Arslan Koyçiyev

Davul Taşın Hikâyesi


Скачать книгу

vardı!” diye başını sallamıştı. Yere tükürmesi de mümkündü. “Kötülüğün başka bir yeteneği, Allah’ım boğazını böyle verdi” diye övünüyorsun! “Başka bir kötü yeteneğim daha olsun. Allah’ım boğazımı öyle açsın!” “Onu tek seferde içmek istemesine sebep olan fıçının boyuna bak!” diye söylenip, gizlice aşağılayıcı ve sinsice sigara içen birisi vardı. Ama kargaşada yol kenarında taş çatılı etrafı dikenli telle korunan birahanenin etrafında sürekli dolaştı. Böylesine karanlık bir kalabalığın ortasında gazetecinin hayali, gazetesi küçük de olsa makalenin yayınlandığı günlerde kanı kaynıyordu. Akciğerlerinin kendiliğinden şişeceğini bilenler de vardı. Haftada en az iki kez, halkın arasına çıkar, bazen dört veya beş gün üst üste çıkardı. Askerin içinde “sanatçı”, unvanını bekleyen “mütevazı halkın siyasi sesi” unvanı alan gazetecimizin çok eskiden beri süre gelen âdetidir. Uzun süredir devam eden bir alışkanlık…

      – Ağabey dedi bardağına bira dolduran yiğit. Söylemezsem de şanslısınız ya? Tabi ki şanslıyım.

      Gazetecinin sol koltuğun altına baktı ve gazetelere vurdu.

      – Şanslıyım tabi ki. Amcanın KGB’den korkmadığını biliyorsun. Şimdi kan emici ajanların lekeli izine düşüp geri durma, dedi ilgili gazeteci. Toprak yolda kana susamış ajanların konvoyunu duymadın mı?

      – KGB’nin mı dedi genç adam iç çekerek.

      – Evet KGB’nin! dedi gazeteci heyecanla. İşte burada oku.

      Kolunun altına sıkıştırdığı gazetelerden birini dışarı çekip, genç adama verdi. Yarısı beyaz köpükle dolu saf birayı tutuyordu. Cam kupayı sağ elinizde tutun biranın köpüğünü alın ve oturun. Köpüğü azaltan huzursuz genç adam, sol kolunu hafifçe uzattı ve gazeteyi aldı. Gazetenin ne olduğuna bakıp, eyerin kaşı3 üzerinde tahta bir kutuya atmıştı. Bıraktığında ana sayfaya dikkatle bakıyordu. Üst üste birçok karşı haberi gördü. Koyu siyah harflerle yazılmıştı, örneğin: “Stalin tarafından öldürülenlerin cesetleri bulundu!” haberini gördü. Gözleri tabakaya daldı. Vuranlar! Ey millet anlıyor musunuz? “Stalin!” O acımasız katil! Öldürenlerin! Tehlike! Başka birinin de bu haber ilgisini çekti.

      – Evdekilere de oku, dedi gazeteci.

      – Okurum tabi ki, hiç okumaz olur muyum?

      – Atmayın, yaşıtlarınıza tekrar okuyun, komşularınıza okuyun. Elden ele, daha fazla kişiye yayılsın. Elinden geliyorsa tüm köye dağıt.

      – O zamana kadar parçalara ayrılacak!

      – Parçalanana kadar okuyun.

      – Okurum.

      – Gitmiyorum kardeşim, buralarda dolaşacağım. Kaç bardak içtiğimi unutma, tamam mı?

      – Tamam ağabey.

      Köpüğü iki avcu dolduran kupayı aldı. Yanlışlıkla sallarsanız, bir veya iki yudumu dökülür, dolaşmayın. Ağız dolusu büyük bir yudumu içerken, bira üç kişinin üzerine döküldü. Üst dudağında kalan beyaz köpüğü yine sol elinin dışıyla yana doğru çekerek sildi. Bugünkü davranışına kim ortak olmak ister? Nerede? Kim çıkacak karşısına? Kime gidip de kucaklaşacaksın? Kim çıkacak? Sayabileceğinden daha fazla etrafa baktı. Ceplerinde bozuk para kalmayana kadar yarıştılar ve dikkatleri dağıldığında mezeleri avuçlarına alıp kokladılar, hanı neredeler? Akranlarını aradı. Acı ter üstlerine sınmıştı, kirli, yağlı alınlarına eski şapkaları kokuyordu, görebiliyor musun? Etrafa dikkatlice baktı ve tanıdıklarını aradı.

      Alt tarafa daha uygun bir köşeden baktı. Bu arada ikinci kupayı içti, derin bir iç çekti. İçindekini sabahtan beri anlatmak istiyordu, onun için de etrafından biriyle uzun bir sohbet başlatması gerekliydi. Yanına bir arkadaş aradı, boynunu uzattı, bir an gözlerini kıstı ve sağ tarafına doğru döndü. Birbirlerinin karşısında oturmuş, saçları darmadağınık olan on dokuz ila yirmi yaşlarındaki biri gruptan birinin uzaktaki boş masaya oturduğunu anladı. Mavi dumanı sağa sola doğru üflendiğini fark etti. Yarım adım atarken esrar kokusu geliyordu. Güneşin ısısı o kadar yoğundu ki, bardaki çeşitli kokular arasında hemen fark edildi. Esrar kokusunu alanlar, esrarın keskin bir kokusu olduğunu, burun deliklerini tahriş ettiğini ve heyecanlandırdığını bilirler. “Tövbe! Uyuşturucu bağımlıları da yetmişli yıllarda ortaya çıkmaya başladı” diye düşündü. Yapma! “Kırmızı şapkalıların sana engel olmasına izin verme” dedi. Uzaklaştı, daha uzak bir geçişten sola döndü. Gözlerini çevirirken, kırmızı dudaklı, göz kapaklarını maviye boyamış ve kısık gözleri olan kızıl saçlı bir kız fark etti. Bir veya ikisini iyi tanıyordu, onları yakından tanıyordu. Onu dirseklerinden tutarak da tam olarak hâkim olamıyorlar. “Aptal! Çılgın çılgın çılgın! Durmuyor… deli!” Görünüşe göre her neslin yozlaşmışlardandı. Zamanında ellili, altmışlı yıllarda hayat kadınlarını görmüştüm. Ünlüler her zaman gidiyorlar, şimdi ise gitme isteklerini gizli tutuyorlar. Zar zor yürüyebildik, kahretsin şimdi yetmişli yılları görebilseydik keşke! diye düşündü.

      Belki de bir bardak birayla sarhoş olup sapıttı. Bu sırada yakındaki mavi etekli birisi gözüne çarptı ve gözleri parladı. Eteği beline kadar kıvrılmış, kalçaları beline kadar çıplak ve iriydi, bütün gece gözlerini dikip izlemek istedi. “Abartma diye düşündü baştan çıkarıcı bakışlarından uzaklaştı. Dağdan şehre yeni gelip gezen utangaç gençlerden beter kafasını çevirip gitti.

      –Ah ağabey, nasılsın? Bize burada destek olunuz!

      –Ağabey! Ağabey!

      –Buraya gel!

      Bağırmak için döndü. Arkasına yaslanarak oturup deminden beri hatırlayamıyordu. Taş çatılı bu barın önünde yürürken çoğu zaman ansızın karşılaşırdık. Elleri birayla dolu olduklarında kupalarını birbirlerine uzatıp çarpıştıran eski tanıdıklarmış. Her ikisi aynı anda geriye dönüp el salladılar. İsim? Hmmm … İsimleri hatırlayamadım. İsimler … İsimler … A … Hayır, o değil. B … yok o da değil. A.. belki B … tüü, Kırgızlarda böyle bir isim yoktu. O şimdi ne yapıyor? Hatırlayamadı. Hatırlayamadığı için bir an iç çekti. “Doğru, kupa çarpıştırıp yürürüz. Onlar kimdi? Pörtlek gözleri… Onun çenesiyle çok tanıdıktı. Yürümeye başlamıştı.

      –Hey, dostlarım, sizlerin burada oturduğunuzu fark etmedim!

      – “Hadi ama güzel bir kız gördüğünde şaşıracaksın.” Akranları gibi şakayla karışık konuşabildiğini göstermek isteyerek gıcırdayan dişlerini sıkmıştı. Tereddüt etmeden yaklaşmıştı.

      Onu iteleyen ötekisi, kızarmış gözlerinin önüne serilmiş kare kâğıt parçasını ve kâğıt parçası üzerindeki dört yuvarlak kurutu4 gösterdi:

      – Bize vurma, biz ölüyüz kardeşim. Tüm yapabileceğimiz bu!

      Güldüler ve birbirlerini selamlamak için ayağa kalktılar. Gazeteci bira kupasını düşürdü ve doğrudan gözlerinin içine baktı.

      – Çok geniş bir alanda sıkıştın, dedi.

      – Evli kızların arasında görünmedi galiba. Kızların yalnızlığı… Galiba mehtap omuzlarını örtüyordu.

      Öteki ikisinin sadece karınlarında bir bardak bira değil, görünüşe göre ondan daha fazlası vardı. Bu kadar ahlaksız konuşup bağrışarak dizlerine vurarak güldüler.

      –İy çobanlar! Kimler ağzını şapırdattı? Buraya girsinler!

      –Gel