Ahsen Ilhan

ÜÇ NOKTA


Скачать книгу

g>Ahsen İlhan

      Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü ‘yüksek onur’ mezunu. İki yıl edebiyat bölümüne devam etti. Amatör olarak ud, saz, gitar ve tambur çalıyor. Kitap, tashih ve redaksiyon işleriyle meşgul. Yeni Şafak bulmaca sayfasını hazırlıyor ve Haber Ajanda, Kültür Ajanda dergilerinde yazarlık yapıyor.

      İlk Söz

      Bu kitap bir muhabbettir. Kalpte yük hâline gelmiş sözcüklerin dile gelişi, dostane bir anlatım ve bazen de kendi içime yol alan bir fısıltı… Söylemenin, söyletene hürmetle yapılması gerektiğinin inancıyla başladığım bu konuşma, içimdeki ‘anlam’ arayışı ve bu arayışa olan özlemin bir yansıması olarak şekillendi. Nasıl başladığı ve nasıl bittiği hakkında fikir sahibi bile değilim. Hiçbir kurgu ve planlama olmaksızın, sayfaların nezdinde sizlere konuşmuş bulunuyorum. ‘Ben’ derken hissettiğim samimiyeti, bir başka ben olan ‘sen’ derken de kullandığımı, açık yüreklilikle söylemek istiyorum. Ben derken ‘sana’, sen derken ‘bana’ söylediklerimin -iki cihanda da- yükümlülüğünü almanın kaçınılmaz esaretiyle bu muhabbeti beyan ediyorum. Sohbet boyunca tekraren dile getireceğim gibi; bakmakla görmek ve duymakla anlamak arasındaki farkı sezebilen, sezebilmeye emek veren herkese selam ile…

      Öncelikle, tüm bu muhabbet dâhilinde dile getirilen âcizane fikirlerim ve sözlerim için Allah’a hamd ediyorum. Her bir söz, her bir satır ve ne kadar eser varsa kâinatta hepsi; Yüce Allah’ın inayetiyledir. Bunun; ‘ben’deki ‘ben’ için geçerli olduğu kadar, ‘sen’deki ‘ben’ için de geçerli olduğuna inancım sonsuz… Hoş bir tını bırakan ne kadar söz varsa âlemde, söyleyenin aracı olduğu bir yolculuktan ibaret!.. Ben de bana bu sohbetin sözlerini nasip eden Rabbime şükran ve hamd ile, bu yolculukta aracı olmanın heyecanını yaşıyorum. Her birimiz, hikmetli ve kalbe dokunan sözlerde aracı olmanın zekatını -sanırım- ömür boyu ödeyemeyiz.

      Kitabın adı hakkında da düşünülmemiş, kendince şekillenmiş sebeplerden bahsetmek isterim. Söylediğim üzere bu kitap bir muhabbettir. Muhabbetlerde de cümlelerin akışı, nasıl ki kesik ve sırasız kelimelerle şekilleniyorsa, benim sohbetim de bu minvalde can buldu. Bu sebepledir ki; dost muhabbetlerindeki üç noktalı cümleler, tüm kitap boyunca dinleyiciyi karşılayacaktır. Dil ve imla kurallarına saygı sınırlarında olmakla birlikte, pek çok kez konuşma vurgusunu karşıya geçirebilmede çeşitli noktalama figürleri kullandığımı da belirtmem gerekiyor.

      Benim için uzun ve çeşitli nefeslerle donanımlı bir yolculuktu bu… Zaman zaman bir solukta anlattım iç âlemimi… Zaman zaman kesik nefeslerle dile geldi sözcükler… Hepsinde ‘sen’i yâren bildim. Konuştukça daha da iyi anladım ki; bütün ‘ben’ler bir ‘sen’le anlamlanıyor. Sözü bir ‘ben’ söylüyorsa, bir ‘sen’ de ona hayat veriyor.

      Bu kitabı bir ‘dost meclisi’ yerine koyup, eksiğimle yükseğimle kabulünüze sunarken; bilineni, kendimce anlatmak gayretime hür bir alan bırakılması temennisindeyim. Tüm sözlerim, içimin ısrarlarıyla dile getirildi. Bu süreçte benim hür irademin katkısı bile kayda-değer bir mevcudiyete sahip bulunmuyor. Bununla birlikte, tüm âlemde (iç ve dış), görünmeyen, emek verilmezse sezilmeyen, fakat birbirinden kıymetli alt anlamlara olan tutkumu da çok açık ettiğim bir konuşma olduğunu söylemeliyim.

      Her şey; ama her şey, ilk – alt ve son anlamlarıyla değer kazanır.

      Sohbetimiz boyunca paylaşmaya çalıştığım hacimli kavramların özeti budur desem; yanlış olmaz sanırım! Kitabın başındaki ‘ben’le sonundaki ‘ben’ arasındaki o derin uçurumun sebebine gelince; bu konuşmanın ilk ve son sözü arasında tam dört yıl geçti. Bunun ilk iki yıllık diliminde, babamın varlığında, hayatın tüm zorluklarına daha güçlü dururken, dünyanın heveslerine daha yakındım. Fakat son iki yıllık süre zarfında babamın vefatıyla gelen bir ağırlığı üstüme giydim. Bu bende, dünyanın ışığından alınan zevki törpülerken; anlamın ve mânânın önemini hissetmeye meftun etti. Çocukluğum boyunca anlamını aradığım ‘ölmek’ mucizesi, babamın gidişiyle; onun bir hayat olduğu inancını işledi ruhuma…

      ‘İlk Söz’ü de ‘Son Söz’ kadar uzatmanın mahcubiyetiyle, bu kitabın sayfalarını gasp eden sohbetim boyunca kalbime dokunanlara ‘teşekkür’ bölümüne geçmek istiyorum…

      Teşekkür…

      Sevgili Babam, kıymetli şair, ömrünce yazar Selman Cahit! Keşkeleri hiç sevmemekle birlikte, tam bu satırları yazarken ‘keşke burada olsaydın’ dememek için güçlü bir mücadele veriyorum. Nasıl da candın bende… Bana, nasıl da hazineler bıraktın gittin!.. Sayende, bugün bu kitabı yazabilecek sözcüklerle tanıştım. Erdemin, onurun ve kulluğun şerefini anlattın ömür boyu… Bugün kokuna ve gülüşüne hasret kızın sana gönülden teşekkür edebilmek için ömrünün büyük bir bölümünü feda edebilirdi. Fakat sen bana cevap verebilseydin; ölümün güzelliğini ve ilahî takdire baş eğmenin ferahlığını anlatırdın. Her şeyin en doğru zamanda vuku bulduğu gerçeğine inançla; seni, benim babam olarak lütfeden Yaradan’a şükürle, sana gönülden teşekkür ediyorum. İnşallah nefes aldığım her saniye, hakkının helali için Allah’ın yolundan ayrılmam ve bir gün bunun gururuyla kavuşurum sana…

      Sevgili Annem, gözümün gönlümün nuru… Allah’ın bahşettiği lütuf… Zerrin Öztaş… Namıdiğer GÜLRUMAH… Babamın aşkı… Yüzünde cennet bahçesini taşıyan annem… Fedakârlığın, parça parça olup da herkese yetişin, şikâyet bilmeyen mütebessim hâlinle sen ‘şükrü ve sabrı’ öğreten bir bilgesin. Zarafetin ve güzel kalbin aynası annem, bu kitabın ve benim can suyum oldun. Şimdi bu sözlerin her bir satırında, varlığınla, insan olabilmeye çabalayan gönlümün derdi yatıyor. Beni bu dertlerle şereflendiren annelik, insanlık ve kulluk zarafetine hürmetle ve saygıyla, sana gönülden teşekkür ediyorum. Bize mutlu bir baba ve değerli bir hayat verdin. Şükretmeyi öğrenen dilimin öğretmenisin. Her şey için teşekkürler…

      Kardeşlerim, Nihal ve Selcen Öztaş… Ömrümü anlamlandıran varlığınız için, beni yüreklendiren kardeşliğiniz için, bana her şeyimi paylaşabilecek bir kapı olduğunuz için, tüm yazdıklarıma-söylediklerime sevginizi kattığınız için, temiz ve arı duygularla adımlarımı desteklediğiniz için, gözyaşımın ortağı olduğunuz için, benim kardeşlerim olduğunuz için sonsuz teşekkür ediyorum…

      Can dostum, cankuşum, kardeşim Büşra Girgin… Zor bulunur, çok kıymetli bir mücevhersin hayatımda… Bütün bu sözlerin dile geldiği yıllar boyunca desteğini, varlığını ve sevgini kalbimin tam içinde hissettim. Tüm zorluklarda, yokuşlarda, tümseklerde sen vardın yanımda… Eminim ki bana olduğun kadar nice gönüllere dermansın sen… Hakkını ömrümce ödeyemeyecek olmanın bilinciyle, sevgimi, saygımı ve hürmetimi bilmeni istiyor ve sana da bu kitaptaki güçlü varlığın için çok ama çok teşekkür ediyorum…

      Sevgili Halacığım Reyhan Taşkale… Kalplere Allah sevgisini işleyen insan! Babamın yadigârı… Var olan tüm bildiklerimde ve tüm güzel, iyi amellerimde senin dokunuşlarını unutmak mümkün değil! Çocukluğumdan bu yana bize verdiklerinle, doğruyu yapabilmemizi ve yanlışlardan dönebilmemizi sağlayan varlığına minnettarım.

      Ve Babaannem Mukaddes Öztaş… Ellerinden öpülesi insan… Allah yolunu usanmadan anlatan, anlattığını sevdiren nursun ömrümde… Bugün o öğrettiklerin, kul olmaya çalıştığım bu hayat yollarında geceyi aydınlatan ışık gibi benimle… Tüm öğrettiklerin ve sevgi dolu kalbin için teşekkürler…

      Baba yarısı Amcam Adnan Öztaş ve tüm ailesine de sıcaklığı ve sundukları sevgi için gönülden teşekkür ediyorum. Bunca sevginin içinde acıları bile derinden hissettirmeyen varlığınız, yıllarca babama ve bize en güçlü dayanak oldu. Bugün de hâlâ babamın özlemini dindirdiğim bir adres olarak hepinize tek tek teşekkürlerimi sunmak istiyorum…

      Bir diğer baba yarısı, aile dostu, çocukluğumun tüm güzel anılarında hatırımı süsleyen Mehmet Şeker ve çok kıymetli eşi Ülkü Şeker… İkinize de içten teşekkürlerimi sunmayı kalbî bir borç bilirim. Çocukluğumun şen kahkahalarıydınız. Büyüdük, acılarla tanıştık… Şimdi varlığınız daha bir anlamlandı. Yazı yazmamda babam gittikten bu yana en büyük destekçilerimden biri Mehmet Amcam, yazdıklarıma verdiğin kıymete de, bana açtığın