kaymakamdan emir alındı. Kim karşı çıkacak ki?
Bir kabilenin halkı sayıldı, ortalama olarak iki ineğin dörde çarpılması ile her kabileye 100 som para düşüyordu.
Hayvan çok ama alan yoktu o zamanlarda, üç soma bir büyük boynuzlu öküz satın alınabilen zamandı.
–Ey, dedi akşamleyin Cayloobay komşusuna, sen bana hırsız dedin!
–Hım, ödüyor musun? dedi Kuzmin.
– “Hayvan kaybettim diyorsun” dedin.
Böyle bir yolla bir şeyin boşluğunu doldurmak halk içinde yoktu, bu yabancı yerlerde Rusların hayvancılığı korumak için kaymakam tarafından nahiye müdürüne verilen görevdi. Nakit para yok halkta, para yerine hayvan ödüyorlardı, kaybolan hayvan sahibine dört kat hesabı verilirdi. Kalan hayvan ise toplanan paranın çoğu kısmı Kaymakam Başkanına, her zaman halk arasında işi kontrol eden efendilere, biraz daha kalırsa yerli efendilere verilirdi. Kemik paylaşan köpekler gibi yerlerdi.
“Ey Allah’ım, zavallı halka şirret köy muhtarı, niyeti kötüleşen halka fesatçı köy muhtarı demek bu mu? diye birisi fark etti diğeri ise şaşırıp kaldı.
7
Kaymakam binası.
Uzun boylu Baytik eğilerek girdi. Kaymakam başkanı onun “eğilerek selam verdiğini” düşündü. Sol taraftaki sandalyeye elini işaret etti. Bu hareket “kalk” demesiydi. Bu efendinin neden bu kadar suratını astı, daha önceden ilişkileri de vardı, Baytik yavaşça yaklaştı ona. Efendi sonra yukarı baktı, öncekisi gibi gülümsemedi, hâl hatırını bile sormadı:
–İkimizi Bernıy’a çağırıyormuşlar.
Tercüman her zaman hazırdı.
–Neden? Öğrenebilir miyiz?
–Gidince göreceğiz, asker komutanı kendisi kabul edecekmiş.
–Ne zaman gitmeliyiz?
–Acele etmeliyiz, şimdi de gidebiliriz.
Dışarıda iki atlı fayton da hazırmış, Kaymakam Başkanı hemen kalktı, beraberinde Baytik de çıktı. At üstünde dizilenlerin yarısı önde yarısı arkadan gitti. Hepsinde silah vardı. Giderken özellikle buradan gittiler yer belli değil ama tanıdık yermiş, demir kapı açıldı ve fayton da oraya hemen girdi. İki efendiye iki taraftan eşlik ettiler. İki eşiğinde silahlı iki muhafız duran kapıya geldi:
–Hadi girin şimdi buraya dedi Kaymakam Başkanı. Baytik anlamadı, eliyle işaret edip “gir” dediğini anladı ve susarak eğilip demir eşikten içeri girdi. Başını kaldırıp yukarı bakana kadar arkasından demir kapı hemen kapatıldı.
Kapı ise insan değil hatta kedi bile sığmayan sivri demir tel kafesliydi. Bir tek tahtadan yapılmış çıkıntı duruyordu, daha önce biri yatmış ve başına koyduğu yastık ezilmişti bir şey yatıyordu. Sivri kapıdan ışık geliyordu.
Yabancı bir ses hissetti. Şaşırdı, kapıya gelmedi, “bu ne demek” demek de aklına gelmedi, “hapishaneye attı beni” dedi. Tahtadan yapılmış çıkıntıya zorla kendini sığdırarak oturdu. “Deli ormanın sahibi beni şikâyet etmiş demek ki” “sorar” diye ümit etti.
Günlerin birinde tercüman beş muhafızla geldi ve ortaya toplandılar. Muhafızların biri tetiği çekilen bir tabancasını direk Baytik’e doğrulttu. Ayağına ve koluna demir zincirler taktı, sonra sorgulamaya başladılar. Ne üzüldü ne de düşündü artık her şeye razıymış gibi aşağı bakıp surat astı dev boylu kişi.
Sorgu yargıcı subay şaşırdı kaldı. Ta önceki Yarbay Lerheni Oliya Atag’a kadar eşlik eden tuzemçi olduğunu yazmadı. Ama nasıl olsa hizmeti geçen birisidir!
–Siz diye saygıyla başladı, tüm Rusya’nın Tanrı Hazreti İmparatorunun değerli insanı Irıskulbek’in köyünü tahrip etmişsiniz, doğru mu?
Kazak tercümanı da çalışmaya başladı.
Baytik sadece yavaşça başını salladı, evet de hayır da demedi. Sorgu yargıcı:
–Sözlerle cevap ver! diye sinirlendi.
–Doğru dedi Baytik.
–Neden?
–Beraber olalım diye elçi gönderdim ama kabul etmedi dedi.
“Beraber” cevabını tercüman tam tersini anlamında “şüpheli maksat” anlamında anlattı.
–Cevabı peki?
Daha surat asarak kafasını eğdi aşağıya. Soru yine tekrarlandı ama sanki duymuyormuş gibi sustu. Tercüman yine sinirlendi:
–Cevap versene?
Tercümana baktığında kanının kuruduğu göründü, kibar sorgu yargıcı ise yavaşça kafasını salladı.
“Biraz daha sert olur musunuz, yoksa beni hiç önemsemiyor!” dedi tercüman.
–Söyle! diye bağırdı bu kez sorgu yargıcı.
–Söylemeye layık değil, kendisine hiç sormadınız ne dedin diye dedi Baytik.
–Sorduğum soruya cevap ver! dedi yine.
–Layık değil diyorum söylemeye! dedi Baytik.
–Demek aklamayacaksın kendini, diye sordu, biz seni araştırdık, bu saldırı da senin her zaman yaptığın saldırılarından birisi.
Tercümanı ile kendi aralarında konuştular sigara içerek. Arada bir Baytik’e bakıp gülüşüyorlardı. Baytik ise sezdirmeden onları duymaya çalışıyordu belki de “at”, “Sart” kelimelerini duyabilecekti.
Sonra:
–Ee, kaç kişi öldürdün?
–Belki kamçı değmiştir belki de üzengi değmiştir dedi Baytik, ölmüştür belki de diye ilave etti.
Tercüman ona hafif bir gülümseyişle bakıp:
–Hesaba göre altmış bin imiş? dedi şaşırmış gibi.
–Ey, dedi Baytik kalkmaya çalışarak, sen bunları nereden alıyorsun?
–Otur! dedi sorgu yargıcı, kendisi kalktı.
Baytik ise oturmadı:
–Ey, bu ağanın köyünde bu kadar insan mı varmış? diye yerinde oturmadı.
–Otur yerine diyorum, şimdi vururum dedi.
–Vur diye hiç korkmadan ona karşı geldi, vuracaksa vursun dedi, tercümana bakarak şöyle dedi:
–Ey, düşman Kalmak, sen biliyorsun her şeyi, bilmiyor değilsin, ta önceki Kenensarı saldırısındaki iki tarafı bile birleştirildiğinde de bu kadar yoktu! Şuna bak “altmış bin” imiş! Bunu bir tek ahlaksız söyler. Sen burada bana suç atarak bir yandan kalbinden davranıyormuş gibi görünüp Kalmaklar’ın öcünü almak mı istiyorsun burada?
Bir işaret edildi mi ya da gürültüden dolayı belli değil ama dışarıdan iki muhafız geldi:
– Baytik, bak işte, beni bu Rus tutuyor bir de bana vursun! dedi.
Ertesi sorgulamada bir başka suçla suçlandı:
–Sakince kendi hayatını devam ettiren üç yüz kişiden oluşan halkı göç ettirmişsin!
Baytik evet diyormuş gibi başını salladı:
–Doğru mu?
–Sözlü cevap ver. Kâğıda yazılıyor.
–Doğru, dedi Baytik. Hadi gidelim Sarı Özön’e dedim, herkes severek göç etti. Yer verdim, arıklarını bile kazdırdım, Ruslar gibi yaşasınlar istedim, ağaç dikip, duvar