Rahimcan Otarbayev

Baş


Скачать книгу

p>RAHİMCAN OTARBAYEV

      BAŞ

      Takdim

Canseyit TÜYMEBAYEV Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi

      Kazak halkının kültürel ve sanatsal birikimlerinden biri sayılan Kazak edebiyatının, geçmiş ile günümüzün aydın dimağlarını yetiştirdiği, söz sanatına yeni bir boyut, yeni bir ufuk kazandırdığı ve milletin kaderi açısından geleceği daha net görebilmek için kendine has rengiyle ve şivesiyle derin bir düşünce dünyasını oluşturduğu gerçektir. Kazak edebiyatı, her ne kadar zamanın devamlı değişen konjoktörüne bağlı kalarak şekillenmiş olsa da, herbir insanı temel olarak ilgilendiren ortak değerleri anlatmadan ve aktarmadan hiçbir zaman vazgeçmiş değildir. Şüphesiz sanat dünyasına sadık kalarak millî ruhumuzun abidesini ikame etmeye kendi hayatlarını adayan sanat fedailerine, değerli yazarlarımıza bağlı olmuştur. İşte Kazak yazarı Rahimcan Otarbayev, edebiyatımızın sunturlu söz sanatçılarından biri olarak asırlardan devam ede gelen bu önemli kültürel misyonunu en iyi şekilde yerine getirmektedir.

      Rahimcan Otarbayev, kendine has yazı sitiliyle kimseyi tekrarlamayan önemli bir kuşak temsilcisidir. Edebiyat adlı kutsal dünyaya ter ü taze duygularla gelen yazar, sanatını sergileyerek yoğun bir okur kitlesine kendisini kabul ettirmiştir. Onun eserlerindeki hayatın ölümsüz kareleri gerçek resim şeklinde göz önünde canlanır. Yazarın kaleminden doğan her cümle doğal bir şekilde gönlünde yer edinir.

      Rahimcan Otarbayev, gerçekçi bir yazardır. Eserleri, hayatın eseridir. Toplumun ürünüdür. İnsanın tarzıdır. Bazen sevimsiz bir manzarayı veya olayı hiç değiştirmeden olduğu gibi yansıtır. Eleştirdiğinden dolayı değil, topluma karşı ayna tuttuğundan, gerçek yüzünü göstermek amaçlı olduğundan. Hayatta olduğu gibi edebiyat dünyasında da aynı gerçeğin peşindedir. Günümüzün moda tabiriyle realitelerin arayışındadır. İşte bu haslet dolayı okur yanıldığını yada yanıltıldığını düşünmez, yazara güven besler. Sanırım, bu önemli yazar ile okur arasında önemli bir ilişkidir.

      Rahimcan Otarbayev, Kazakistan Cumhuriyeti Bişkek Büyükelçiliğinde uzun yıllar çalıştığı için hem uluslararası platformlarda bir diplomat olarak memleketini en iyi şekilde temsil ederek insanlığın maruz kaldığı sorunları üzerinde birçok çalışmalara imza attı. Özellikle, Kazak ile Kırgız ilişkilerinde büyük katkı sağlayarak kültürel bağın daha çok güçlenmesi için çaba sarf etmiştir. Kazakistan’da birçok kültür ve sanatla ilgili olan kurumlarda görev yaparak Kazak manevi değerlerinin zenginleşmesine büyük katkı sağlamıştır. Kazak kültür ve sanatının gelişmesine büyük emek vermiştir.

      Umarım, bu kitap okurlarımızın ilgisini çeker ve kardeş ülke Kazakistan’a, Kazak halkına yeni bir sevgi hissini uyandırır. Değerli Kazak yazarı Rahimcan Otarbayev’in eserlerini Türk diline aktaran Gülzada TEMENOVA ve Malik OTARBAYEV’e ve yayına hazırlanmasında emeği geçen Avrasya Yazarlar Birliği’nin “BENGÜ” yayınevine teşekkürlerimi sunar, bu kitabın okurlarımıza yararlı olmasını dilerim.

      Önsöz

Yakup ÖMEROĞLU Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı

      Rus edebiyatının usta yazarlarından Mihail Saltıkov-Şçedrin: “Yazar basit bir şeyden derin bir dünyayı, derin bir dünyadan basit bir şeyi algılar,” der. Sanırım, bu tür yazarlar, sadece iş olarak yazar değildirler, aynı zamanda ruhu itibarıyla, yaratılışlarıyla yazardırlar. Öyle ki, onlar beyaz kağıt üzerinde kelimelerle resim çizen söz sanatının ressamlarıdırlar. Ressamların yazdığı eserleri tabi ki bir tek coğrafyayla, bir tek toplumla sınırlı kalmaz, kalmamalıdır da. Ve onlar toplumlar arasında kültürel etkileşime tesir ederek bir manada yön verirler. Zihniyetin değişmesine, düşüncelerin farklı bir bakışa doğru yönelmesini etkilerler. Bu, gerçek manada olağanüstü bir fenomendir.

      Kazak edebiyatının meşhur kalem erbabı Rahimcan Otarbayev efsaneleşme yolunda olan bir yazardır. Meşgale olarak değil, yaratılışıyla, karakteriyle, kabiliyet ve yeteneğiyle tam bir yazardır. Daha doğrusu günümüze kadar yazdığı eserleriyle, eserlerinde işlediği birbirinden ilginç konularıyla bunu defalarca ortaya koymuştur. Onun her bir eseri sadece müellifin diliyle konuşur, düşüncesiyle kıvranır, ruhuyla çırpınır ve sanatıyla şekillenir. O, günümüzde olup biten şeylere öyle değerler katar ki, doğal olarak önem ver(e)mediğimiz, fakat yaşadığımız, nefes alıp verdiğimiz herhangi bir anı bize farklı bir açıdan gösterir. Basit bir olay, sıradan bir vakıa onun için sıra dışıdır, olağan üstüdür. Dolayısıyla o, ölmeye namzet olan kelimeleri öyle diriltir ki, o kelimeler çeşitli anlamlar kazanarak değişik manalara bürünürler. İşte, bu anlamların bir arada beyan edildiğini, hikaye yada roman adıyla şekillendiğini görünce apayrı bir dünyanın oluştuğunu fark etmek mümkündür.

      Rahimcan Otarbayev, gerçekçi bir yazardır. Sanatın diliyle gerçeği anlatır. Ölmez diliyle yani. Böyle bir duyarlılıkla doğan eserin sayesinde hem sanat hem de dil ölümsüzlüğe kanat açar. Onun, her bir eseri insan, zaman, mekan ve felsefe çerçevesinde değerlendirilir. Sıradan bir kasabadaki bir insanın yaşantısını resmederken şehirlerde bile bulamadığınız bir güzellik katar, farklı bir boya çalar. Sonuçta o sıradan insanın bile o kadar derin felsefi görüşü, bu görüşün temelinde şekillenen hayatı var ki, özenmemek yada onunla özdeşleşmemek elde değildir. Zamana gelince, yazar toplumun değişime uğradığı iki dönemi yaşadı. Biri, Sovyet Birliği yıkılmadan önceki dönem, ikincisi ise şuan ki bağımsızlık yılları. İşte bu geçiş dönemi çok iyi anlatan, özel hayattan sosyal hayata kadar, hayatın her alanının kelimelerle ‘resim çizen’ bir yazardır. Bağımsızlık döneminde Kazakistan ve Kazak halkının hayatına, tarihine hikaye, roman ve piyesleriyle ayna tutan en önemli yazarlardan biri Rahimcan Otarabayev’dir.

      Türkçeye kazandırılan bu eserlerin büyük ilgi göreceğini düşünüyorum. Eserleri Türk diline aktaran Gülzada Temenova ile Malik Otarbayev’e teşekkür eder, Türkiye ile Kazakistan arasındaki kardeşlik bağı pekiştiren, edebiyatla güçlendiren Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliğine şükran duygularımı arz ederim.

      Baş

      Etrafa gümüş tozlarını döken ayın kendi çizgisinden uzaklaşmış olduğu bir zaman dilimiydi. Fitili tükenmiş olan yıldızlar da solgunlaşmış, sönmeye yüz tutmuştu. Akşamdan beri oturduğu yerden kıpırdamayan Noel’in kıçı uyuşmuştu. Gözleri çapaklı, kirpikleri yapışık, dayanılmaz bir haldeydi. Alacakaranlığın hâkim olduğu pencereden yüzünü çevirip dışarı bakmak istedi. Bir süre tereddüt ettikten sonra vazgeçti.

      “Hayatın bir başka şafağı da ağarmaya başlamış. Bize güler yüz gösterir mi acaba? Ne dersin, Mahambet üstad?” dedi önünde duran kuru kafaya bakarak. “Seni yedi kat yerin altından kazıyarak çıkarttım. Üfleyerek can veremedim. Fakat Kazak halkının hasret çektiği melek yüzüne şekil verip heykelini yaptım. Asırlara hükmeden şairimiz, mücahidimiz ne olur benden razı ol. Bana gücenme. Artık takatim tükendi. Moskova’ya döneceğim…”

      Sanki bir an kuru kafanın göz pınarları pırıl pırıl parlamış, çene kemikleri tak tak ederek harekete geçmişti.

      “Hey, Noel! Beni Almatı’ya getirip atmak için mi mezarımdan çıkarttın? Bu yaptığın da nedir böyle?”

      Tak tak diye harekete geçen çene kemiklerinden bu sözleri açıkça duydu mu, hayal mi gördü? Uykuda mı, uyanık mı ayırt edilebilecek gibi değildi.

      Noel, Kazakistan’daki önemli tek antropolog olan meşhür Gerasimov’un talebesiydi. Düz burunlu, zayıf, solgun yüzlü, yakışıklı delikanlı Moskova’dan mezun olup geldiği ilk günlerde “Kazak halkına ait olan ve bugün hâlâ kabri bilinmeyen büyük tarihî şahsiyetlerin hepsini tek tek ortaya çıkartacağım. Onları yeniden halka kazandıracağım ve hepsine hayat vereceğim.”

      diye kasılmıştı. Yaz kış demeden, bulabildiği küçük tepeciklerdeki önüne gelen her kurganı dolaşmıştı, zor şartlarda yolculuk yapmıştı. Topuklarını eskitmişti. Güneşten ağarmış başlığı alnında iz bırakmıştı. Dağınık sakallarını toz kaplamıştı. Toprakları kaza kaza nice kürek ile küskünün ucunu eskitmişti. Sonu gelmeyen hayaller aklında; mübareklerin son mekânlarından kuru kafataslarını kazıp, çıkartsa… Onları canlı birer heykele dönüştürebilse keşke… Devletin Han’ı keçe kalpağını bastırıp giyse, sakal bırakmış olduğu