Tölögön Kasımbekov

Kırgın


Скачать книгу

insana benzeyen bir şey bakıyordu, gözleri fal taşı gibiydi. Hemen kaybolmadı, tersine daha dikkatle baktı, bunlardan korktu galiba.

      Hemen ardından saçları örülmemiş sarı kafalı birisi göründü.

      Hım, bunlar bizim bildiğimiz kendilerini önemseyen efendilere hiç benzemiyor ki? Eski ağaçtan yapılmış arabasının arka tarafında duran, yaklaşık olarak 15 yaşlarında olan şapkasız sarı kâkülü artık gözlerine düşmeye başlayan bir çocuk göze çarptı. Elinde tüfeği sıkıca tutmuş hemen ateş etmeye hazır olduğu hissedildi. “Hım, yolcuların biri, bunlar Ruslardan biri galiba” dedi.

      Başka bir yer, başka bir halk, tabi ki bu durumda gelen yabancı da korkar. Kim olsa ana babasını görmüş gibi sevindiğini, yalandan da olsa göstermesi daha iyidir. Erkeği de kadını da orada efendilerine yaptıkları alışkın hareketi burada da yaptılar. Hepsi bir hizaya dizilip iki üç defa eğilerek selam verdiler. Yanındaki erkek, “German, sakin ol, German” diyerek tüfeğini ateşlemeye hazırlanan çocuğu sakinleştirdi.

      Yerliler geçip gittiler.

      Sarı saçlı kadın ise kızının gözlerine bakıp başını okşayarak kendi kendine söyleniyordu:

      – Korkmadın değil mi, bunlar da insana benziyor?

      Erkek ise:

      – Sen German, silahı herkese sebepsiz yere nişan alma, duydun mu, bizim gibi insanlar da vardır, ama birisi silahtan korkar, birisi merak eder, bize şimdi kavganın hiç gereği yok.

      Buraya yakın olan merkezi bir şehir varmış ama o şehre yakın oturan insanların evleri bile görünmüyordu. Bu tarafa doğru göç edenler birlikte gelip buraya yerleşti ve o günden itibaren burada yaşıyorlar ve hiçbir yere tek başlarına çıkmıyorlar. Galiba bu yer gerçekten ıssız.

      Ta uzaklarda gökyüzüne değecek gibi bir sihirli yüksek yer olan Ak Bulanık’ın sıra şeklinde ki zirveleri görünüyor. Acaba kar mı, buz mu? Birbiriyle kümeleşmiş açık maviden koyu maviye dönüşen, bazen çoğalıp bazen de uzanan bulutlar yavaş yavaş birleşerek sonunda boz bir sise dönüşüyorlardı.

      Günlerin birinde bu düzlüğü koyun sürüsü yayılarak kuşattılar. Bir taraftan diğer tarafa yavrular zıplayıp oynayarak koyunların arasında koşuşuyorlardı.

      Koyunların sahibi bu mu? Gelen yabancı aile şaşırarak kalakaldılar. Bunca hayvan nereden geldi, bunlar yabani mi acaba?

      “Koş” (koyunlara sesleniş) diye bir telaşlı ses korkuttu, ardından bir daha “koş” dedi. Kısa boylu, insan gibi bir yüzü olan bu çocuk da herkes gibi şapkasızdı, sarı saçlı ve bu çekik gözlerine herkes “oy” diye bakıverdi.

      Büyük kara tebetey2 giyen erkek, zarif beyaz eleçek3 giyen karısı, küçük çocuğuyla beraber büyük boynuzlu öküzden görkemli bir tarzda yüklenen yükü indirdiler. Hemen dört kanatlı kızıl ağı uzatarak yere serdiler. Tebetey giyen erkek ise hemen yuvarlak bir şeyi, ağaç parçası ile yukarı kaldırdı. Diğerleri ise uzun kırmızı kazıkları ona taktılar, demin yukarı kaldırdığı yuvarlağı havada durdurdu.

      Sonbaharda sararan sarı kamışın dibinde kirpi gibi birbirlerine çok yakın oturan yabancı aile gözlerini alamayarak şaşırıyorlardı. İşte yuvarlağın üstünü de kapattılar, bütünüyle bağladılar, dışarıdan içeriye bir şeyler taşıyorlardı, içeriye girip çıkmaya başladılar bile. “Ha, dedi sarı sakallı yabancı, bu yatak imiş” .

      Yukarıdan duman çıkmaya, içeride yanan ateşten ise ışık parlayarak göze çarpmaya başladı. “Bunu ben anlamadım, kendisi ağaçtan yapıldı, yukarısı ise pamuktan yapıldı. Bir de ateş yakarsan kendisi yanmaz mı”?

      Büyük kara tebeteyli adam kamış tarafına yavaş yavaş yürüdü. Uzaklardan fakir Rusların göç ettirilerek bu taraflara geldiğinden haberi vardı ve onlara daha önceden arazi ayırıldığını da duymuştu. “Bunlar nereden geldi başımıza?” diyerek sinirlendi. “Ben dağdan inene kadar benim köyüm başkasına verilir mi ?” diye bir soru aklına geldi.

      Eğer öyleyse ne yapacaktı? Yerlerini paylaşmayarak burunlarından kan akana kadar birbiriyle dövüşecekti. Buna ikisi de üzülerek ardından kahkaha atarak bir kâse kımız içip daha önce barıştıkları Kazaklar olsa daha iyi olacaktı. Yok, bunlar başka. Köy sahibi ne yapacağını bilmiyordu.

      Yanındaki sarışın iri karısı bir oraya bir buraya şüpheli gözlerle bakınıyordu. Sanki birinin ona saldıracağını bekliyordu. Kıvranıp bükülerek kızını göğsünde tutuyordu. Fakat böyle hareket yapmasına rağmen erkek gibi cesur görünüyordu. Büyük kara tebeteyli adam geldiği zaman ona bir baktığında sanki hiç kimseyi önemsemiyor ve kimseden korkmuyormuş gibi görünüyordu.

      Büyük tebeteyli selam verdi, sesi de ciddi gibi geldi. Diğeri ise “küfür etti” galiba diyerek sadece ona baktı selamını almadı.

      Şimdi ise büyük tebeteyli biraz gülümsedi, parmağını kaldırıp, soru soruyormuş gibi çenesini biraz kaldırdı.

      “Sen kimsin?” diye sorduğunu anladı yabancı. “Ben mi? Ben Kuzmin adlı Rus’um” dedi, o da biraz gülümsedi ve ağzı biraz açılarak dişleri de göründü.

      “Ha dedi büyük tebeteyli, ismin Kösmün’müş demek ki!”

      Şimdi ise Kuzmin parmağını kaldırdı, “sen kimsin” diye sorduğunu anladı. Büyük tebeteyli, “ben Cayloobay’ım,” dedi ayakaltını işaret ederek yerli olduğunu göstermek istedi.

      “Ne ne… dedi Kuzmin, yayla? ” dese de ikisi de insan, birbirine kanları ısınarak, “konuştuklarına” biraz sevinmiş gibi birbirine bakarak gülüştüler.

      “Koroş” (Rusçada: tamam anlamında) dedi Cayloobay, gitmek istediğini söyledi galiba, bu sözü ise pazarda bir Rus’tan duymuştu. Diğeri de kafasını salladı, “yakşi” dedi, bunu duysa duysa oradaki Tatarlar’dan duymuştur.

      Erkek köpek yerleri koklayarak, yabancı bir kokuyu almış ve yabancı birisini görmüş gibi kükreyerek havladı. Hiç çekinmeden bir ayağını kamışın ta yukarısına çıkaran ve onun asılacağını bekleyip aşağıda tüfeğini hazırlayarak duran çocuğu görünce bir daha kükredi, orası onun evi gibi sakince onu kendine çevirdi.

      Cayloobay duydu galiba, köpek sesinin geldiği tarafa doğru geldi. Köpeğin “porsuk mu gördü” diye tahminde bulundu. Yan yana oturan yuvarlak kafaları gördüğünde “ya, bunlar da kimler” diye korktu, sonra sakinleşip dikkatlice baktı ve Kösmün’ü tanıdı. Kafasını sallayıp kendi kendine bir şeyler söylüyordu sonra da “koroş” dedi. Kösmün ise “Mı mujiki (biz erkeğiz)” ardından da “yakşi” dedi, bunca dil bildiğine göre onun askeri öğrenci olduğunu zannetti. Yüzünde sadece gülümseyen tuz gibi boz gözleri göründü.

      Tüfeği gördü, tuzemçi4 kafa salladı, “sonra geleceğim” der gibi oldu duyulmadı ama sonra gülümseyip kafasını sallayarak yavaş yavaş ellerini arkasına koyup gitti. İri köpeği de arkasından ona eşlik etti.

      Tüfeği gördüğünü diğerleri de fark etmişti, ama açık konuşamayıp artık endişelenmeye başlamışlardı. Yavaş yavaş saklanmaya başlasalar mı? Ama nereye? Kalın, sarı kamışın arka tarafına daha kimler diş gösterip daha kimler göz koymuştur kim bilir? “Burası cennet” dememiş miydiler? Cenneti cennetmiş ama toprağın sahibi var gibi. İri sarışın kadının ödü kopuyordu. Kızına hiçbir yere baktırmıyor onu göğsünde sıkı tutuyordu. Onunla beraber kendisi de nefes almamaya başladı.

      Her ne kadar duymamayı