Tahir Özgen

Türkistan'dan Türkiye'ye


Скачать книгу

Doğu Türkistanlı; Uygur, Kırgız, Özbek ve Dunganların, Kırgızistan’dan Doğu Türkistan’a gelen basmacı liderlerin yanında Doğu Türkistan’ı Çin’in hakimiyetinden kurtarma mücadelesini konu edinir. Osman isimli bir Kırgız paşanın (General) Kaşgar’ı nasıl fethettiğini, onun Kaşgar’daki iktidarını, Alay bölgesinden gelen Adi Korbaşı’nın Kaşgar’a gelişi ve faaliyetlerini, kendisinin de bu olaylardaki yerini yazar. Doğu Türkistan’ı Çin’in egemenliğinden kurtardıktan sonra Dunganlar ile Türkler arasında çıkan iktidar savaşı da anlatılır. Son olarak, 1934’te Çin’in bölgeye tekrar hâkim olmasıyla, kendisinin ailesiyle birlikte Tibet üzerinden Pakistan’a gelmesi ve 1953’te Türkiye’ye ulaşmasıyla eser sona erer.

      İKİNCİ BÖLÜM

      TÜRKİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE

HACI PARPİ ÖZGEN’İN HATIRALARIYAZAN: TAHİR ÖZGENKızıl Baskı Altındaki Türkeli

      Hacı Parpi Özgen

      Oğlu Tahir Özgen

      BİRİNCİ KISIM

      İLK YILLAR VE MÜCADELELERİN BAŞLANGICI

      Ben Türkistan’da, Fergana Özgen’de doğdum. Kabilem Kırgız Adigine Dunguçtandır. (Coru).11 Tengiz Baydan, Üçbay oğullarındanım. (Tengiz Bay, zengin demektir.) Üçbay, adı zamanında çok zengin olan üç kardeşten gelmektedir. Bunların zenginliğini anlatmak, için, yaşılar, “Üçkardeş bir yerden bir yere göçerken bütün yollar boşaltılırdı” derler. Bu darb-ımesel üç kardeşin büyük hayvan sürülerine, mala, mülke ve nüfuza sahip olduklarını gayet iyi ifade eder.

      Ak Nazar, Nazar Kul ve Aiyt Kul adındaki bu üç beyin ahfadı zamanla 60 aile olacak kadar çoğalmıştır. Ben Hacı Parpi Bay, Nazar Kul’un torunuyum. Babam Mehmet İbrahim (Mamatraim) ben üç yaşımda iken ölmüş, on iki yaşına geldiğimde annem ve kardeşim vefat ettiler. Mati12 adında bir binbaşının himayesinde iyi bir eğitim ve itina ile yetiştiğim için 14 yaşımda, Kabilem beni “Köy Kaymakamı” yaptı. Birkaç yıl bu görevle kabileme hizmet ettim. Daha sonra atalarım gibi ticarete atıldım. Durumum onlarınki gibi muhteşem olmadı ama oldukça zengin sayılırdım.

      Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı böylece özetledikten sonra gelelim Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla değişen dünyaya ve bizim durumumuza:

      Bir gün beni Mati Binbaşı yanına çağırdı ve:

      – Artık dünya çığırından çıktı. Biz kendi hesabımıza kendimiz için bir çıkar yol bulmazsak kurtulamayız, dedi. Gerçekten kısa bir süre sonra sağımız solumuz baskınlarla harap edilmeye başlandı. Kabilemizden topladığımız birkaç yüz askerle kendi topraklarımızı 1922’ye kadar korumayı becerebildik.

      O sıralar Türkistan Fergana’da (Beg) adında aydın Türkistanlılar bulunuyordu. Mehmet Emin Beg, Şer Mehmet Beg, Moydin Beg, Halil Hoca Beg13 ve bunların arkadaşları ünleri her yerde duyulan sayılı Beglerdendi. Begler durmadan Ruslar aleyhine genişletmek için büyük gayretler sarf ederlerdi. Yapılan çarpışmalarda çoğu zaman Ruslar yenilir, yaptıkları hücumlar kendilerine çok pahalıya mal olurdu.

      1922 yılında artık bu kavgalar bitmiş, bulunduğumuz mıntıkalar Rusların eline geçmişti. Yalnız Özgen, Gülçö, Alayku14 ve bu civarın bazı bölgelerine kadar olan topraklar bizim elimizdeydi. Yine Rusların sömürdüğü ve Doğu Türkistan sınırı sayılan bu bölgede de huzurumuz yoktu. Gerçi canımıza dokunulmuyordu, ama silahlarımız alınmış, müdafaadan aciz hale getirilmiştik. Bu göz boyama ve sömürme siyasetlerini devam ettirmek için Mati Binbaşıyı adı geçen yerlerden birine vali, beni de Ticaret Başkanı yapmak gibi bir düzene başvurdular. Fakat karşılığında Doğu Türkistan’ın, bu dünyanın en zengin ülkenin altını ve gümüşünü Rus kasalarına aktardılar.

      Hudutların bizim elimizde oluşu Rusların fazla ileri gitmesine engel oluyordu. Kimi zaman bir ayda beş yüz hayvan geldiği oluyordu. Fakat biz bu zahiri ilerlemeye oyalanırken Ruslar hazırlılıklarını bitirmiş, amaçlarına ulaşmışlardı. 1925 yılında bir gün aniden Türkistan’ın bütün ileri gelenlerin, iş adamlarının ve aydınların kıskıvrak hapsedilmesiyle beynimizden vurulmuşa döndük. Gözümüz açılmıştı, ama hapsedilenlerin bir tanesi bile geri dönmedi.

      Kaybolanlar arasında Mati Binbaşı da vardı. Ben bu haberi öğrenir öğrenmez kaçtım, iki yıl devamlı evimi göz hapsinde tuttular. Ben yakalanmamak için durmadan yer değiştiriyordum. 1926’da Türklerin elinde ne var ne yoksa hepsini toplayıp alan Rusların beni aramaları boşuna oldu. İlkin Özbekistan’a daha sonra Ayım Kışlak’a, en sonra da Oş’a gittim ve birer yıl kaldım.

      Benim Oş’ta bulunduğum yıllarda, kabilemin en kudretli Beglerinden biri ve Özgen Valisi olan Canı Beg15 de Ruslar tarafından aranıyor, peşinden asker gönderiliyordu. 1927 yıllarına doğru Canı Beg iyice kuvvetlenmiş ve etrafına mücahitlerini toplayarak bir çete kurmuştu. Yaptığı bütün çatışmalarda Rusları bozguna uğratıyor, peşinden gelenleri yakaladığı yerde öldürüyordu. Rus askerinin ve subayının Canı Beg’ten gözü iyice yılmıştı. Maalesef bu büyük mücahidi yakalamakla görevlendirilen vahşi Rus subayları, kendilerini çok uğraştıran ve yıldıran bu gazinin yerine suçsuz, günahsız Türkistanlıları öldürüyor, hınçlarını halktan alıyorlardı.

      Türkistan coğrafi bakımından dağlık bir bölge olduğu için iklimi serttir. Yazları sıcak, kışları çok şiddetlidir. Kış mevsiminin muharebeye elverişsiz olması sebebiyle, Ruslar saldırmak için bunu fırsat bildiler. Karların birbirimizle irtibatı kesecek kadar çok olduğu günler baskınlarını artırdılar. Büyük kayıplar vermemize rağmen dayanıyorduk. Bizim bu cansiperane karşı koyuşumuzdan korkan ve başa çıkamayacağını anlayan Ruslar bu sefer Türkistanlı komünistleri asker yapıp Canı Beg Gazi’yi bertaraf etmek yolunu seçtiler.

      Durumun kötüye gittiğini anlayan Gazi adamlarını güçlükle bir araya getirip bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Canı Beg Gazi Doğu Türkistan’a geçip Çin Hükümetinden yer istemeyi, verdikleri takdirde hep birlikte oraya göç etmeyi teklif etti. Bunun üzerine Canı Beg yanına seçme adamlarını alarak Doğu Türkistan’a gitti. Haber kısa zamanda Rusların kulağına ulaştı ve dağcı askerlerle komünistler Canı Beg Gazi’nin akrabalarının barındığı, avunmaya elverişli, fakat kışın dört yanı karlarla kaplı, 600 hanelik Kara Şoro yaylasını basıp, zaptettiler. Yazın 10000 Rus askerini bile rahatça püskürtebilecek bu iki yanı da dağlık arazide Canı Beg’in askerleri çok zor durumda kaldılar ve soğuklar sebebiyle müdafaa yapamadılar.

      İstilacılar Canı Beg’in topu üç yüzü aşmayan askerlerini çağırarak kendilerine bir şey yapmayacaklarını, fakat Gazi’yi yakalayabilmek için silahlarını teslim etmeleri gerektiğini söyleyerek bir anlaşma teklif ettiler. Askerler mühlet isteyip kendi aralarında bir toplantı yaptılar. Toplantıda Canı Beg’in bir oğlu ve damadı da hazır bulunuyordu. Gazi’nin oğlu savaşmakta ısrar ettiğini bildirdi. Silahları teslim etmenin doğuracağı felaketi anlatarak, şehit düşmeyi daha uygun bulduğunu güç olduğu fikrindeydi. Parasız olduklarını öne sürdü.

      Abdullah Beg isminde bir başkası ise Doğu Türkistan’a gidebilmenin kendileri için imkânız olduğu düşüncesiyle derhal teslim oldu. Damadın fikrinden cesaret alıp teslim olanların