Arslan Koyçiyev

Davul Taşın Hikâyesi


Скачать книгу

cebinde bulamadığı kalemini masadaki gazetelerin arasında buldu. Hemen bulunacak kolay bir yere koydu. Yazmak için beyaz bir kâğıt bulması lazımdı. Karısı getirse iyi olurdu.

      “Bir tane beyaz kâğıt getirseydin” dedi karısına. “Ne yapacaksın kâğıdı” dedi eşi ne için. “Ne için olsun yazmak için?” dedi. “Yazacağın mı tuttu bu saatte” dedi eşi. “Yazmam lazım başlamam lazım” dedi albay. “Eve girip yaz” dedi eşi.

      Eski kanepede uyuklayan eşiyle sessizce gözleriyle konuşmuş gibi içeri girmeye karar verdi. Sinirlendiren bu makaleyi sonuna kadar okuduktan sonra eşinin yanına giderse daha iyi olacaktı. Gözünün önünden ayırmadan yazması lazımdı.

      Olacağı buydu. Sonunda öyle olacaktı. Eninde sonunda halkın kafasını karıştıran, huzurunu kaçıran olaylar ortaya çıktı. Nasıl olacaktı ki? Sonra “Göstereceğim size, sizin de zamanınız gelir” dedi. Pis kokan iş yerinizle mi bize rakip olmak istediniz? Olacak şey mi bu? Otuzlu yıllarda tam altmış yetmiş sene önce yol başçının dileğini yerine getirmek için savaşa hazırlanmıştık hatırlıyor musunuz? Hepimiz hazırlanmıştık! Hep beraber hazırlanmıştık! İnsanoğlu yeryüzüne geldikten sonra kendisiyle beraber oluşan kötü huylarını düzeltmeye, insanların birbirine yaptığı kötülükleri, insanın aklına gelmeyecek kötü işleri aklına sokan kötü huylarını değiştirmeye kısacası kendini tekrardan terbiye etmeye ve topluma güzel hayat sağlama dileğine inanmıştık. Şimdi bu işe yaramazlar o büyük savaş zamanında acımasızca kurşunlanıp öldürülenler ve Sibirya’da ölenler için öç alacaklarmış sözde, durduk yere halkı huzursuz ettiler. Otuz bin… gülmeyen insanı güldürürler.

      Evet, “Stalin’in zamanındaki Davul Taş’taki kanlı olayın izi bulundu!” diye bir başlık atmışlar. Habercilerin dediği gibi yarım sayfalık makalenin yazarı beşinci paragraftan sonra saçma sapan olayları yazmaya başlamış. Kendini çok akıllı göstermek istemiş galiba türlü türlü terimler kullanmış. T.C isimli haberci, her şeyin çözülmesi için “Geçen sene de demiştik, yine de diyoruz: KGB’nin arşivleri tekrar araştırılsın! Stalin zamanındaki NKVD1’nin çalışanları, baskı zamanında acımadan öldüren askerlerin isimleri en kısa zamanda açıklansın, halka söylensin, onların cezasını çekmelerini, devletten istiyoruz! Eğer birileri hala aramızda ise kendi elleriyle yaptıklarını kendi başlarıyla çeksinler, halkın önünde cezalarını çeksinler. Devletin hesabından emekli maaşı almayı bırakıp cezalarını çeksinler. Cumhurbaşkanımız ne iş yapıyor, onların temizlenmesi lazım.

      Emekli, gazeteye tükürmek istedi. Boğazı kurudu, yutkunamıyor ve çenesi titriyordu. “Tasfiye mi? Tasfiye yapılmasını istiyormuş!” diye mırıldandı. Bir tükenmez kalem alıp, “arşiv” yazan her kelimeyi toplayıp, altını çizdi, “tasfiye” sözü defalarca tekrarlanmıştı, uzun çizgiler çizdi, cetvelle çizilmiş gibi uzun çizgiler çizdi. “Emeklilik maaşlarının kesilmesi” “Emeklilik maaşlarının askıya alınması”, “Haklarının kaldırılması” gibi hemen gözüne çarpan yerlere işaret koydu.

      İç çekti, boynuna asılı olan şapkasını kenarını kavrayıp ıslak alnına doğru çekti. Tortusu dibinde birikmiş olan boş kâseyi alıp uzağa koydu. Tükenmez kalemini alıp, göğüs cebine tutturdu. Bilmek istiyorsanız, “tasfiye” diyorlar ona çocuklar. Kollarını salladı ve dağınık gazeteleri katlayıp, sol kolunun altına sıkıştırdı. İkiye katladığı “A …” gazetesini sağ elinde tutarak ayağa kalktı. Söğüt ağacının yüzüne gelen yumuşak dallarını gazete tuttuğu eliyle iteleyip yürüyordu “tasfiye” dedi. Kalın bir söğüt ağacının dalından kaçarken bir anda yere düştü ve sonra doğrularak tekrar: “Tasfiye!” Kalın bir söğüt ağacının gölgesinden çıktığında kas katı kasılan beliyle hemen doğrulamadı, öfkeyle yürürken titreyen çenesiyle “tasfiye” diye mırıldandı.

      Evin içine geçerken, “Gerçek tasfiyeyi biz gördük! Kendi gözlerimizle gördük! Görmek bir kenara dokunduk! Kendi ellerimizle yaptık!” diye düşündü. Genç yaşta, gece yarısı özel görevler için sık sık Davul Taş’a giderdi. Bir grup askerle birlikte atışların yapıldığı yerde yedi atar naganıyla ateş edince ortalığı ayağa kaldırdığını, sessizliği bozduğunu, elleri arkadan bağlı titreyen halk düşmanlarını derin bir vadinin kenarında sıraya dizdiklerini hatırladı. Elleri arkalarından bağlıydı ve kaç kez ateş edip kaç kez orada olduğunu hatırladı. Hangisini söylüyorsun onlara bakarak ateş edip on ikisini öldürdüğü, arkası dönük ateş ederek on yedi kişiyi öldürdüğü günler oldu. Hangisini söylüyorsun bakarak ateş edip mavi boyunlu siyah bir kuşa ıskalamadan ateş ettiği günler de oldu. Hangisini söylüyorsun…

      Arşivlerinize bile kaydedilmemiş bir hikâyenin her ayrıntısını hatırlıyor musunuz? Derin düşüncelerle bir an sarsıldı. Genellikle duvara dokunmadan geçtiği yerde sol ikona2, pencerenin kenarından silerek aldı. Kireç tozunu bir kadın gibi gömleğine sürdü.

      “Ah canım!” dedi. Yirmi beş yaşında, gencecikken “NKVD’ nin üst çavuşu” rütbesine yükseltilmesi büyük bir andı. Sorumluluk, sorumluluğu düşünen, yükselmeyi bilen kişiye yüklenmez değil mi? Aklındaydı, hala gün gibi hatırlıyor. Bir gecede on iki adam teker teker vuruldu ve tepe taklak çukura düştü. Yedi atar tabancısıyla nişan alırken korkuyla titrese de yüksek sesle bağırarak “Ateş et, ateş et!” diye emretti. Rus binbaşı yanına geldi ve takdir ederek omzuna vurdu. “Aferin, Kırgız!” dedi. Üstlerine bir tavsiye mektubu yazıp ödüle layık olduğunu belirteceğim dedi. Bu arada o, yirmi beş yaşında genç bir Bolşevik’ti. Bu raporlar arşivlerde gizlidir. Şimdi gizli arşivi açmanız gerekiyor! Kat kat tutulan mavi damgalı raporlar artık her yere yayılıyor, herkes okuyor. Şunlara bak!

      II

      Bu sırada Kızıl-Asker’deki Taş Kaplı Birahanede 15 Temmuz 1992’ye kadeh kaldırıldı

      Kırk derece sıcakta Kızıl Asker’in tozlu sokaklarında yürüyüp üç duraklık mesafeden sallanarak gelirken yandı. Ne kadar doğru yazdığı meçhul olan kolunun altındaki dört gazetede çizgili gömleğine yapışmıştı. Koltuk altları sırılsıklam olmuş, ter içinde kalan gazeteci T.C.’nin kanı beynine çıkmıştı. Susamıştı, pis bir bardağa sarı fıçının musluğundan köpüklü soğuk bir bira dolduruldu. Ayakta içerken köpüğü üst dudağında kalmıştı, parayı vermeden ikinci bardağı istedi.

      “Ah!” Gözüm görmüyor! İç çekerek “Cenneti hayal ettim!” dedi. Hadi kardeşim, dolaşalım! Bugün bira günü!

      Göğsünü gererek, her iki tarafa bakındı. Bu sırada arpa mis gibi kokuyordu. Taze yapılmış soğuk bira mideye ulaştı. Sonra eklemlerini yumuşatıp ve tamamen rahatlatarak zihnini boşaltı. Önce etrafına sonra dönüp arkasına baktı.

      Her yer sessizdi. Susayan herkes saklanarak gelip, etrafta kimsecikler yok mu? diye göz gezdirdi. Kimse yoktu galiba, etrafına bir daha göz attı.

      Burnuna tanıdık bir koku geldi. Oo, yakından baktığında kolunun içine saklanmış kâğıda sarılı bir esrar buldu. Bu arada, kenevirin iyisi bu bizim Çüy’de oluyormuş. Duymadınız mı bunu, dünyanın hiçbir yerindeki kenevir, Çüy’dekinin tadına yaklaşamıyormuş. Birkaç kişiyi görmezden gelerek, filtresiz sigaralarla karıştırılmış birkaç sigara içti. Az sayıda insan sigara içiyor olmalı ara sıra sigara içiyorlar. Parlayan gözleri cam gibiydi. Hiç garip bir şekilde gülümseyip sırıtan birini gördünüz mü? Gördüyseniz, yanılmıyorsunuz, evet onlardır. Hmm…

      Öğle vakti şeytan gibi yoldan çıkıp, kalabalığın