Tölögön Kasımbekov

Kırgın


Скачать книгу

saldırmaz denilen ve halk güvenine giren kendiliğinden yönetici oluyordu.

      Doğru yolu seçip adaletli iş yürütüp halkından para almadan halkının kölesi olduğu gerçektir.

      “Hep böyle adaletli mi çalıştı hepsi?” Halkını boş sözlerle aldatan, kendi çıkarı için halkın başında duran, istediği gibi yönetenlerle doldu. Halk kendisi onu kabul edip sonra ona karşı bir şey yapamıyordu.

      Ama böylece neye ulaştı ki onlar? Sonunda halk onlara hiç önem vermedi, makallarla(atasözü) kılıçtan da keskin darbe alıyorlardı. Sonra halkın güvenini yitirip dayanamadan kaçıp yabancı yerlerde barınak aradılar ve yalvardılar.

      Şimdi halk ne yapacak? Kaymakama göre “değerlendirme” ve “seçme” ölçüsü de değişti. Kabike beraberlik bağlantısına, adayın bizzat değerine göre değil “nahiye müdürünü”, “köy heyetini”, “köy muhtarını” tüm halkın seçmesi “oylama” olarak daha da genişletildi. Tamam, “tüm halka” denilsin, tüm halk özgürce seçimi yaparsa o halka saygı duyan, onları düşünen ve herkese eşit davranan yöneticiler çıkabilir.

      Ama bu yöntem oylamayı gerçekleştirmeyi amaçlıyormuş. Tüm halkın hakkını ihlal ederek “parti” denilen birçok gruptan oluşan sonunda halkı aldatan, parasını alan, yönetime dayanan, ona “bunlar seçimden geçti” dedirenler geçmeye başladı. Kabilesi, köküne göre “seçilenler” de daha önceki gibi değil onları oylamadan geçiren Rusların dediklerini başını kaldırmadan yaptılar.

      Yüce Rus İmparatorunu hiçbir zaman halk seçmemişti. Ta eskiden beri hanedanlık vardı ve yaptığı işleri ve diyeceği sözleri de hiç halka danışmıyordu. Biraz gönlüne yakın olanların az da olsa tekliflerini duymuştur ama genelde bizzat kendisi emirler veriyor işleri yürütüyordu. Ruslarda bu zamana kadar seçimlere karışmıyor, terfi etmek gerekiyorsa İmparator kendisi yapıyor, tam tersine görevden almak gerekiyorsa ilgili görevli yapıyor.

      İşte böylece dışarıdan gelen sel de kuşattı ve bu eskiden beri gelen yerli kabilenin aile ve kök olarak değerlendirilen geleneği değiştirilip biri kendi halk içerisinde kardeş kardeşle dövüşüp, bir grup olup birleşen kabileler Baytik’e de Şabdan’a da hiç bakmadan kendi aralarında ayrılmaya başladılar.

      6

      Yıl geçtikçe iki komşu birbirine daha da alışmaya başlamışlardı.

      Cayloobay yayladan iner inmez bir koyununu keser, Kuzmin ise bir kap patatesini getirir. Kuzmin’in yazma ve okumayı bilen German’ı Pişpek’teki lisede okuyor, kızı Lyuba ile Cayloobay’ın Taylağı da bu komşunun yardımıyla Rus-Tuzem mektebinde beraber okuyorlardı.

      “Oo diyor Cayloobay memnun olarak, bu olmazsa bizi mektebe hiç yaklaştıracaklar mıydı?”

      Böyle sakin günlerden birinde komşusu sarışın sakalını okşayarak, tuz gibi boz gözleri gülümseyip bir kâğıt getirdi Cayloobay’a:

      –Bu kâğıt bizim bu yerde yaşamamız için yazılmış bir kâğıt dediğini zorla anladı Cayloobay.

      Cayloobay şaşırdı:

      –Ne, komşu olduğumuz için de yazı yazılacak mı?

      –Yazılmaz mı hiç? diye sordu Kuzmin. Bizde her yerde yazı, her şeyin hesabı var.

      “Rus düşündüğünü yapar demek bu mu acaba?” dedi Cayloobay içten.

      –İşte dedi Kuzmin, bunun aşağısına parmak izini bas, “komşuyuz, kardeşiz” demek olacak bize göre.

      –A tamam, öyleyse.

      Kuzmin evinden çocuğunun getirdiği mürekkebini getirdi ve onun parmağına sürdü. Ufacık bir şeyler yazılan kâğıda onun parmak izini bastırdı:

      –İşte bitti, bu kadardı.

      Cayloobay bir zamanlarda köy muhtarlarının kâğıda mühür bastıklarını görmüştü. Bir mühür basmış gibi oldu.

      Böylece seneler geçiyor, komşular sakin ve huzur içinde yaşıyorlardı.

      Hayvanlar semirmişti, çocukların yanakları kızarıp yayladan indiği gündü. Cayloobay her zamanki gibi Kuzmin’in eşiğine iki yaşındaki koyununu getirdi.

      Yabancı bir Rus varmış. Uzun etekli çapanlı16 kişi büyük siyah tebetey giyen Cayloobay’a ve kuyruğunu hep yukarı aşağı serpen koyununa sırayla bakıyordu. Cayloobay ise sakalı olmayan bıyığı sanki çizilmiş olan Rus efendiyi görünce çekindi ve komşusuna bakıp durdu.

      –Nu (Hadi) Cay, dedi Kuzmin korkma, vergi için gelmiş, konuşacağız galiba.

      Biraz sakinleşti Cayloobay, koyunları komşusunun ineklerinin yanına koyup yavaşça geldi.

      Kuzmin, evin temelini yükselterek merdiven koymuş, her odasına cam takıp, üstünü ise kamışla kapatarak mükemmel bir han sarayı kurmuştu.

      Evinden eski buruşmuş kâğıdı getirdi. Onu diğer Rus efendisi aldı biraz göz atıp sonra Cayloobay’ı parmağıyla çağırdı, bastığı parmak izine işaret ederek:

      –Bu ne? Senin parmağın mı? diye sordu Rusça.

      Yerlinin dilini artık babasından da daha iyi bilen German hemen çeviriverdi:

      Efendim:

      –Ee, dedi dikkatle bakarak, neden yaşadığın yerin parasını bu zamana kadar ödemiyorsun?

      Cayloobay şaşırdı:

      –Nasıl bir para? diye sordu.

      Efendi:

      –Bak işte dedi kâğıttaki parmak izini göstererek, her sene Rus parasıyla hesaplandığında on somu bu yerin sahibine ödeyeceğini kabul edip parmak izini bile basmışsın!

      –Efendim, dedi Cayloobay burası benim köyüm, yedi babamdan kalan yer! Kendi yerimde yaşadığım için neden ben para ödeyeceğim?

      –Bağırma! dedi Kuzmin alçak sesle, sonra kurnazca gülümseyerek yavaşça anlatmaya başladı, evet burası eskiden beri babalarından kalan yer.

      Cayloobay sözünü kesti:

      –Yok yok sen yerinden dolaşarak buraya geldin. Yok, bu yer bana kalan miras yer dedi ne yapacağını bilemedi.

      Kuzmin ise “yeri zapt etti” demesinin yerine “yersiz kaldığından geldi” dediğine dayanamadı:

      Bu yer kimden kalmış kimden kime geçmemişti ki! Biliyorsun şu birazcık yer ve hatta tüm Türkistan da artık bizim Ak Paşa’nındır. Yalan mı? Hazreti İmparator ise kendi yerine kimi sahibi yaparsa onu yapar!

      Sonra:

      –İşte dedi yönetimin emrine göre bu yer artık ebediyen bana verilmiştir!

      Şimdi ise Kuzmin direk azarlayarak:

      –Bugün de yarın da aklından çıkarma, bu yerin kanuni sahibi benim, sen ise sadece bu yeri kiralıyorsun, eğer acırsam burada bedelini ödeyerek yaşarsın, eğer istemezsem alacağını alırsın buradan kaybolursun duydun mu?

      Bu gerçekti.

      Cayloobay kendine gelemiyordu, zorla nefes alıp oturdu kaldı. “Ey adaletli Allah’ım, zorluk demek bu mu?” diye gözleri ıslandı:

      –Kösmün balığın kemiği gibi eski arabayla gelmiştin. Hım Kösmün bu benim köyümün kenarında ölecek gibi olup yatmıştın. He Kösmün Cayloobay’ın sesi dağa yükselip artık dayanamıyordu:

      – “İnsanlık edip, altına soğuk geçmesin diye döşeğimi verip zorlanma diye hep sana bakmamış mıydım Kösmün?

      Kuzmin