. Kendini hiçbir iş yapmamış ve çok yorulmuş buluyordu.
BANKA MÜDÜRÜNE MEKTUP
Sabri Efendi beni evde aramış, yoktum, haber bırakmış. Ertesi günü kahvede buluştuk.
“Hayrola! Ne var, beni niye aradın?” dedim.
“Belki siz bankanın yeni müdürünü tanırsınız diyordum.”
“Tanımıyorum, ne olacak?” diye sordum.
Anlattı:
“Değirmeni yapmak için biliyorsun borca