Tölögön Kasımbekov

Kırgın


Скачать книгу

açtığından beri köy ile uğraşırlardı.

      Diğeri ise gece gündüz hiç dinlenmeyen kızının evinin yanındaydı:

      “Tamam, yer yeter, ölmeyen var mı hiç, herkes toprağa gömülür, paylaşacak mal da yok! Allah komşu yapmış kendi nasibini görsün” deyip dişi olmayan kırmızı çenesini tutarak biraz gözleri yaşararak esnedi. Kendisi ona “yeni kardeş” diyordu ve ona hep yardım etmek isterdi.

      Kuzmin dışarıyı süpürüyordu. Çalıları ve dalları seçip getirir, gücenmeden temizleyip onları dört köşeli biçimde dizip dervaze yapardı. Hiçbir şey görünmeyecek şekilde kamışları dayayarak düzenledi. Tuzemçi ve iri sarışın karısı beraber önden baktığında büyük arkadan baktığında daha da büyük görünen köpek veya yabancı hayvan giremeyecek şekilde avlu çevirdiler. Birkaç günde iki odalı barınak kurdular, onu sıvadılar, üstüne kamışları parçalayarak birbirine bağlayıp çatı yaptılar ve sonunda kendilerine barınak kurdular.

      Cayloobay, “Ya bunların hiçbir şeyi yok, kışın ne yaparlar eski evimi bu zavallılara vereceğim” diyordu. Bir gün ise Cayloobay, barınağından duman çıktığını gördü.

      Merak etti. Kolunu arkasına koyarak yürüdü:

      –Ooo Kösmün bu ne? diye sordu. Biraz zaman geçmişti ve biraz jestlerle de olsa birbirlerini anlamaya başlamışlardı.

      Kuzmin de merak ettiğini görünce:

      – Kuzmin, Dom (ev) dedi kendinden memnun gibi.

      Düşünmeye başladı. Cayloobay pazardaki Sartlar’dan duyduğu “tam” (ev) dendiğini hatırladı:

      –Ha ev dedi.

      Kuzmin hayır dedi:

      –Dom!

      –Ev, ev dedi Cayloobay, evin Kudayar Han’ın sarayı gibi olmuş, bir tek çatısı kamış gerisi saraya benzemiş!

      Bu iki komşu, biri ortada ateş yakılan yuva gibi boz üyünde diğeri ise duvarları daha kurumayan soğuk evde kışı geçirdiler.

      Evdekilere Bişkek’ten efendileri giyecek ve para gönderirler. Ama yine de Cayloobay, kazanında birazcık lezzetli bir yemek pişer pişmez “kazanda pişen geri kaba girmez” diyerek yeni kardeşini ailesi ile haftada bir kez evine çağırır et yedirir yani komşuluk görevini yapardı.

      İlkbaharda ise biri hayvanlarıyla yaylaya gider, diğeri ise demir kürekle avlusuna bir şeyler ekip dikerdi. Cayloobay her zamanki gibi uzun süre yayladan gelmezdi, ancak sonbaharda gelirdi. Cayloobay, “Sıcakta zorlanıyor zavallı” diye biraz et, bir çanak süzmö12 getirdi.

      “Oo” diye şaşırdı kendisi hiç görmediği beyaz çiçekli bir ot yetirtirmiş mucuğa.

      Kuzmin çanağı aldı karısı ise iğreniyordu, buna rağmen çocuklarına tattırdı “vo” (iyi anlamında Rusçada) diye kendi aralarında övüyorlardı. Sevinçleri yüzlerinden belli oluyordu.

      Birazcık yardım başka birisini sevindiriyorsa kötü mü? Cayloobay kendinden çok memnundu. “Ne yapacak acaba diye insanı eleştirmeden yardım etmek lazım” diye kendini avuttu. “Çiçek tarlada çoktur bunu ise avlusuna ekip ne yapacak ki” diye düşündü.

      –Bu ne? Parmağıyla çiçekleri gösterdi Cayloobay.

      –Göreceksin! Seni de doyuracağım! dedi güvenle zavallı.

      Bu patates ucuz ama iyidir.

      Anlamadı komşusu gerekli kelimeyi tekrarladı Kuzmin:

      –Patates.

      –Pa-ta-tes?

      –Akılsız dedi Kösmün’e, sarı bir patatesi alıp akılsıza verdi.

      –Pa-ta-tes. Bu yenir ağzına koyup yutmuş gibi yaptı.

      –Pa-ta-tes!

      Anladı yeniyormuş. Cayloobay tek kalan dişiyle onu dişledi ama tadını alamadı “bu haram bir şey” diye düşünüp çabucak tükürüverdi.

      Kuzmin güldü “bunu haşlayacak ondan sonra yiyeceksin” demeyi hiç anlatamadı, komşusunun gerçekten akılsız olduğunu sanıp kafasını sallayarak oturdu kaldı.

      Unuttuğu eşyasını almaya mı ya da yeni komşusunun durumuna bakmaya mı geldi işte belli değil, ama Cayloobay köyüne bir kere daha geldi.

      Hangi serveti var ki onun? Atını bağladığı direği, hayvanlarını ayıran ambarı, üç iş taşı ve ocağı var. İşte köy diye övündüğü babasından kalan barınağı burası.

      Evi gözüne güzel göründü ve içeriye girerek gönlü biraz rahatladı. Kuzmin’in gözüne pek değerli bir şey gibi gözükmüyor. Cayloobay’ın evi, hiçbir zaman yaşaması mümkün olmayan ıssız, görkemsiz bir şeydi onun için.

      Üçü üç yerde oturuyordu. Sarışın kızının ev işlerine bakma gibi düşüncesi yoktu hâlâ, kırmızı kanatlı büyük kelebekleri tutmayla uğraşıyor, ona ulaşamadığı zaman hiç üzülmeksizin gözleri gülüp kendi kendine seviniyordu.

      Büyük siyah tebeteyi gördüğünde hemen annesinin yanına giderek oğlak gibi gözleriyle bakıp durdu.

      Cayloobay selam verdi. Çanağını çıkarıp sevindi ve neşelenerek kadına uzattı. Cayloobay ona “sarışın kadın” diyordu.

      – Kuzmin, oturacak yer diye “ogorod” (bahçe) tarafını eliyle işaret etti, bak işte olmadı dediği için sesinin kaygılı olduğu hissedildi. Hepsini kazmış kökleri ise solmuş ve siyah nazar boncuğu gibi görünüyorlardı. Komşusu ise bu ektiği otun olmadığını anladı. Biraz kuruyan kökünü eline alarak “bunu biraz sulamak gerek galiba” diye düşündü.

      Tabi ki Kuzmin’in memleketinde bu ot ekiliyordu. Orada sık sık yağmur yağıyor nem de var çiy de yeterliydi. Bunlarda nehir yok avlusundaki kuyudan su içerler. Ekilen bitkiyi sulamak için nehri çevirerek arık yapma düşüncesi onların rüyalarında bile akıllarına gelmemişti.

      Susuzluktan ölsün demiş mi Hazreti İmparator? Kuzmin çok düşündü. Dedesi, babası ve kendisi başını bile kaldırmadan ter döktüğü topraktan Volskiy efendisi, dört tarafı yüz arşın arazi ayıramaz mıydı? Buraya kadar gelmezdi! Yok, öyle yapmadılar, “gidin” ve “toprağı alın” dediler haritada belirlenen yere geldik.

      Gelenlerin yetersizlikten ve kuraklıktan nasıl kurtulmaları üzerine düşünceler buradaki efendilerin aklına hiç gelmemişti bile.

      Yazın tam ortasında “kahraman han arık kazdıracakmış” haberi yayla töründe uykusundan uyanamayan halka hemen duyuldu. “Kahraman han arık kazdıracak bedelini ödemez aşar13 olacak mı? Tabi gideceğiz nasıl olsa halkız” dediler.

      “Ben gidemem çocuklarım daha küçük hayvanlarım da dağılabilir” diyenler de oldu. Herkes de bu aşara gitmek istemez. Ama kahraman adına her yerden geldiler tıpkı bir törene dönüşmüş gibiydi. Bunu halk uzaktan görüyordu.

      Arığın başında Şabdan duruyordu. Sarı Özön’de gökyüzüyle aynı yükseklikte bulunan dağların her çukurundan akan sulara uygun olarak “yabani” denilen yerli tarımcıların pirincine, diktiği ağaca ve mısırına arık çevirmeye başlanmıştı.

      Bu iş daha geniş tarlalara kadar uzanmaya başlamıştı. “Yeni kardeş” denenlere de suyun ulaşması için, bazı yerlerde artık su akmayan arıkları genişletmek ve bazı yerlerde ise yeni arıklar kazmak uygun görülmüştü.

      Gelen halk hayvan keserek kazanlarla et pişirdi. Gökyüzüne kadar duman yayıldı ve herkes içtenlikle konuştu, atlar bile