ilgi çekici her şey şiir gibidir,
Boşa bölme, sakin sakin düşünsene bir.
Şiiri, söylemek bir yana, anlamazsın,
Söylesen, gücüyle başa çıkamazsın,
“Sen bilmezsin” diye söylemez misin,
Niye bunca inatlaşır, “olur” demezsin?
“Şiir” dediğin; her sözün yakışması,
Söz kafiyesi, uygun olup yaraşmalı,
Sözü tatlı, manası düzgün gelmişse,
Kim onunla çekişmekten hoşlanırdı?
Karnı tok nadanlar anlamaz sözü,
Sözü anlardı, yüreğinin olsa gözü,
Doğru sözün kadrini bilir cana da,
Uygun vakit değilse söyleme sözü.
Hediye bekleme, verse alma hiç kimseden,
Neyin eksilir, güzel şiir ile söz söylemekten,
Hayran olunacak adama saygı göstersen,
Uzakta dur, şiirini satıp bir şey edinenden.
Çok cemiyette söz tanır kişi bulunmaz ki,
Öyle yerde söz söylemek alay olur sanki.
Birisi o yana, birisi bu yana verir dikkatini,
Sözün tamamını dinleyecek Kazak yok ki.
Şortanbay9, Dulat10 ile Bukar Jırau11 tanınır
Kazak şiirini yamayıp toparlayan bunlardır.
Hey gidi fani dünya hey, söz tanır kişi olsa,
Eksikliği her yerde hissedilir, görülür daha!
Maksadım; dil geliştirmek, hüner saçmak,
Nadanın gözünü koyup, gönlünü açmak…
“Örnek alsın” diyorum, akıllı-fikirli gençler,
Akılda yok eğlence, evvel başta Hay-i Hak.
Güz
Göğü kapladı, rengi soğuk gri bulutlar,
Güz oldu, nemli sisler dünyayı basar,
Bilmiyorum; doymuş mu, donmuş mu
Yılkı oynamış, tay yarışır, kısrak kaçar?
Yeşil otlar çiçekler kalmadı eskisi gibi,
Gençler gülmez, koşmaz çocuklar gibi,
Rengi kaçmış, sefil ihtiyar kocakarı gibi,
Yaprağından ayrılan ağaçlar, kurur gibi…
Biri deri tabaklar, karışıma bulamış,
Yırtılmış giyimi, sarkmaya başlamış,
Kaynanasına eğirtip deve yünü ipini,
Genç hanımlar, yamar yırtılmış evini.
Kaz, turna katarlanarak beriye dönse,
Altında ak tepecik, yürür bir kervan ise.
Hangi köyü görsen, biraz kederlice işte,
Neşe-oyun görünmez, kaçmış keyfi de.
Kocakarı ile ihtiyar çömelmiş, bala titrer,
Keyifsiz kara soğuk, kırlarda esip gürler,
Etli kemikler, çorbalar olmadıktan sonra,
Evde it durmaz, sıçan avlar, orda-burda…
Dullaması12 eskimiş, ateşi sönmüş halkın ülkesi,
Yel vursa, toza-toprağa karışır, duman olur hali,
Ocağı tütmeyen evinin, rengi sararmış ya hani,
Sürtüşmekten korkan halkımın, kurusun düzeni…
Kasım, Aralık ile o bir-iki ay
Kış başı Kasım, Aralık ile o bir-iki ay
Biri erken gelmiş, biri geç kalmış say.
Erken gitsem “yer kaparım” diye,
Yelkıranıyla merada oturur ya bay!
Fakir, yaşar ya kendisi mal güderek,
Yakmaya odun yok, sürekli oturarak,
Katı karışımı ısıtır, kürkünü tabaklar,
Keçeleri yamar kadını, titrer donarak…
Küçük çocuğa, ateş de yok harlı yanan,
Önünde durup pişiremeden, öle yazan,
Kocakarı-ihtiyarı olsa, ne kadar da zor,
Uğuldayan yel de sıkıştırır bir taraftan…
Eskimiş ya, birer birer kesen bayın evi,
Neresine sığsın yoksulun hâli, vaziyeti?
Kızmadan verse, yarım kap mal tezeği,
Budur, fakire verdiği en büyük hediyesi.
Kar yağsa da, donmaz ki zengin balası,
Evi sıcak, keçeyle kaplamış ya etrafını.
Hizmetçi oğlu, zengin oğluna yalvarışlı,
Ustalıkla akıtarak dolanır ya gözyaşını…
Zengin, evine giremez uygun biçimde,
Çocuklar çıkarsa, yemeğini alıp kaçan,
Uzağa gidemez o, evinin duldasından,
Yığılı yüklüğün güneyinde yer bulan.
Anasıyla babası gözetler evladını,
O da kendisi gibi it olsun, fitne fücur.
Sıkılır, doğru dürüst içemez çorbasını,
Akranından utanır, her yeri tarumar olan.
Hizmetçi evine canı acıyıp, aş vermez bay,
Fazla hayır, hususi hizmet dolayısıyla vay!
Zenginde merhamet, hizmetçide meyil yok,
Sanki köreltmiş ikisini de, hay Allah’ım hay!
Fakir biçare çekingenmiş gibi alsa da,
Emek bilmez zenginin yeri de yok ha!
Yola düşürmeden çoluk çocuk, ihtiyarı,
Bir kış olsun koru, taş kalpli olma bunca.
Kış
Ak giyimli, heybetli ya da aksakallı,
Kör mü, sağır mı, ayırmaz diri canı,
Rengi soğuk, üstü başı apak kırağı,
Bastığı yeri büyüleyerek, gelip kaldı.
Nefes alışı-ıslık, ayaz ile kar yağışı,
Eski akraban-kış geldi, gaile saldı.
İncecik kalpak giymiş, bakmış şaşı,
Ayaz ile kızarmış, güzelleşmiş başı.
İki gözünün üstüne yağar, sis gibi sardı,
Başını