tüm sınıf üzerine gelecek ve seni soru yağmuruna tutacaklar.”dedim. Reyhan amcanın cevabını beklemeden bodrum merdivenlerinden inmeye başladım…
– 3 -
Ayak parmaklarımın ucu üzerinde bodrum merdivenlerini iniyordum. Ayaklarımı yavaşça yere basıyordum Gazi duymasın diye. Kapıdan içeri girdim. Ortalık alacakaranlıktı. Rutubet kokuyordu. İlginç bir duygu içindeydim. Kalp atışlarım giderek hızlanıyordu. Filmlerdeki gibi kafama bir kadın çorabı geçirseydim kendimi tam bir hırsız gibi hissederdim fakat ben hırsızlığa gelmedim ki. Bu bodrumda insan kemiğinden başka çalınacak ne olabilir ki?
Kafamı kapının girişinden içeri soktum. Kocaman kemikler odun yığını gibi pinpon masasının kenarında duvar dibinde toplanmış, ufakları irilerden ayırmışlar. Kaç ölünün olduğu belli değildi. Eğer pinpon masasının altından eğilip de kafataslarını sayacak olursam, o zaman ölülerin sayısı belli olurdu. Bodrumun döşemesi baştanbaşa kazılmış ve sürülmüş tarlaya benziyordu. Fakat tohum ekmeden sanki kemik biçmişlerdi bu tarlada.
Masanın üzerinde bir matkap vardı bir de kalçanın içinden geçirilmiş ince bir boru. Gazi, masanın kenarına toplanmış kemiklerle uğraşıyordu. Usta bir kemik uzmanı gibi omurga kemiklerini gözden geçirip bir bir seçiyordu. Seçtiği omurgaları borunun kafasına yerleştiriyordu. Yüzünü göremiyordum ama elleri kemikleri getirip götürüyordu. Böyle izledikçe giysileri altından onun bel, kol ve bilek omurga kemiklerini tasavvur ediyordum. Tasavvurlarım her zaman beni beklemediğim an yakalar, zihnimde asılı kalır zaten. Gazi’nin dirseği kaldıraç gibi onun kolu ile bilek kemiklerini harekete geçiriyordu. Masa ile göz mesafesinde hareket eden bileği mekanik bir araç gibiydi. Kemikleri bir bir eline alıp bakıyor, ters çeviriyor sonra geri yerine koyuyordu. Başka bir kemiği eline alıyor, sanki beyninin dışında elleri de ayrıca kemiklere bakarak düşünüyordu. Belli, aynen benim gibi kemiklere ilgisi çoktu. Fakat ben böylesi dağılmış ve serpilmiş kemikleri değil, çerçeveli kemikleri tasavvur etmekten hoşlanıyorum. Kemiğe dokunmaktan daha ziyade, zihnimde tasavvur edip, ona göre hayal kurmayı seviyorum. Gazi’nin ilgisi ne zaman ve nereden başladı bilemem fakat bu alışkanlık bende altıncı sınıfta okuduğum zaman başladı. Hâlâ da yakamdan düşmedi. Amber diyor ki, sen altmış yaşına da gelsen bu alışkanlık seni terk etmeyecek.
Her şey o gözlükle başladı.
Tuba Mezarlığında etsiz, derisiz, perdesiz, örtüsüz cesetleri gördüğümde başladı gözlük macerası.
Ahmet şöyle söylemişti, “Ulan bilmiyorsun ki insanı çırılçıplak gösteriyor! Dayım yurt dışından getirmiş.”Sonra gözlüğü gözüne takmıştı. Her ne kadar gözleri gözlüğün siyah camları arkasında saklandıysa da dudakları inceden inceye gülümsemişti. Ben ise gözlüğü onun gözünden çıkarmaya çalışmıştım. Ahmet’in vücudumu çıplak görmesinden hoşlanmıyordum. Elimden kurtulup kaçarken, “Baksana… Hele çırılçıplak göstermek bir yana dursun, et ile deri altındaki kemikleri de gösterir. Ulan senin göğüs kemiklerin sanki tavuk kümesi.” demişti.
Elimi göğsüme çapraz bir şekilde koydum. İnsanın göğüs kemiklerinin tavuk kümesine benzemesi hiç aklıma gelmezdi. O zamana kadar kendim ve Amber’den başka doğru düzgün çıplak insan görmemiştim. Amber’i de tam çıplak görmemiştim çünkü annem bizi banyoda iç çamaşırımızı çıkarmadan yıkardı. Banyodan ilk hangimiz çıkarsak diğeri annemin emriyle yüzünü duvara çevirip gözünü kapatırdı.
Annem ise ne gözünü kapatırdı ne de bizim çıplak vücudumuzu dikkatle süzerdi. Annemiz, Tanrı gibi bizim çıplaklığımızı görürdü.
Ahmet, kemikleri de gösterir deyip kaçtıktan sonra aklım hep kurcalanıyordu. Üstelik tavuk kümesi sözü gururuma dokunmuştu. Kemikleri gösteren gözlüğü bir türlü unutamıyordum. Kime baksam, kemikleri et deri altından çıkıverip gözüme giriyordu sanki. Geceleri rüyamda göğsümde tavuklar gıdaklıyor, horozlar ötüyor, civcivler cıvıldaşıyorlardı.
Gözlüğü ele geçirmeliydim.
“Söylenenlere göre mezarın ilk gecesi münker ve nekir gelip soru soracak. Acaba insan anasının rahmine düştüğü gün de enker münker gelip insanı…”Amber elini ağzıma koymuştu. İkiz olmamıza rağmen birbirimizden farklı düşünüyorduk.
“Bu gözlük senin aklını başından almış, böyle devam ederse tımarhaneye kadar yolun var.”
Ahmet’in çıplak gösteren gözlüğünün kirası pahalıydı. Bin bir bahane ile Amber’i bir haftalık harçlıklarımızı biriktirelim belki beş on dakikalığına gözlüğü kiralar gözümüze takarız diye ikna ettim.
Amber, “Ahmet blöf yapıyor. Kitapta okuduğuma göre insanın kemikleri sadece x ışını ile gözükür. Ayrıca, izinsiz birini çırılçıplak seyretmek kötü iştir.” dedi. Benim onla bunla ne işim olabilir?
Ahmet , “Ben komşu kadına baktım. Bakmaz olaydım. Kemikleri üzerinde yedi kat etten duvar örülü.” demişti. Amber, “Ahmet’in söylediklerine, sen neden inandın?” dedi. Beni kolumdan tutup, “Şu blöfçü adamın yalan palanına inanma… Babam öğrenirse boğar seni.” dedi. “Demek ki sen de gözlüğün kemikleri gösterdiğine inanıyorsun belli oldu.”diye karşılık verdim.
Ahmet’le ertesi gün karşılaştığımızda,“Ben mahalle kadınları ve kızlarının çoğuna baktım.” dedi böbürlenerek. Bir anda Ahmet’in gözlük arkasından annemi seyrettiğini düşündüm. Etimle derim arasında bir şeyler titredi. Yüzüm hırstan alev alev yandı. Amber de kıpkırmızı kesildi. Kesin benim aklımdan geçen onun da aklından geçmişti. Düşünmesi bile insanı deli ediyor. Bir anda öfkeyle Ahmet’in üzerine yürüdüm, yakasından tuttum. Gözlüğü gözünden çıkarıp yere fırlattım. Kavga eden iki dana gibi boynuz boynuza geldik. Birbirimizi yere serip boğuştuk. İkiz olsak da Amber anadan doğma korkaktı. Her zaman kavgadan korkardı. Şimdi de kardeşinden yana durmak yerine, yabancı gibi bizi ayırmaya çalışıyordu. Bir an Amber’in elinde kırık gözlüğü görünce ikimiz de boğuşmaya ara verdik ve gözlüğe baktık. Gözlüğün hangimizin ayakları altında kırıldığı belli değildi. Ahmet tozlu topraklı elleriyle gözünden akan yaşı silerek,“Şimdi gider dayımı kapınıza gönderirim. Gözlüğün parasını sizden alır. Görürsünüz siz gününüzü.” dedi.
Ben ise bağırdım,“Ulan bana bulaşma yoksa seni rezil ederim. Açarım sandığı dökerim pamuğu…2 Mahallede herkese, bu manyak şu gözlükle sizin karılarınızın, kızlarınızın vücutlarına bakmıştır, onları bu gözlük çırılçıplak gösteriyormuş. O da seyretmiş derim. Söyledim ki hesap elinde olsun!”
Gazi kafasını masaya doğru eğmişti. Dönüp beni arkasında görürse, irkilecek. Durduğu pozisyona bakıyordum. Onun boynunun omurgalarını zihnimin gözünde görmek için hiçbir gözlüğe ihtiyacım yoktu. Eğer irade edersem onun iskeletini de zihnimin gözüyle görebilirdim fakat nedense Gazi’nin göğüs kemiklerindeki tavuk kümesin zihnimde tasavvur etmeye hiç hevesim yoktu. Aynen başka insanlar gibidir. Gazi’nin kaba kemikleri benim hiç umurumda değil!
Hiçbir zaman Ahmet’in gözlüğünün insanları gerçekten de çıplak gösterdiği belli olmadı fakat o zamandan beri ne ölüden ne de ölü kalıntısından korkmadığımı anladım.
Evimizin karşısındaki Tuba Mezarlığının yerinde cami yapılacağından ölülerin sahipleri mevtaları başka mezarlığa taşımak zorunda kalmışlardı. Ben de her gün mezarlığa gidip açılan mezarlardan çıkarılan ölülerin kalıntısını izliyordum. İçimde doğan merak her an beni Tuba Mezarlığına