Özön at binenlerle doluydu. Sızarak gelen Rus arabası görünür görünmez herkes onları tezahüratlarla karşıladılar. Oğlağı atına alan yiğit elinden bıraktı. Kamçısını katlayıp göğsüne koyarak eğilip selam verene halsizliğinden Baytik teşekkür etmek için sadece gülümsüyormuş gibi dişlerini gösterebildi. Köyde büyük bir şenlik vardı. Onun geldiğine üzülen ah çekiyor, geldiğine sevinen ise “artık iyileşemez hâle gelmiş” diye aklına kötü düşünceler gelmeye başladı.
Doğru önceki hâli yok, siyah kartal gibi duruşu yok, bakışı da yok, hep halsiz, dudaklarını zorla açar, gözleri hep ıslanır.
Günlerin birinde Baza da geldi. İlk baktığında tanıyamadı ama daha sonra tanıdı. Oturanların arasından Baza’ya gel diyormuşçasına başını salladı. Eğilip selam vermek için elini uzattı ve gerçekten öncekisi gibi değil hâli diye düşündü Baza.
Hayır. Baytik başını kaldırdı. Boynunu düzelterek baktı:
–Ey dedi alçak sesle, sen bana bambaşka sözü iletmişsin!
Gözleri oynadı Baza’nın.
–Ey dedi Baytik şimdi sinirlenerek bana Rus sorgu yargıcısı okudu. Kötü bir söz bile söylememiş hatta teklifi kabul ettiğini söylemiş.
–Hayır, deyiverdi Baza kediyi gören fare gibi korkarak söylemişti, yalan söylüyorlar!
Bıyıkları hatta başı titredi Baytik’in:
–Ey sen yalan söylüyorsun? Baza ise “bunun ömrü artık azalmış ölecek, bunu duyarsa birini gönderir. Sonra yavrusu sağ bırakmaz, tümüyle yer.”
–Çocuğumun ciğerini yiyeyim! diye yemin etti.
–Bırak! dedi Baytik halsizliği artık görünüyordu, göğsünü sol koluyla okşadı, bırak çocuğundan bahsetme, çocuğunun burada hiç alakası yok, laflarına dikkat et. Bir gün biri “hani yiyecektin şimdi ye” diye çocuğunu kesip ciğerini ağzına atmasın dikkat et dedi.
Baytik’in gözleri süzülmeye başladı. Bu olayı hemen göz önüne canlandıran Baza ürktü ve kaçmaya hazırlandı. “Kısacası” dedi Baytik’in halsiz sesini duyan Baza hemen durdu.
Baytik:
–Şimdi kendini aklama Bazam sen söyledin ben duydum, bunu ikimiz de mezara götürelim kendimizle beraber. İyi düşün, iki yüzlüsün, iki halkı birbirine düşürdün. Sadece kendini ve çocuğunu değil, tüm soyunu yok ederler eğer bilirlerse…
Baza hiçbir yere kaçamayacağını anladı bundan ve yavaşça boz üyün kapısına ilerledi, ulaştığı zaman sanki onu biri sert bir şekilde tutmuş gibi olup korktu ve sonra dışarı çıktı.
Çıkar çıkmaz içerideki hastaya, zorla nefes almasına ve bu haline sevinmiş gibi güldü ve sinirlendi de. Ağlayarak küfretti Baza.
Baytik, “Köp Solto”, “Tok Solto” denen kabiledendi. Baza ise bunlardan değildi. Buna rağmen Baytik onu yanına yardımcısı olarak alırdı hep.
“Ee!” dedi Baza ata zorla bindikten sonra. Sizler de ağlıyormuşsunuz! Sizler de halsizlikten ölüyormuşsunuz demek ki! Sonunda biz alırız yönetimi!”
Kendinden memnun olarak gitti Baza.
9
Etrafta onlardan başka kimse olmasa da birbiriyle uzun zamandır görüşmeyen iki köylü kardeş gibi görüştüler.
“Duydun mu bir şey?”
“Neyi?”
“Neyi neyi? Tek kahramanımızı Ruslar tutup dövmüşler!”
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
“İyi olmuş!”
“Rus’u babası gibi görüp getirmişti buraya!”
“Ama Rus yolu bulamayanlardan değil ki?”
Bu sırada biri göründü, iki kardeş de sustular. Doğru bütün Kırgızlar’ın tanıdığı Baytik’in cenazesini Basböltögü’ne götürmüşler. Gelenler o günkü cenaze töreninden geliyordu.
Gözünün önüne iki Baytik göründü, biri önceki siyah kartal gibi duruşu olan diğeri ise ağzı zorla açılıp yatan ihtiyar, “ah” diye üzülen Baytik’’in sesi şimdi Şabdan’a duyuluyordu.
Neden “ah” diyordu!
Bu yalan dünyanın yalan olduğuna mı inandı yoksa ömrü boşa gitti diye mi üzüldü, ne yapsın zavallı “Ak Paşaya yaptığı yürekten hizmeti” için pişman mı oldu?
Yol genişti ama yol boyunca Ruslar oturuyordu. Bir evden bir değil ikişer köpek çıkarak havlıyordu. Onlarla beraber çocuklar da var.
Köpeklerini mi kovalıyorlardı? Hayır, çocuklar onlarla oynuyordu.
Yünleri parlayan iri köpeklerin biri at üstündekini biri ise atın kuyruğuna kadar gelip ısırmak istedi. Ne yapsın köpekler, köpeklik görevini yerine getiriyorlardı!
Sadece köpekler değil, hatta çocuklar da oyun mu ya da gerçekten bilerek mi yaptılar belli değil ama onun ardından bağırıp çağırıyorlardı.
İri bir köpek Şabdan’ın atının kuyruğuna yapıştı kaldı, böyle şeylere alışkın olan atı da çifte attı.
Çocuklar korktular!
Herkes taş alarak üstündeki sahibinin kim olduğunu bile bilmeden ata doğru taş atmaya başladılar.
Ne kaçabildi nede kendini gizleyebildi. Yağmur gibi gelen taşlar her ikisine de değiyordu.
Oturan mucuklar sadece gülüp baktılar, köpekleri değil hatta çocuklarını bile durdurmadılar.
Şimdi Şabdan Baytik’in “ahını” hatırladı.
Birkaç gün sonra Şabdan, bu yaramazlığı durdurmak için kaymakamlığa geldi.
Kim tanımaz ki onu? Şabdan, kapıda duran muhafıza bile bakmadan direk girdi. Kaymakam Başkanı Yarbay Putincev yerinden kalkarak Hazreti İmparatorun saygısını kazanmış Ordu Başkanını karşıladı.
Yolda gördüğü ne kadar üzüntülü olsa da olayı basitleştirerek anlattı.
Onu sonuna kadar dinledikten sonra başını salladı ve şöyle dedi:
– Ne yapacağız ki dedi sadece. Her gelene tüm Rusya padişahı tarafından kendini, evini, mülkünü, herkesten koruma hakkı verilmişti. İyi ki vurmamışlar, onların her birinde tüfek ve bin kurşun var. Bu dedikleriyle üzüntüsünü paylaşmadı ve avutmadı da. Şabdan direk korkuyu hissetti. Anladım demişçesine yavaşça dışarı çıktı. Kahramanın “ah” dediğini yine hatırladı.
İşte yaşasa da kıskanan yaşamasa da birbirine bakmayan iki kardeşin hikâyesi bu!
10
Aylar ayları kovalayıp yıllar geçtikten sonra insan ömrü hiç fark etmeden bitiverir.
İki kardeş eskisi gibi sağlıklı değil şimdi ikisinin de bir kolunda değnek vardı. İkinci değneği de alacak kadar yaşlandılar. Ama kırmızı gözlünün durumu diğerininkine göre daha iyiydi. Yanındakinden nefret ederek niyeti de bozulmaya başlamıştı.
“Duydun mu sen, duymadıysam müjdeli haberi söyleyeyim sana?”
“Ne olmuş ki?”
“Bizim akıllımız Mekke’ye gidiyormuş!”
“Hiç gelmesin!”
“Biz de uğurlamaya gidelim mi?”
“Tabi!”
“Bizim