Hüseyn Abdul

Amanhor


Скачать книгу

kul-karavaşlar bu niyetleri, hayalleri Aman-horu birden-bir heycanlandırıyor. Onun yüreğinde yeni çırpıntılar oluşturuyor. O dutarı çerterek19, teller titreyip, dört de yanı inletiyor. Amanhor yır ile şöyle cavap veriyor:

      Uyan, kardeşim, uyan, sırdaşım,

      Uyuma bak, çaresine, öz başının!

      Miskin olup böyle durmak olmaz,

      Göster halka, yüreğinin yarasın!

      Yüreklerde ok dağlamış yara var,

      O yarayı sağ etmeye çare var.

      Al koluna tüfeğini-okunu,

      Hansaraya gazaplanıp koşa var.

      Uykumuzdan uyanıp, yürek sırlarımızı bir-birimize açalım, sözü bir yere koyup, fikirlerimizi biriktirelim. Zalim Hanların üstüne korkmadan, çekinmeden baskın etsek, özgürlüğü, rahat yaşamayı ala biliriz.

      Biz insanlarız, Tatarhan bizim önümüzde kurt-canvar, adam olana canvardan korkmak olmaz. Hüdamız insanlara güç de vermiş, hüner de vermiş. İnsanlar öz hüneri, öz güçü ile Tatarhan gibi kurdu ezsin diye, insanlar gayretsizliği atıp, kendilerini namuslu olmaya bağlamaları gerek. Ayağımız-elimiz sağ, vücudumuz sağlam. Tatarhan yanlız bir, biz se çoğuz,halkız, ayıptır bize Tatarhan gibi kurda kendimizi yedirir isek.

      İşte böyle duyarsızlığa adanmış bir adamın yaşamından örnek vereyim size.

      Bir şehirde, bir yerde eli-ayağı sağ, vücudu sağlam, eringeç, iş sevmeyen Şahap denen biri vermış. Yirmi beş yaşına yetişince sokaklarda, başka yerlerde gezip, dilençilik yaparmış. Günlerden bir gün Şahap evinde oturup, börkünü de önünealıp düşünmüş: “Hangi bir gün oluncayakadar bu dilençilik ile yaşıyacağım. Elim kolum sağ, vücudum sağlam, başımda aklım, kimden kötü erkeğim. Ayıptır benim gibi erkeğe diyar diyar gezip, sadaka toplayıp yaşamaya, ben kendime bir başka meslek bulayım”. O düşünüp hırsızlığı seçmiş.

      Şehirin içinde Şahabın tanımadığı avlu da yok, ev de yok. Dilenci Şahabı herkes tanıyor; avludaki köpekler bile tanıdığından, Şahaba havlamıyorlarmış. Gece Şahap çalıp, av avlamaya çıkıyor.

      Birilerinin ahırına girip, koyunların arasından pek semizini tutup, kendi evine sürükleyerek götürüyor. Getirip avlusuna da, çardağının altına bağlıyor. Birdaha çıkıp gidip, bir kadının tavuk kümesinden iki tavuğuve bir horozu alıp getiriyor. Evine gelip, bir tavuğu da kesip, kalan horoz ile tavuğu ahıra salıp kapatıp bırakıyor.

      Kesilen tavuğu kazana koyup pişiriyor. Tavuk piştikten sonra düşünüyor: “Tavuk et ile iki şişe şarap olsa kötü de olmazdı”.

      Şehirin içinde Atay denen bağcı varmış. Onun zulasında fıçılar içinde saklanan şarap hiç eksik olmazmış. Şahap Ataylara gidiyor. Zuladan bir fıçıyı avluya çıkarıyor. Fıçı kaldırmak için oldukça ağır; kaldırılamıyor, sokak ortasında yuvarlayarak evine yetiştiriyor.

      Fıçıyı açıp, testiyi doldurup şarap da alıp, sofra bezide serip, gündüz dilenip topladığı ekmek parçalarını vepişmiş tavuk ile fincana da doldurup içilen şarap Şahap’ın çok-hoşuna gidiyor.

      Şahap’ın gözleri süzülüyor, kendi yaptığı işten kendisi de keyif alıp, mutlu olmuş ve kendi kendine söyleniyor: “Yaşasın Şahap, Eli kolu sağ, vücudu sağlam, başımda aklı, dilencilik neye lazım. İşte bir gecenin içinde avlumda koyunum, ahırımda tavuk-horozum, evimde de bir fıçı şarap var. Ard ardına üç dört gece bu işi yürütsem avlumda koy… koyunlarım, ah-ahırı… da evimde fıçı tavuklarım. Ondan sonra yer gezip, elden elegezip, asil soylulardan bakıp, iyi atadan, anadan doğmuş, helal, civciv gibi bir kız da alıp, komşu-akrabalarımı da çağırıp, toy düğün etip, köyün imamına nikah da kıydırsam, keyif bende, lezzet bende, yatarım evimin baş köşesine uzanıp… cana daha ne gerek?!

      Can cana olup, dizimi basıp oturup, bir-biribizden sevinip, Allah nasip ederse yaşarız. Aradan bir yıl geçip ap-ak süt gibi bir oğlumuz da olur, “gaj-guj” diye beşik-sallarım, ağladığında, benim kolum yorulduğunda anası sallar”, diye söylene söylene Şahap sarhoş olup uyuya kalıyor.

      Tavuğun rüyası darı denildiği gibi, Şahap da düş görüyor: evinin baş köşesinde beşik, beşiğn içide çocuk, gelin de beşiği sallıyor: Şahap uyuya kalıyor. Sabah oluyor, uyanamıyor.

      Koyunun sahibikalkıp baksa koyunlarından biri yok. Aramaya koyuluyor, komşularına varıp soruyor. İki tavuğu ile horozu kaybolan bir asabi kadınla karşılaşıyor. Atay da fıçının hızıyla yola düşüp, koyun sahibine de, tavukları çalınana dasoruyor:

      – Bu gece benim bir fıçı şarabımı yuvarlaya yuvarlaya götürmüşler, kızdığımdan yerimde duramıyorum. Yürüyün benimle, çalınan şeylerin hepsinin de bir yerden çıkması gerek, deyiponları da alıp gidiyor. Hızla doğru Şahapın avlusuna götürüyor. Avluya giriyorlar. Koyununsahibi çardağın altında bağlanmış koyununu görüyor, ahırın içinden “ü’ürü üüü ” diyen horozun sesi işitiliyor. Kadın girip baksa ki iki tavuğunun biri yok.

      – Aman burnundan gelesice, Şahap, bir tavuğumu yemişsin, diye kargışlar yapıyor tavuğun sahibi. Eve de girip bakıyorlar: fıçı ile şarap, Şahap uyuyor. Atay Şahabın beline doğru tepiyor. Şahap sarhoş-marhoş vaziyette uyanıp bir gözünü açıyor. Üzerin de üç de malın sahipleri dikilip duruyorlar. Şahap ne yapacağını bilmiyor, yüz üstü düşünceli vaziyette uzanıp yatıyor.

      Ona yanaşmaya, ona söylemeye Atay bir yolunu bir sözünü bulamayınca, tez varıp kapının sürgüsünü alıp, Şahabın sırtının ortasına vurmuş. Şahap tez bir hamle ile ayağa kalkıp, cezadan kurtulmak için sıyırılıp evden çıkıp kaçmış. O çok uzaklaşamadan, çalınan malın sahibi onu kapıp tutuyor ve avluya sürüyerek getiriyor. Birazdan yüzü gözü dekaralanıp, Şahap halsiz bir halde olarakavluda bir köşeye atılıyor. Çalınan malların sahipleri Şahabı ayakta duramaz hale koyup, her kes kendi mallarını da alıp, çıkıp gidiyorlar.

      Avluda, yıkılıp kaldığı yerinde Şahap, gece içtiğinden güç alıp, kendi kendine sayıklıyor: “Hırsızlık da iş değilmiş. Gece sevindirip, gündüz dövündürüyor. Bu işten umut kesmek daha iyi. Sonra da Şahap güçlükle ayaklarının üstüne doğruluyor, evine giriyor, ham-hum etmeye hiçbir şey de bulamıyor. Kazanda geceki tavukdan eser de da kalmamış.

      Şahap aç kursağıyla uzak yol yürüyecek biri değil.

      Baş ağrısı biraz hafifledikten sonra, omuzuna heybesini de atıp, köpeklerden korunmak için değneğini de eline alıp sokaklara, yollara koyulmuş.

      Şahabın yaptığı hırsızlıkları şehirdeki bütüninsanlar işitmiş, hangi kapıya gittiyse de eli boş dönmüş. Şehrin sakinleri hırsız Şahap’ı kovup avlularından çıkarmaya başlamışlar.

      Şahap akşam heybesinde üç parça ekmekle evine dönmüş. “Şehrin içinde yürümeye yüzüm kalmadı. Benim gibi eli kolu sağlam, düşüncesi düzgün adama bu iş yakışmıyormuş, ben onu bildim”diye düşünerek ve kendifikrini ileriye götürüp: “Bizim ata babalarımızdan kalan sözler doğruymuş. Büyüklerin söylediklerini ben de duydum: şu karşıdaki dağın tam başında Murat Dede denen bir ihtiyar büyük varmış. Her kim yüreğindeki muradı ile şu Dede’nin yanına gitse, Murat Dede gelen adamın muradını yerine getirip gönderiyormuş. Bu gece ben bi rahatlayayım, sabah olunca kalkıp şu dağa tırmanırım diyor.

      Şahap, sabah erkenden kalkmış. Murad Dedeye yetmek için büyük