Ya virüsü hastasından almış ve buraya taşımışlarsa? Tabii ki sadece doktorlar risk altında değil. Döküntülerin başladığını gördüğümüz ve böylece tanı alan o hastalar, tanı alana kadar günlerdir toplum içinde dolaştı ve karşılaştıkları herkese virüs bulaştırdı. Bu hastalardan virüsü almış olan kişilere yaklaşımımız ne olacak? Toplum sağlığı açısından virülansı bu kadar yüksek bir virüsten korunma tedbirleriniz nelerdir?”
Salondakiler susmuştu, hepsinin kafasını karıştıran aynı sorunun cevabını bekliyordu. Tam o sessizlikte salonda bulunanlardan biri hapşırdı. Dinleyicilerden onlarca baş bir anda ona doğru döndü. Birkaç kişi “Çok yaşayın,” dedi. Doktorlar bile yakınlarındaki biri hapşırdığında böyle huzursuzlandıysa birkaç güne kadar halkın nasıl panik yapacağını tahmin etmek hiç de zor değildi.
“Güzel bir soru doktor bey. Az önce de söylediğim gibi virüsü aldıktan sonraki ilk evre asemptomatik kuluçka evresidir. Yani hastanın herhangi bir şikâyetinin olmadığı evredir. Bu dönemde çevreye bulaştırma tehlikesi yok. Yani aramızda bir gün önce virüsü almış arkadaşlarımız varsa bile, umarım yoktur, şu an toplum sağlığı açısından risk teşkil etmiyorlar. Rahat olabilirsiniz,” dedi.
Soruyu soran kişi rahatlamış görünmüyordu. Salondaki tüm katılımcılar kaşları çatık bir şekilde slaytları incelemeye devam ediyordu.
“Şimdiye kadar Çiçek Hastalığı’nın tarih boyunca en sık rastlanan şeklinden bahsettim. Son günlerde dünya çapında görülen Çiçek Hastalığı ise maalesef farklı bir form ve bu mutant virüsün kuluçka dönemi eski virüsten çok daha kısa. Virüsle temastan sonra yaklaşık üçüncü günde ateş ve virüs saçılımı başlıyor. Ülkemizde hastalık çok yeni olduğundan, hastalığın hangi formda seyredeceği henüz kesinlik kazanmadı. Bizler en kötüsünü düşünerek tedbirimizi ona göre alacağız elbette.”
Nasıl bir tedbir alabileceklerini düşündü Nermin. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Simsiyah bir ejderhanın püskürttüğü ateşin dumanı kaplamıştı ortalığı. Kokusu genzini yakıyor, göz gözü görmüyordu. O ise küçük bir çocuk gibi çaresizce oturuyordu. Midesinden gelen öğürtüyle iki büklüm oldu oturduğu koltukta. Burnundan derin nefesler alarak toparladı kendini. Başını kaldırdı, koltuğa yasladı. Anlatılanları duymuyordu artık.
4 Nisan 2024, Deniz
Saatlerdir yoldaydılar. Hiç mola vermemişlerdi. Sık sık radyoyu açıyor ve yeni bir gelişme var mı diye kontrol ediyordu Deniz. Haber yayınları bitmişti. Çoğu kanalda müzik yayınları durmuştu, konuyla ilgili en küçük fikri olmayan kişiler virüsü tartışıyordu. Bu saçmalığa dayanamadı ve radyoyu kapattı. Mert arkada uyukluyordu. Defne kulaklığını takmış ve dünyayla bağlantısını koparmıştı. Meraktan ve kafasında uçuşan düşüncelerden kaçmak için yeniden açtı radyoyu. Kanalları kurcalarken “Milli Güvenlik” laflarını duyunca kulak kabarttı.
“… az önce yapılan açıklamalara göre, Milli Güvenlik Kurulu kararları uyarınca bugün saat on sekiz itibariyle yurt genelinde toplu taşıma araçlarının kullanımı yasaklanmıştır. An itibariyle virüsün yayılımını sınırlamak ve bölgeler arası dağılımını engellemek amacıyla şehir giriş ve çıkışlarının kapatıldığı da bize verilen bilgiler arasında. Önlemlerin halkın sağlığı ve menfaatleri düşünülerek alındığının, vatandaşların bu önlemlere uyarak güvenlik güçlerine yardımcı olmaları gerektiğinin altı çizildi. Kamu sağlığını tehdit eden durumlarda güvenlik güçlerine muhalefet edenlerin tutuklanacağı bildirildi…”
İyice içi karardı Deniz’in.
“… toplum sağlığını korumak adına ateşi olan kişilerin bulunduğu yerleşim yerinin dışına çıkmaları yasaklandı. Sağlıklı olan kişilerin ise gerekmedikçe evlerinden dışarı çıkmamaları tavsiye ediliyor.”
Her geçen saat işler daha da kötüye gidiyordu. Az önce Ankara’dan kaçtıklarını düşünüyordu Deniz. O zaman anladı seyahat yasağından kaçtıklarını. Hatta yakın zamanda gelecek gibi görünen sokağa çıkma yasağından da kaçıyorlardı. Saate baktı. On sekiz otuzdu. Şehir giriş çıkışları çoktan kapatılmıştı. Ankara’dan saat bir gibi yola koyulmuşlardı. Bursa’dan da yol kapatılmadan hemen önce çıkmışlardı. Evde biraz oyalansalar ya da mola verseler Eskişehir ya da Bursa’da takılıp kalacaklardı. Neyse ki ilçe giriş çıkışları kapatılmamıştı. Susurluk’ta mahsur kalmadan Edremit’e ulaşabileceklerdi.
İçi kaynıyordu Deniz’in. Zamana karşı yarıştıklarını bilmeden bir yarışa girmişlerdi. Kelimenin gerçek anlamıyla hayat memat meselesiydi bu yarış. Meseleyi anladığından beri olanca gücüyle gaza basıyordu. Artık radar, polis yoktu. Yaşamak ya da ölmek vardı. Yoldaki araçların tümü kontrolsüzce gidiyordu. Trafik kurallarına kimse uymuyordu bugün. Panik herkesi ele geçirmişti. Kafa kafaya gelmiş, ters dönmüş arabalar vardı yol kenarlarında ama işin ilginci araçların başında kimse yoktu. Canının derdine düşen kaçmıştı.
Nihayet Edremit’e girdiler. Deniz rahat bir nefes aldı. Sadece yazları değil kışın ortasında bile hareketli olan ana caddeler sessizliğe gömülmüş, alışılmış kalabalıktan eser kalmamıştı. Burası da korkudan nasibini almıştı. Kaz Dağları’nın eteğinde, düne kadar dünyanın en bol oksijenli diye bilinen havasını bugün herkes şüpheyle soluyordu.
Dağın eteklerine doğru biraz tırmanıp evlerini uzaktan gördüğünde derin bir oh çekti. Seviyordu bu evi. Yıllardır her kavuşmada içi huzurla dolardı. Sanki orası yazlık ev değildi, gerçek evleriydi de yılın sayılı günleri kavuşabiliyorlardı evlerine. Ancak bu seferki kavuşma öncekilerden çok farklıydı. Deniz’in tek istediği bir an önce arabayı boşaltıp eve girmek, kapıyı sıkıca kilitleyip yatak odasına çıkıp hüngür hüngür ağlamaktı. Nermin’le konuştuğu öğle saatlerinden beri kafasından felaket senaryoları bir an olsun eksik olmamıştı. Yol boyunca yiğitliğe leke sürdürmeden gelmişti ama tüm gücü tükenmişti artık. Hayatında ilk defa böyle büyük bir korku yaşıyordu. Kendini boş vermiş, çocukları için, tüm çocuklar için korkuyordu. Bir sabah her şeyden habersiz uyanan ve çığ gibi aniden üzerlerine düşen bu gerçeğin ağırlığını yaşayan tüm insanlık adına korkuyordu. Çocuklar birkaç saat önce sordukları “inziva” kelimesinin ne anlama geldiğini yaşayarak öğreneceklerdi bu evde.
Arabadan indirdikleri her şeyi mutfağa yığdılar. Alırken ne kadar da çok görünmüştü gözüne. “Nermin abartıyor yine,” diye düşünmüştü. Aldıkları tezgâhı ve mutfak masasını ancak doldurmuştu.
“Bunları sonra ayarlarız çocuklar. Şimdi oturun da beni dinleyin,” dedi.
Çocuklar babalarının iki yanına oturup iyice ona doğru sokuldular. Şaşkın kedi yavruları gibi yüzüne bakıyorlardı babalarının. Her durumda başını dik tutan Defne’nin bile gözleri doluydu. Korkmayın çocuklar, deyip onlara sarılmak istedi Deniz ama bunun sırası değildi şimdi. Hayatta kalmak için korkmaları gerekiyordu artık.
“Yeni bir hayat başlıyor bizim için. Yeni kurallarımız olacak şu andan itibaren. Üçümüz dışında biriyle konuşmak, görüşmek yasak. Evden dışarı çıkmak kesinlikle yasak! Anladınız mı çocuklar?”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».