Hüseyn Abdul

Amanhor


Скачать книгу

gelemiyorum. Bu zor halimi söyleyip benim muradımı ona bildirirsin. Kursağım tok, gözüm aç, günden-güne azıyorum. Banada da bir çare sorup gelsen”.

      Şahap razı da olup, yola düşüyor. Yol uzak. Şahap arayıp bulup bir ağacın altına oturuyor, dinleniyor. Şahabın altında oturduğu ağacın bir budağı kuruyup kalmış, onun yaprakları sararmış.

      Talihsiz ağaç ömründe gördüğü altına gelip oturan ilk insana soruyor: “İnsan arkadaşım, Allah nasip etse, ne tarafa yolun?” Şahap kendi seyahatinin muradını bildiriyor ve talihsiz ağaçtan muradın soruyor. Ağaç söylüyor: “Bir dalım kuruyup bitmiş, kalanları da kurumak üzere. Yapraklarım yeniden yeşillenip, budaklarımın büyümesi şimdi gerekliydi. Ne olur benim muradımı da Murad Dedeye yetiştirsen diyor”.

      Şahap talihsiz ağaca sözde verip gidiyor.Yürüdüğü yolun üstünde dağların arasından akan bulanık nehirle karşılaşıyor. Şahap su kenarında oturup, heybesinden çıkardığı kurumuş ekmekleri suya batırıyor ve yiyor. Bu arada bir balık sudan başın çıkarıp, Şahab’a bakıyor. Şahap iyice dikkat etse ki balığın bir gözü kör.

      Balık da, ağaç gibi, Şahapdan muradını Murad Dedeye yetişdirip, çaresini soramasını istiyor.

      “Bir gözüm sağ, görüyorum; diğe gözüme perde gelmiş, diyor balık, hiçbir şeyi göremiyorum, yüzmek için zorlanıyorum, uzun yolda yapıp büyük denizler çıkmaya niyetim var. Murat Dededen sorsan, bir çaresi olurmuymuş?” Şahap balıktan ayrılıp hayli yürüdükten sonra, dağın başına çıkıyor. O bir büyük taşın üstüne de binip, Murat Dedenin adını söylüyor bağıra bağıra.

      Dağların, taşların arasından çıkıp aksakallı bir yaşlı insan geliyor. O Murat Dede. Şahaba hürmet edip, ona salam veriyor. Dede Şahapdan muradını soruyor. Şahap Dedeye ne murat ile çıktığını bildiriyor ve sayıp-sayıp: “Avlum dolup koyun, sığır, kadınım, o da oğlan doğursun”, diye muratlarını söyleyip sıralıyor. Murad Dede: “Senin muratlarını kabül etdim, şimdi evine dön, sen dönünceye kadar senin söylediğin şeylerin hepsi de olur”, diyor.

      Şahap, Dede’ye kurdun, ağacın, balığın muratlarını söylüyor, Dede hepsinin çaresini söylüyor: “Balığa söylersin: onun gözünde tırnak kadar yakut taşı var, şu taşı çıkarırsa, gözü sağ olacak, çıkartmasa, sağlam gözüne de zararı var.

      Ağaca söylersin: bir zamanda birileri o ağacın altına gümüş ile altın saklamışlar, o adamlar dünyalarını değişmşler, ölmüşler. Ağacın damarları gidip şu hazineye değmiş. Bu nedenle daha çalışamıyor. O hazineyi çıkartsa, ağacın dalları büyüyecek, çıkartmasa kuruyacak.

      Kurda söylersin: ahmak akılsız bir adamın etini yerse, gözünün açlığı gidecek, kendisi de semirecek”.

      Şahap Murad Dedeye teşekkür edip, dağdan aşağıya doğru koşuyor. Su kenarına yetişdiğinde, balık soruyor: “Ne iyilik getirdin?”

      Şahap balığa Murad Dede’nin sözlerini söylüyor. Balık Şahapdan istiyor, yalvarıyor. Amma Şahap “acelem var” diye, balığın gözündeki yakutu çıkarıp almadan gidiyor.

      Balıkdan böyle ayrılıp, sonra Şahap ağaca koşuyor. Ağaç da Şahaba yalvarıp istiyor, haziney ikazıp çıkar diye, yalnız Şahap kulak asmayı da bırakıp, acele edip vedalaşıp, yola, aşağılara doğru koşuyor.

      Kurda yetişiyor. Kurt soruyor: “Adam yoldaş, Murad Dede’den hangi iyi haberlerle döndün diye?”

      Şahap: “Çok iyi haberlerlerim var, Murad Dede beni muratlarıma yetirdi: avlum dolu koyun ile sığır, evimde de çiçek gibi kadınım, beşiği, beşiğinde “inga-inga” diye ağlayan oğlan…

      Senin derdine derman diyecek olursan, Murad Dede şöyle diyor: Akılsız bir adamın etini yesin, gözünün açlığı da kalmayacak, kendi de semirecek”.

      Kurt soruyor: “Adam yoldaş, sağ ol, bu haberi alıp gelmişken, sana ben ne iyilik yapacağımı bilmiyorum: geç de olmuş, şehir de uzak, gece bizde kal, var öğünümü de verip seni konuk edeyim”.

      – Zamanım yok, diyen Şahap, – Acelem var, kapı açılıp, sığırım-koyunum ortalığa yayılıp kalmasa iyi mi olur. Kadın sığır- koyuna mı baksın, beşikdeki çocuğa mı baksın? Ben acelemden balığın gözünden tırnak kadar yakutu çıkarıp almadım, ağacın altındaki altın ile gümüş hazineyi bırakıp gidiyorum.

      Kurt Şahap’dan yakut ile altının haberini söyleyip gitmesini istiyor. Şahap kurda ağacın ve balığın muratlarını Murad Dede’yesöylediğini, onun verdiği cavapları, sonra dönüş yolunda balık ve ağaç ile karşılaşma şekillerini anlatıyor.

      Kurt Şahabın sözünü dinleyip-dinleyip, şöyle bir sonuca varıyor: “Ben ne kadar arasam da senden fazla akılsız birini bulamam”, diyor. Kurt sözünün sonunda bir yere de dayanmadan, Şahapın ayaklarını çırmalayıp altına alıyor.

      Amanhor masalı böyle bitiriyor. Dinleyenler masalı uzatmasını istiyorlar. Gerçekle uyuşmasa, masallar uzun yaşamıyorlar. Masalın gerçek tarafı ise dinleyenleri dertlerinden uzaklaştırmak için söylenediği.

      Amanrhor kul-karavaşa şimdi bu haberleri söylemekle onlara: “Siz şimdi de anlayamıyorsunuz, Tatarhanın bütün zalimliğine dayanıp duruyorsunuz, ne eziyetler etse de siz onacevap vermiyorsunuz: köpeklerine dalatsa da, yatırıp sırtınıza örme iplerlevursa da, siz dayanıp duruyorsunuz. Tatarhan ise gittikçe başınıza biniyor, sizi akılsızlardan sayıp, çilenizden yiyor. Şeref haysiyet gerek Tatarhan gibi zalimi dünyadan yok etmeye. Tatarhan sizden akıllı mı? Akıllı ise ağaçlardaki kuş yuvalarını bozdurup, yumurtalarını kırdırmıydı?! Bu işe çiftçileri grup-grup edip çalıştırıyor. Daha da olmasa iki kişi yetmiyor mu?! Yok, öyle değil. Tatarhanın aklı böyle çalışıyur: “Ben vilayetin hanı olduktan sonra, yerdeki adamlara nasılsa, havadaki kuşların da benim hükmümün geçmesi gerekir”, diye söylemeyi seviyor.

      Amanhor ile kul-karavaş şimdi yürekden yakınlaşmış, ona kendi adamları gibi bakıyorlar.Amanhor da çiftçilerden kendisini ayrı görmüyor, kendisini onlarla eşit kabül ediyor.

      Uyan, kardeşim, uyan, sırdaşım,

      Uyuma bak, çaresine, öz başının!

      Miskin olup böyle durmakolmaz,

      Gösterhalka, yüreğinin yarasın!

      Yüreklerde okdağlamış yara var,

      O yarayı sağ etmeye çarevar.

      Al koluna tüfeğini-okunu,

      Hansaraya gazaplanıp koşa var.

* * *

      Amanhor Hanın buyruğundan kurtulamadı.Hansaraya döndüğünde, ona yeni emirler tebliğ edilmiş. Böyle her türlü gel-git işleriyle uğraşarak zaman çabuk geçiyor. Yaz da bitip, güz gelmiş.

      Ekimayının üçüncü günü idi. Tatarhanın yılkısından bir iyi at da eğerleyip, Amanhor, Absiyahkente vergi toplamaya gitmek için hazırlanmış. Anası ve kızkardeşi ile de vedalaşıp, Amanhor sabah gün ağarmadan yola düşüyor.

      O Absiyahkente gelip girdiğinde akşamın geç vakti olmuş. Çoğu pencerelerden ışıklar gözükmüyor. İnsanların bazıları yatmış, bazıları henüz yatmamışlar. Büyük meydanda hayli yürüse de, Amanhor hiç kimse ile karşılamıyor. Onun misafir olacağı bu kentde tanışı-bilişi de yok. Amanhor sonunda idare binasını arayıp bulmak için yola koyuluyor.

      Hayli uzakta pencerelerinden güçlü lamba ışıkları görünen bir ev görüyor. “Bu mescit olsa gerek”, diye, Aman-horun aklına geliyor. O atını durdurup