Babası Said Mahammat ve dedesi Hakimcanın arkalı önlü kısa bir süre içerisinde dünyalarını değişiyorlar. Şamsukumar oğlu Amanhor ve kızı Said Kavsar ile kocasından ve babasından kalan mal-mülke sahip çıkıp yaşıyor.
Babası ve kocasının ölümünün ardından çok geçmeden, Şamsukumara Han’dan vergiyazısı gönderiliyor. Han’ın vergileri çok ağır, yazıda yazılan bin altın, bin gümüş, yüz ölçü buğday, yüz ölçü de arpa ve başka şeyleri de verse, bunlar aç-açıkta kalacak, daha yapacak bir şey kalmamış. Şamsukumar, pek çırpınıp, hanın makamına arz için varıyor.
Önünde, başvurup ne kadar talepte bulunsa, yalavlsa da Han ona:
– Hanın sözü iki olmaz, senin vergilerini vermen gerekiyor, diyor. Han Şamsukumarı boylu-boyunca süzüp yoklayıp, onun güzelliğinin ve vücudunun çekiciliğinin geçmediğini fark edip, daha da şöyle konuşmuş:
– Ya vergiyi verirsin, ya da malını-mülkünü, çocuklarını da alıp bana karım olarak gelersin. İkisinin biri, hangisini kabül edersen, şunu yap.
Şamsukumar Handan yardım olmayacaını bildikten sonra, düşünüp bakmak için bir ay mühlet istemiş. Handan yirmi gün de mühlet de alıp çıkıp gitmiş.
Şamsukumar evine gelip: Eğer ben bu vergiyi versem, arkası bununla bitip kalmaz. Handan başka da Hanın bağlıları çok var. Sonra da benim yaşantımı bozarlar, çocuklarımı aç-biilaç koyarlar; kocamla babamın öldüğüne üç ay olmuyor, gözümün önünden gölgeleri gitmedi, kocaya variyorum diyebilirmiyim. Gözyaşıma bulanmış mendillerim kuruyup bitmemiş, Hanın gücü bana ve benden başka hizmetçilerine yetiyor. Ben Han ile de evlenip, kendim de, kızımı da onun karılarına hizmetçi de yapıp, oğlumu da onlara kul edip. Benim becereceğim iş değil, başımı alıp bir tarafa gidip kalsam iyi, deyip düşünüyor.
Şamsukumar Hanın teleplerini çocuklarına, yürekleri bozulur diye, söyleyemeyip, içinde dert edip saklamış. O akşam babasının yakını Mahammat Efendi nin yanına danışmaya varmış. Hanın vergisi Mahammat Efendi yi hiç de şaşırtmamış; Hanların hepisinin de bir gibi zalimce olduğunu, onların taraftarı adamları olmayanlarınmallarını zorla, yalan ileşeriatın gerekleri deyip yalanlarla almayı çok iyi biliyorlar. Bu maksatla Şamsukumarın niyetini bilmek için ona dönerek yoklamak için soruyor: Ya vergiyi vereceksin, ya da nikâhlanıp Hana eş oacaksın yada başını ve çocuklarını alıp çıkıp bir tarafa gitmen gerekiyor. Geniş dünyanın darlığı böyle durumlarda biliniyor, dünya çark gibi dönüyor amma düzlük yok. Gidip de nereye varacaksın?
– Tatarhanın vilayetinde babamın kardeşleri adamları var, oraya mı gidiyorum , diyor Şamsukumar.
– Ben, kızım, şu Hanın vilayetinde nice defalar bulundum, kentlerini gezip amelelerini, hizmetçilerini gördüm. Tatarhan da pek zalim Han, çocuklarınla oraya gidip perişan olup kalmayasın. Kadın başınla öte-beri göçüp, konup yaşarmısın. Sen tez Kalmuk’a atlı gönder, Tarhan Mirzayı çağırsın. Düşünüp bakıp, bir harekette bulunalım.
Tarhan Mirza üç günde Hacitarhana yetişip geliyor. Mahammat efendi ve Tarhan Mirza birlikte düşünüp Şamsukumarın Tatarhanın vilayetine göçmesini değerlendiriyorlar. Hacitarhan Hanı Kalmukun Hanı Ayukla ve Targunu Hanının arasında dostluk var. Elinin kiriniyıkar gibi, Han Hanın tarafını tutacak. Şayet Şamsukumarın Kalmuk, ya da Dağıstan vilayetine çağrılır ise Hacitarhanın Hanı ondan ne edip edip intikam alacaktır. Bu nedenle Şamsukumarın, bir birine düşmanlık yurüten Hacitarhan hanlığından Tatarhan vilayatine göçülmesini uygun görmüş.
Tarhan Mirza tez Müşteriler bulup, Şamsukumara kocasından ve babasından kalan mülkleri, Han bilmesin diye, gizliden satıp, onu altına gümüşe çevirip vermiş. Sonraki gün bir gemi de tutup Şamsukumarı çocukları ile denizin beri yakasına çıkarıyor. Tatarhanın Toytöbe(Toytepe) denen kentinde ev de alıp,onları rahat ettirip, kendisi de dönüp gitmiş.
Şamsukumar Tatarhanın vilayetine gittikten sonra, babasının kardeşlerinden hiç birini bulamıyor. O Toytöbe kentde kalarak buradaki insanlarla kaynaşarak, onlar ile yakınlıklar kurmuş.
Amanhor bu kentteki gençlerin arasına çabucak girerek,onları her türlü işlerinde: oyunlarında, yarışlarında, meclislerinde olmasa olmayan biri şimdi gelmiş. Amanhorun av avlamaya, şarkı, türkü, masal ve karşılıklı konuşmaya ustalığı arkadaşlarını şaşkına çeviriyordu. Gide gele kent içindeki hiç bir toplantı Amanhorsuz olmaz hale gelmiş. Amanhordaki anlayış, hüner, bilim çoğu arkadaşları arasında homurdanmalara neden oluyor ancak Amanhor üstünlük, kibirin ne olduğunu bilmeden, her şeyde eşitliği seçiyor.Bu nedenle arkadaşları huzuru, dostluğu, doğruluğu Amanhorun hayranlık uyandıran hallerinden olarak görüyorlar.
Kentdeki ileri gelenlerAmanhora kendilerinden biri gibi hürmet ediyorlar, cematin arasındaki meselelerde onun fikrine de danışıyorlar. Her türlü ilimden, her türlü halklardan, vilayetlerden haber almak istediklerinde Amanhoronlar için bir hazine gibiydi. Böyle durumlarda Amanhora dedesinin kitaplığında sakladıkları, Mahammat Efendi nin kitapları ona çok yardımcı oluyor.O kitapları Toytöbe kentinin ileri gelenleri çok beğenmişler. Hatta onlardan birileri Mahammat Efendi nin kitaplarınıkendi el yazısı ile kopyasını alıp, kıymet verip saklıyorlar.
Aradan zamanlar geçti. Birde Amanhorun seyrine daldığı dalgalar onun yaşamını değişmek için içine çekti.
Hansarayın yazı işleri sorumlusu Vahap bey, Han’ın İdaresinde vergi işini yürütmek için bilgili, anlayışlı bir adamın en kısa zamanda bulunması için görevlendirilmiş. O Amanhorun hakında duyduklarını Hana söyleyip, Amanhor için yazılan davet yazısını çabucak Toytöbe’ye göndermiş.
Amanhoru önceVahapbey karşılamış, görüşmüş ve onu Hanın makamına alıp götürmüş. Amanhoru, yerlere kadar eğilmeden, ayakta durur vaziyette olsa da Han selamını almış ve kendisince kurcalayıcı sorular sormuş:
– Okumadan, yazmadan, hesaptan anlıyormuşsun, ne okumuşsun?
Amanhor, Tatarhanın Rusları görmeyi sevmediğini ve “Rus” denen sözü işittiğinde, sinirlenip, öfkelendiğini birilerinin söylediğini duymuş. Şimdi o Handan öç alacak gibi, Rusu sözünün başına getirip şöyle diyor:
– Rusça biliyurum, rusça ve Müslümanca okudum, hesaptan da anlıyorum.
Amanhorun sözleri Hanın iliklerine kadar iğne olup batsada Han bu sefer öfkesini bastırıp, pek istekli biri gibi görünmeye çalışıyor. Şöyle cevap veriyor:
– Benim idareme okuma yazma bilen adam lazım. Benim kentlerimden Absiyah denen bir kentim var, Buradan altmış-yetmiş kilometre uzakta, Terek suyun yakasında, İnsanların hepsi de çiftçilikle uğraşıyor. Benim sarayıma verginin hepsinin geldiği yer Absiyahkent, yılda bir defa, sonbahar aylarında gidip, oradan vergi toplayıp göndermek gerekiyor. Böyle bir işi anlayan adam gerekli oldu, kimi olsa da göndermek olmuyor. Absiyahkentin halkı ile anlaşmak zor, kendimiz kendimize başız deyip durmayı seviyorlar. Biriken bu gâvur kazaklar ile de… Sen hansarayın vergi memuru olursan, ben ve benim vezirlerimin söylediği söz, buyruk hiç bir zaman arkaya bırakmaya gelmez.
Absiyahda vergi topladıktan sonra, iş-hizmet bitmiyor, benim başka kentlerim de var, onlara da gitmen gerekiyor.
– Eğer sen benim sarayımda üç yıl hizmette bulunursan, benim hizmetlerimi usanmadan, erinmeden yaparsan, idarenin hizmet edenlerine hiyanet etmezsen, dört yıl sonra ben de senin dereceni tarhanlığa çıkarırım, kendin istediğin şekilde, öz keyfince yaşarsın.
– Hanım, ben gencim, becerebilir miyim ki? İmkân olsa, okumayı seviyorum.
Han kendi sözüne cevap verilmesini sevmiyor, onun bütün kızgınlığı