ise hemen sağ kollarını alnına koyarak asker tarzında saygı gösterdiler. “Buyurun” dedi biri işaret ederek. Bunu ihtiyar da anladı. Daha önceleri buraya gelmeye alışkın olan Şabdan başkasının girmesine izin verilmeyeceğini bildiğinden arkasına bakmadan girdi içeri.
Biri Tınay’ın diğeri Solton’un “müsteşarı” olan Dür ile Baysal çaresizce beklediler.
“Bu ne ihtiyarın duası mı var?” diye sordu Dür, omzunda omuzlukları olmayan askerler bile ona böyle saygı gösterdi. Hatta onu buranın köpekleri bile tanıyor. Bize imkân verecek gibi hali yok bunun” diye içinden düşünüyordu. Biri doğru der biri yanlış der kim bilir ama kendisi bir zamanlarda yaptığı işler sebebiyle Rusya padişahının hanedanlığı listesinden yer almıştır.
Ceti-Suu genel valisi her zamanki gibi “Rusya yöneticilerinin kardeşini” gülerek ve sevinerek karşıladı. Kibarca hâl hatırını sordu.
“Bu yerli, bizim dediğimizi kabul etmez. Kendisinin doğru olarak saydığını yapmaya alışkın inatçı biridir. Şimdi yer ayırma süreci için çok tehlikeli birisidir” diye sürgüne gönderilecekmiş.
Az ya da çok ama Rusya için birçok işleri yapmıştır. Bu yüzden Ruslar için hâlâ değeri vardır. Onlar için her şeyi feda etmiş. Bu yerlinin onlara karşı hareket yapmayacağını kendi üzerini sorumlu olarak alıp onu çıkardı hapishaneden. Bunu yazılı olarak mühür basılan makbuz ile gerçekleştirdiler.
–Ee dedi vali, sizin için bu belgeye göre Baytik’i size veriyoruz, Şabi Cantaeviç.
Teşekkür ettiğini yavaşça başını sallayarak bildirdi Şabdan. Şabdan tercümanına bakıp sonra efendiye baktı. Efendi, böyle hiçbir şeyi sezdirmeyen bakışı bu halkta ilk kez görmüştü. Şaşırdı. Sonra kendisi de tercümana baktı. Güvenilir tercüman ise böyle durumlarda her şeyi fark ederek hemen gerekli olanları söyleyip gerekli belgeleri hazırlayacağını söyleyerek hemen çıktı. Buna sevinen Şabdan beyaz taylak yününden işlenerek yapılan cepkeni özenle efendinin önüne koydu. Efendi korkmadı ürkmedi, Sonra Şabdan’a baktı. “Bu ne?” dediğini anladı Şabdan.
Bir tane değil gümüş sebike! Elde çok tutulmaması gereken ve gerekli olmayan bavulda yatan servet imiş.
Efendinin gözüne büyük pencereden gelen güneş ışıkları birleşerek farklı renklerle değiyordu.
–Evet, mükemmel güzellik!
“Bu mükemmel güzellik” değil bir halkın oğullarına mirasıydı.
Yarın çıkarılacak dendiği gün Baytik’i hastaneye götürdüler.
Orada kendi giysisinin üzerine daha beyaz bir şey giyen kişiler onu soyundurarak göğsünü, kürek kemiğini muayene edip eksik Kazakçası ile “hapishaneden soğuk geçmiş vücuduna” dediler. Bilek damarına iğne vurup ne olduğunu bir Allah bilir diyerek ilaç koydular. “Birkaç gün sonra iyileşeceksiniz” dediler.
Sanki kanına ateş girmiş gibi olup alevlendi, kalbi güm güm atıyordu, gönlü biraz yerine gelmiş gibiydi, Baytik, “bu ilaç soğuğu kovan bir ilaç mı?” diye düşündü.
Hapishanenin kapısında birçok insan bekliyormuş. Baytik göründü. Zayıfladığından daha da boyu uzamış gibi göründü. Yine de yelkenini indirmemiş gibiydi, boynu yukarıda yüzü de sakindi.
Nasıl olsa Baysal çocuk herkesten önce ileriye gitmek istedi ama daha hiç kimsenin onun önüne geçmediği Şabdan’ı görünce durdu. Şabdan’a iki kanat olan Dür ve Kazak’ın nahiye müdürü Bekeş onu karşılamak için ilerlediler.
Baytik, “Oo siz nereden geldiniz?” sorar gibi baktı. Baytik, kimin aracı olduğunu daha bilmiyordu. “Ya suçu üzerimden aldılar ya da Allah’ım kendisi zulmedenlere akıl verdi” diye düşünüyordu.
Kucağını açarak gelen Şabdan ile Baytik sarıldılar. Sonra Bektaş başta olmak üzere herkes Baytik’le selamlaşıp hâl hatır sordular.
Geride kalan Baysal onun karşısına geldi:
–Baba diye babasının dizlerine eğildi, sonra da ağlayıverdi.
–Baba!
–Ne dedi, Baytik, ağlama oğlum.
–Hadi, dedi Bekteş yola koyulalım, aziz halk bekliyor, ama yolda bir şeyler atıştırmak için duralım.
Hiçbir yere uğramak istemeyen Baytik Şabdan’a baktı. Şabdan da gülümseyerek başını salladı. Bekeş ise yavaşça yürüyerek Şabdan ile Baytik’i kendi faytonuna çağırdı. Şoförlüğü de kendi eline aldı. “Hayt” dedi Kazakça övünerek. Gerçekten de bir şeyler atıştıracağı yer yolda görünen düzlükteymiş. Onlar yoldan çevirince daha yeni kurulan ak otayın kapısında kadın göründü. Efendisi dev gibi misafirlerle girince boynunu uzatıp gümüş saçları yere dökülünceye kadar eğildi:
–Abi, dedi sesi titreyerek, iyi misiniz? abim?
“hangi kardeşim bu ” dedi Baytik.
Şabdan daha önceki ıssız törde her gün bekleyen melek bu muydu, aklı buna hiç ermedi, “Ne!”. Olmayacak işi daha ne kadar bekleyecektik? diyen Özbek’in sesi şimdi de geliyordu kulağına. Baytik ise “evet evet o ses” dedi. Haftada bir kere gelirdi, getirdiği yemeğini, tuzunu verip “abi kendine iyi bak abi” derdi.
Abisinin kürek gibi koluna eğildi. Baytik onu kaldırdı:
–Allah’ım kendisi beni kurtardı, kurtuldum dedi. Sevindiğinden mi ya da üzüldüğünden mi belli değildi ama ağlıyordu.
–Canım, dedi Bekeş Efendi, kapıyı geniş aç, kardeşlerimizi kabul et!
Çiy kapısını açıp:
– “Buyurun, buyurun abilerim” dedi, girin töre geçin abilerim.
Misafirler yaşlara göre töre geçtiler. Deminden beri can misafirlerinin dikkatini çekerek:
–Kahraman abi dedi Kazakça. Bir zamanlarda kötü durumdayken bana cömertlik yaptığınız kardeşiniz budur dedi.
–Nasılsın? diye sordu Baytik.
–Şükür abi, halkın iyi mi, sakin mi? diye sordu gülümseyerek. Sonra ona bakan efendisine baktı.
–İyidir bence, dedi Baytik. “İyi” dedi yumuşak sesle.
Bunların Tezeğ’i Albay Tsimmerman’a hiç sebep yokken yalan suç atarak Sarı Özön’e saldırmaya gittiğinde Be-keş kendisi esir olmasına rağmen kendi Tezeği’n de Rus askerlerinin subayına eşit davrandı. Adil sözünü söylediği için yerli yöneticiler onu özgür bırakıp geleneğe göre ev kurup, nikâhlı kız vermiştir. Sonra vatanına göndermişler.
Baytik bu olayı hatırladı, buna kendisi de emir vermişti. Ama kimin kızını verdiğini bilmemiş ve kızın kendisini de görmemiş. Bu kız her sabah ateş yakmak için her yerden odun bulmaya çalışırdı. Her gün unutmadan bu zavallı esir Kazak’a ateş yakıp ona yardım eden bu kızdı.
–Sana teşekkür ederim, Bektaş, dedi Baytik, eğer sen söylemezsen, sen eşlik etmezsen, bu kız nereden bilirdi, hapishanenin önüne gelir miydi, üzülüp ağlar mıydı? Armağan edilen kız, soysuz kız demeden pamuk gibi ona baktığından, yakınlarından da bıkmadan onlara gitmesine imkân verdiğin için teşekkür ederim. Bu senin anlayışlı olduğunu gösteriyor.
–Harikulade! dedi buna Şabdan.
Acele ettiklerini sezdirmeden sakince iki tarafa oturup yemek yedi.
“Kızın kötü dediği mağara, yok dediği ise bir günlük gecekonduydu”.
Şabdan, ana toprağında yaşayamamak kadar kız için bir keder var mı? diye