Rukayye Kebiri

Açlık Baratası


Скачать книгу

Güm… Güm…

      Bodrumdan gelen ses gürültülü olsa da ahenkli ve ritmik bir sesti. Sanki işçiler sırayla ve nota üzerine darbeleri yere indiriyorlardı. Birkaç gündür işçiler bodrum katta tamir yapıyorlardı. Okul hizmetçisinin babası Reyhan amca, her gün olduğu gibi Polonya sandalyesinin üzerinde oturmuş kayısı kurusu gibi güneşleniyordu. Amber sınıfın penceresinden verandaya doğru baktı. Onun aklından geçeni tahmin edebiliyorum. Kesin benim, Gazi ile dalga geçtiğimi düşünüyor ya da iskeletin erkek olduğu aklından geçiyor.

      İskeleti dikey biçimde taşıdığımdan belime ağırlık çökmüştü. Merdivenleri çok dikkatli iniyordum. Hayalim aklıma üstün geliyordu. Beynimde dalgalanan tasvirleri gözlerimin aynasında canlandırmak hoşuma gidiyordu. Bu sırada Reyhan amcanın da bakışları beni takip ediyordu. Onun bakışları, Gazi’nin şüpheli bakışlarına ve Amber’in boş bakışlarına benzemezdi hiç. Duvara bakar gibi, musluklardan akan damlalara bakar gibi bakıyordu.

      Ayaklarımı merdivenin son basamağına koyduğumda bodrumdan gelen gürültü iyice yükseldi. Belki gürültünün nedenini anlarım diye eğilip bodrumun merdivenlerine baktım. Bakmaz olaydım. Bembeyaz olmuş renkleriyle korku içinde, bodrumun merdivenlerinden iki işçi bağırarak yukarı doğru geliyorlardı ki kucağımdaki iskeleti görünce bağırtıları daha da yükseldi. Elleriyle kalçalarına vurarak avlunun ortasına koştular. Her ne sebepten ise bir şeyden çok korktukları belliydi. Ben de Reyhan amca da şaşkındık.

      “Ölü… Ölü… Ölü hortlayıp…”

      İşçiler çığlıklar içinde bir şeyler anlatmaya çalışıyorlardı. Ağızlarından ölü sözü çıkıyor, bir de garip sesler. Reyhan amca, Polonya sandalyesinden ayağa kalkıp şaşkın vaziyette, bastonunun yardımıyla bodruma doğru yürümeye başladı. Gazi, elinde camdan balonla verandaya doğru koştu. Bir başka işçi, merdivenlerden aceleyle yukarı çıkarken kucağımdaki Brejit’e çarptı. Brejit elimden düştü. İşçiyle Brejit birlikte yere serildiler. İşçi bayıldı. Zavallı Brejit’imin el ve kol kemikleri parçalanarak yere dağıldı. Baldır kemikleri kalçadan ayrıldı ve dibi düşmüş cam gibi parçalanarak baygın işçinin böğrüne düştü. Kopmuş eli merdivenlerden aşağı doğru yuvarlandı. Aklımdaki Brejit de iskeletle birlikte paramparça oldu. Adeta kendimi kaybettim. Ne yapacağımı bilemiyordum. Brejit’in dağılmış kemiklerini mi düşüneyim, kemiklerle yan yana yatıp duran baygın işçiyle mi ilgileneyim yoksa bahçenin ortasında kıyameti koparan işçileri mi düşüneyim?

      İşçilerden biri, Reyhan amcanın kolundan tutmuş sallıyordu. Reyhan amca ise kendini onun elinden kurtarıp neredeyse bodrumun merdivenlerine varmıştı. O anda müdür nefes nefese olay yerine geldi. Yuvarlak ve tombik göbeği yüzünden ter içinde kalmıştı. Önce bodruma girdi. Reyhan amca bastonunu yere vura vura müdürün arkasınca aşağı inmeye başladı. Biyoloji öğretmeni onu kolundan tutup birlikte indiler. Öğrencilerin bir kısmı bodruma doğru koşturdular, bir kısmı da müdür muavini ile bağırıp çağıran işçilerin etrafına toplaştılar. Başka bir kısmı da baygın düşen işçinin başına toplaştı. Spor öğretmeni işçinin kafasını dizine yatırıp ağzına kaşıkla şekerli su döküyordu. O karışıklıkta şekerli su vermeyi kim akıl etmişti?

      Öğretmenler ve öğrenciler şaşkın bir vaziyette işçileri izliyorlardı. Ben ise verandanın merdivenlerinin sonunda çivi gibi yere çakılmıştım. İskeletin parmakları müdürün ayakları altında çıtırdadığında gözlerimi kapattım. Sanki müdür, Brejit’in ince, beyaz ve sıcak parmaklarını ayakları altında eziyor gibiydi.

      Bir anda Gazi’yi yanı başımda buldum. Camdan balon bir elinde, diğer eliyle de Brejit’in dağılmış kemiklerini topluyordu. Amber ise öğrencilerin arasından sıyrılarak bana ulaştı. Kolumdan tutup kaygılı bir kardeş gibi sıktı. Dudağında hüzün dolu bir tebessüm vardı.

      “Korktun mu?”

      “Hayır korkmadım. Şaşkınım. İşçilerin bodrumdan bağırıp çağırarak bahçeye koşmalarını da hâlâ anlamış değilim. Öğrenciler neden birkaç saniye içinde sınıftan bahçeye akın ettiler?”

      Gazi, iri yapılı vücudu ile çocuk gibi diz çökmüştü. Reyhan amca, bahçenin köşesinden ekmek kırıntısı toplarmış gibi öğrencilerin ayakları altından iskeletin kemiklerini bir yere topluyordu. Ancak ekmeği öpüp alnına koyduğu gibi kemikleri öpmüyordu. İskeletin kutsal kalçasını bir cam gibi ihtiyatlı bir şekilde alıp ince kemiklerin yanına koyuyordu. Amber kolumu bıraktı, iskelet kemiklerini toplayan Gazi’nin yardımına koştu. Gazi ise bir şeyler söylenip duruyordu:

      “Beceriksizler! Sizi beceriksizler! Bir bak da gör, tek iskeletimize ne yaptılar! Sanki ölü hortlayıp da sizi yiyecek. Ölü de bir zamanlar senin gibi bir insandı be. Bir kimse yok mu bu beceriksize söylesin, senin de bedeninin çerçevesi taştan değil, bu iskelettendir diye. İskelet korkulacak şey midir? Ahmaklar!”

      Gazi, okulun bütçe darlığına mı yoksa laboratuvarın iskeletsiz kaldığına mı söyleniyor, belli değildi. Belki de benim Brejit gibi onun da matruşkasının paramparça oluşuna söyleniyordu.

      Reyhan amca bastonunu yere vura vura bu sefer bodrum merdivenlerinden yukarı doğru çıkıyordu. Merdivenin son basamağına varınca soluklanıyor ve yüksek sesle; “Korkmayın, korkmayın, ölü hortlamamış! Aşdöken Mezarlığının üstü açılmış. Korkmayın, korkmayın ölü hortlamayıp Aşdöken Mezarlığının üstü açılmış!”diye tekrarlayıp duruyordu.

      O karışıklıkta elinde baston merdiven üzerinde durup, “Korkmayın!” diye bağıran Reyhan amcanın konuşma tarzı Robin Hood filmini hatırlattı bana. Leş kartalları, süngüleri omuzlarında, yüksek sesle; “Saat on iki! Şehir güven ve asayiş içinde… Saat on iki!” diye bağırıyorlardı.

      Saatime baktım, gerçekten de saat on ikiyi gösteriyordu.

      – 2 -

      “Beyler, bugünkü dersimiz Hermafroditlik konusu üzerinedir. Aranızda Hermafroditliğin ne anlama geldiğini bilen var mı?”

      Amber’in koluna yavaşça dokundum ve, “Bu konu tam senin kanayan yaran.” dedim. Amber’in yüzü gözü değişti. Biraz kızardı biraz da beyazlaştı fakat bana cevap vermedi. Okuyup bildiklerini sınıfta anlatmak için hiç özgüveni yoktu. Hem de korkaktır. Öğretmenin, konuştuğumuzu duyup sözlü defterinde eksi not vermesinden korkuyordu. Bunda ne var ki! Eksi not da diğer notlar gibi öğrenci içindir.

      Biyoloji öğretmeni beyaz tahta üzerine bir kalça kemiği çizdi. İçimden, Brejit’in kalçasına hiç benzemiyor dedim. Yine, o karışıklıkta Brejit’in kalçasını altı düşmüş kutsal bir cam gibi korumaya çalışan Gazi aklıma geldi. Amber’in kulağına, “Yazık, iskelet nasıl da darmadağın oldu!”diye fısıldadım. O ise her zamanki gibi sessiz sedasızdı. Gözü biyoloji öğretmenin ağzındaydı.

      “Beyler, iskeletimiz Aşdöken Mezarlığı yüzünden kırılıp parçalandığına göre bugün dersi tahtada çizdiğim resimle işleyeceğiz.” Brejit’in paramparça olmasının derdi bana yetmezmiş gibi, öğretmenin bana tuhaf tuhaf bakması sanki büyük bir cinayet işlemiş gibi hissetmeme neden oldu. Tekrar Amber’in kulağına fısıldadım, “Hamal oğlu hamal sanki cin görmüştü, bodrumdan öyle bir aceleyle yukarıya, iskeletin üzerine koştu ki dengemi kaybettim. Şimdi otur sınıfta bakalım, hem öğretmenin laf sokuşturmasını dinle hem de iskeletin hasretini çek.”

      Öğretmen beyaz tahtada kalemle kalça kemiğini çizerken kemiklerin yerlerini açıklıyordu,“Daha önce de anlattığım gibi kalça dört çeşit kemikten oluşuyor. Çocukken bu kemikler kıkırdak şeklinde olur fakat büyüdükçe sert kemiğe