Tölögön Kasımbekov

Kırgın


Скачать книгу

diye tepesi attı Baytik’in. İzin almadan nasıl özel mülkiyete geçer?

      Kimi doğruyu kimi ise yanlışı söylüyor diye her ikisine de baktı Baytik.

      Sorgu yargıcı:

      –Rus atının izi kaldığı yer Rusya’dır!

      –İşte! diye gereksiz yere diğerinin söylediğine ilave etti tercüman. Soracak mı? Kendisi Yarbay Lerheni’ye eşlik ederek Ouliya Atag’a gittiğinden beri bu ülke Rusya olmuştur artık.

      Baytik’in ışığı sönmüş gibiydi. “Bize ne kendimiz mi verdik?” Hiçbir zaman suçu üstüne almıyordu. Burada ise içten suçlu olduğunu hissetti.

      Bu günlük yeter dediler galiba. Sorgulamayı durdurdular. Artık ezilen Baytik hücresine gönderildi.

      “Bence bu dağda donup hayatını geçiren yabanileri düzlüğe getirerek onlara mahsus yer vermek için getirmiş” dedi tercüman. “Evet, dedi sorgu yargıcı, İmparatorluğun buraya halkı göç ettireceğini ve onlara ebediyen buraya yerleştireceğini bilerek bu işi yapmıştır. Demek İmparatorluğa olan karşıtlığı açık görünüyor.”

      Sigara içip başını salladı.

      “Biz biliyoruz bunu, deve gibi kendi istediğini yapmaya alışkındır. Bu şimdi de sonra da kolay kolay baş eğmeyecek”

      “Pek önemi yoktu, ama…”

      “Doğru yer ayırıp, yerleştirme sürecinin sonunda anlaşmazlıktan dolayı bir kavga çıkarıp onu oradan götürebilirdik.

      “Bu yüzden işte bu yüzden arazi verdiğini, söylemeyelim, bir kişi ölse de öldürdüğünü, evlerini yaktığını söylersek yeterli olacak, birkaç yıl hapishaneye atılabilir, belki eskisi gibi sürgüne gönderilebilir biz ise işimizi bitiririz, gerisi mahkemeye kalmıştır.”

      Demir kafesli kapısının dibinden giren güneş ışığı, gece boyunca uyumayan Baytik’i her gün karşılıyordu.

      “Birini görmüş gibi mi oldu?” “Dışarı çık mı dedi?” Bu sadece bir görünüp bir kaybolan ümitti! Kolunu ve ayağını biraz germiş gibi olur ama bir yandan hiç aklından çıkmayan düşünce bir yandan uykusunu alamaması kokan yastığa yatmaya mecbur ediyordu. Yatsa da düşünüyor, bir türlü sakinleşemiyor, hep üzülüyor, yukarıya da bakmak istemiyor, gözleri yalnız sivri kapıya bakıyor. Artık birbiri üstüne katlanan düşünceleri kapıdan giren ışığa sanki bir perde gibi olup ışığı göremiyordu.

      Demir kapıdan ses geldi. Yemek vermeye geldiler galiba! Kapıdan bir şey vereceği eşik açıldı, tabak da göründü, kapı dışından sesler geldi, sanki biri ağlıyormuş gibiydi, birisi ise onu avutuyormuş gibi. Kimdi?

      –Mahpus!

      Görevli yorgun sesi duyuldu. Yavaşça yürüdü kapıya doğru, artık alışmıştı ona, hiçbir şey demeden tabağı aldı. “Abi… abi” diye üzüntülü ses geldi. Tutuklu hemen başını kaldırdı, kadın sesi geldi. O yine yalancı ümitti. Hayır, ama yine kendine iyi bak abi” dedi yine. Kapı kapandı. Yine karanlık, sessizlik oluştu sinek sesi bile yoktu. “Kim? Kimdi o?”

      Tabağı yere bıraktı, iştahı yoktu, sonra tabağa baktı, bir parça et vardı ve daha ılıktı. Tabağın dibinde biraz gülçötay vardı. “Kim?” diye düşündü yine. “Yoksa Apar mı geldi? Ama o abi demeyecekti bu Kazakçaydı. Hangi Kazak vardı benim için canını feda eden?”

      Günler, haftalar ve aylar geçiyordu. Ama mahkemeden hala haber gelmedi.

      Bazen onu akşamüstü dışarı çıkarırlardı.

      “Gel dedi görevli, ayağında varmış bir de koluna zincir takalım, biz de rahat olacağız. Eğer denetlemeye gelirlerse sinirlenirsin belki.”

      Baytik, bu yarı Kazakçasından sadece bunu anladı ve başını salladı. “Korkmayın sinirlenmeyeceğim” dedi sakince.

      Zincire kolları sığmadı, ayakları için özel zincir yaptırmışlardı. Görevli ona bakarak “kim ne derse cevap verme, aklından çıkarma bunu” diye uyardı. Dev Baytik başını salladığından dolayı görevli biraz rahatladı.

      Böylece kollarını arkasına alarak kimseye bakmadan ve kimseye önem vermeden başka mahkûmlar konuşsalar da hiç önem vermeden çölde yalnız kalan deve gibiydi.

      Gökyüzünde bulutlar çoğaldı ve sisten dolayı gözle hiçbir şey görünmüyordu. Sadece güneş biraz kızarır sonra da kaybolurdu her gün.

      Tabi güzel sözler söylemek iyidir, ama onlar unutuluyormuş. Daha önemlisi gönülmüş, o hep yanında olan belaymış diye kendine çok kızıyordu.

      Dışarıya çıkardıklarında da mezar gibi karanlık odasında da Baza hep onun yanındaymış gibiydi. Bir şeyler söylüyordu sanki ama bu söyledikleri üzüntülü değil tersine kötü niyetliydi, onun bu haline seviniyormuş gibiydi.

      “Nasıl bir şey yapmadan dururdum bu durumda?” Evet, tündüğünü18 düşürdüm, boz üyünü yaktım. “Kendisinin bana yaptığını ben de ona yaptım. Cezasını verdim?” dedi. Bununla ilk suçunu kabul ediyormuş gibiydi.

      İkinci suçunu ise hiç kabul etmedi. “Biz nerede kalacağız?” diye üzüldü. Han’ı ile Oğuz Han’dan beri gelen savaş hevesi uyandığından soğuk yerde ruhu da soğuyordu, titriyordu.

      Daha önce Rus askerinin yanında at binen Baytik hep gözünün önünden geçiyordu. “Kahraman yanındayken kötü bir şey gelmez” demişti. Tanıdığından onunla beraber gitmişti. “Ah!” dedi. Sanki teke tek savaşta aldatılarak yenilgiye uğramış gibiydi.

      8

      Şabdan tek değildi. Her zaman yanına ya dilenci ya da kötü durumda olup yardım isteyen birisi gelirdi.

      Daha önce haritasına çizilen bölgelere ilave olarak daha çok yer almak için Rus efendiler şapkalarını eğri şekilde giyip Şabdan’a gelir. Misafir de olurlar. Bunu fark edenlerden biri “Oo bizim kahramanın Ruslarla ilişkisi iyi” diye övünse diğeri “yerimizi Ruslara dağıttı artık” diye meraklanmaya başladı.

      O günkü rastgele gelen Kazak’tı. Çenesinin ucunda birazcık kılı vardı. Hiç yerinde durmadan titreyen çekik gözleri vardı.

      Sadece kahramana bakıyordu, ona eşlik ediyormuş gibi köyün aksakallarını değil oturan Baytik’in Baysal’ını bile karşılayacak hali yoktu. Övünerek:

      –İşte, azan ile ad verilen ismimiz Alpısbay, uzaktan geldik, kahraman, dedi, sizin değerinize layık olsun diye törene hayvanların en iyisini ve atların en iyisini seçerek 40 kısrak getirdik size.

      –Ee dedi Şabdan. Neden böyle yaptınız? Hayvan getirmeden de gelebilirdiniz.

      –Şimdi, dedi diyeceğini bir daha düşündü, cömert olarak tanıyan Şabdan’a bakarak ne diyeceğiz şimdi, yaz boyunca yaylamız da daraldı, komşu olalım, bir süre için olsa da kabul ederiz. Ala Too’nun eteğinden bize biraz yer vermenizi rica etmek için geldik, dedi.

      “Daraldı” dedi, “gelenler alıyor” diyemedi, ama Şabdan onu da bildi, “bir süre için olsa kabul edecektik, ama bize de yer gerek desem gidecek mi?” diye Şabdan düşündü.

      –Ee dedi, yine.

      Nereden yer istiyorsun diye sorduğunu tahmin etti Kazak:

      Çımalga bize yakın Korday size yakın işte o Korday’ın eteğinden yer verirseniz yeter bize.

      “Ta eskiden beri Camankan kahramanın alacağı tüm mevsim boyunca Korday’da dururdu dedi Şabdan içinden, “kuru bir yer otları da iyi değil neden onu istiyor?”

      – Şabdan