farkına varan Asıl kendilik değerlerini keşfetmiştir.33
Yazarın bu dört hikâye dışında kalan on bir kısa hikayesinde ise mekân algısı değişiklik gösterir. Bu hikayelerin kısa olması sebebiyle tek başlık altında incelenebilir. “Kavganın Başlaması” adlı öyküde bile bile ölüme giden Bilgin Darkan’ın içinde bulunduğu çıkmazda kendini gösterir; “kötü niyetli kağanım ben yanlış yapmadım, sevincim benimle gidiyor, üzüntüm kaldı dünyada” (s. 106) söylemi mekânın cehennemleşen yüzünün görüntüsüdür. “Taşa Yazılan Damga” öyküsünde doğanın acımasız yüzüyle karşılaşan birey, çevresel koşulların yarattığı korkuyu duyumsar. Mekân bu boyutuyla sıkıştırıcı/ kuşatıcı yönüyle görülür; “bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Yağmurluğumdan akan su damlıyordu. Ayakkabımıza su dolup, yürüdükçe ses çıkarıyordu. Yağmurun yağması yetmezmiş gibi dolu da yağmaya başladı. Şimşeğin çakması ürkütücü boyuttaydı.”34 Kuşatılmışlığın korkunun ve tükenişin mekânı olan doğa, öykünün başında açık mekân iken bir anda kapalı mekâna dönüşür.35
Bireyin korkularının, acılarının mekânı olan dar/ kapalı mekânlara örnek olarak, “Keder” öyküsünün başkişisi Üsön’ün eşini kaybettikten sonra cehennemleşen dünyasında, karısına olan özlemle yakarışı gösterilebilir; “güzelim! Üsön ağlayarak resmi göğsüne bastı. Can başka imiş, ben hala yaşıyorum. Hayatımın çiçeği, çocuklarımın annesi beni bırakıp, dönmeyecek yerlere gittin. Kanepeye kendini atıp çocuklar gibi ağladı.”36 Ölümün mekânı her zaman dar/kapalıdır. Mekânın darlaştığı diğer bir öykü de “Anne” öyküsüdür. Gelininin kötü davranışlarıyla hayatı alt üst olan kadın karakter, oğlunun seyirci kalmasıyla yıllardır anılarını depoladığı içtenlik mekânından ayrılmak zorunda kalır; “tamam ben gideyim kavganızın sebebi ben oluyorsam. Tamam, oğlum, hoşça kal. (…) Anne giysilerini almadan çıkıp gitti.”37 Sütüyle büyüttüğü öz evladının duyarsızlığı ve gelininin eziyetleri karşısında yaşlı kadın kendini sokağa atar ve mekân darlaşır.
Bireyin kendisiyle ve çevresiyle uyumlu olduğu içtenlik mekânları olan geniş/açık mekânlar, “Taşa Yazılan Damga” öyküsünde, anlatıcı ben’in hedeflerinin gerçekleştiği zirvedir; “Saat 17:08’i gösterdiğinde Straykov ilk önce zirveye ulaştı. Hepimiz yaşasın diye bağırdık. Beş dakika sonra hepimiz ordaydık. Straykov’un elindeki barometre bulunduğumuz yerin denizden 5000 metre yükseklikte olduğumuzu gösteriyordu.”38 “Mutluluk Veren Bölge” öyküsünde mekânın insanı rahatlatan yönüyle yüzleşir; “böyle bir yolculukta camın yanına oturmaktan başka ne güzellik vardır. Cama yaklaşıp bir aşağıya bakmaktan bir de sınırsız gökyüzüne bakmaktan gözlerin yoruluyor. Cesur Yuriy yirminci yüz yılında yeryüzünün her köşesini gezdi, ancak aslan gibi kocaman Kırgız dağlarının farkına varabildi mi?”39 Kasımbekov’un huzur mekânı, doğup büyüdüğü Kırgız Coğrafyasıdır. Kasımbekov’un kahramanları da bu atmosferden etkilenir.40
Romanda “mekân, vaka zincirinde ifade edilen hadiselerin sahnesi durumundadır.”41 Olay örgüsünün merkezi konumundaki başkişi ve diğer karakterlerin açımlanmasında kendilerini gerçekleştirmelerinde mekân önemli bir unsurdur. Romanlarda mekân kahramanların sahnesidir. Tölögön Kasımbekov Kırgız tarihi romancılığını başlatan isimdir. İlk tarihi roman Kırılan Kılıç romanı üzerine hala bir roman yazılmış değildir. Onun tarihi romanlarında geçen çevresel mekanlar Kırgızistan’ın işgal edilmiş topraklarıdır. Algısal mekân bağlamında incelenecek mekanlar ise halkın tahrip edilen bellek mekanlarıdır.
Yazar, Kırılan Kılıç romanından itibaren milli tarih bilinciyle eserlerini kurgulayan Kasımbekov, kahramanlarını ve olaylarını gerçek yaşamdan seçerek kendi deyimiyle “yüzyıllarca yaşayan Kırgız adını kılıç ile dağlara yazmıştır.” Kırgız edebiyatının tarihsel romancılığında zirve kabul edilmesi, onun içinden geldiği gibi rahatça yazması ve tarihsel gerçeklere sadık kalmasından dolayıdır. Kasımbekov, nehir roman tarzında dört tarihi roman yazmıştır. Kırılan Kılıç romanından sonra yazdığı Kelkel romanında, kaldığı yerden devam etmiş, olayları ve kahramanları tarih sırasıyla aktarmıştır. Yazarın diğer tarihi romanları olan Kırgın ve Baskın’ın da olaylar devam eder. Rusların Türkistan’a gelişleri, Hokant Hanlığı dönemi taht karışıklığı, Rus göçmenlerin yerleştirilmesi, 1916 Ürkün ayaklanması ve sonuçları, Çar rejiminin yıkılması ve belirsizlik romanın ana hatlarıdır. Kırgız halkının yaşamına odaklanan ve kahramanlarını gerçek hayattan seçen yazar bir tarih kitabı yazıyormuş gibi titiz davranmış arşiv belgelerinden, dönemi yaşayan canlı şahitlerden yararlanarak bir döneme ışık tutmuştur. Kurguyla gerçeği birleştirdiği bu dört romanında mekân tasvirleri ve mekânın bireyler üzerindeki etkisi önemli yer tutar.
Tölögön Kasımbekov’un Kırılan Kılıç romanında geçen mekânlar, reel yaşamdan alınan tarihsel hadiselerin birebir yaşandığı yerlerdir. Romanda en çok görülen ve daha çok ihanetin, ölümün mekânı olan, Han Sarayı ile işgal altındaki şehirler çevresel mekânlardır. Yazar-anlatıcı tarafından kurgunun merkezine alınan çevresel mekânlar şunlardır; “Taşkent, Sarı Özön, Çüy tarafı, Talas, Aksu tarafı, Sar Töbö, İki Su Arası, Buhara tarafı, Evliya Ata şehri, Kurtka, Ketmen, Töbö Kaleleri, Oş, Narın Irmağı, Alabuğa köyü, Kızıl Car, Çüy, Kocon, Mahram, Fergana, Namangan, Andican, Özgön’dür.42 Çevresel mekanlar yazarın diğer tarihi romanlarında da değişmez. Ancak mekân incelemelerinde daha çok algısal mekân üzerinde durulmalıdır.
Kırılan Kılıç romanında mekânlar daha çok özgürlüklerin kısıtlandığı, bireylerin hayatlarının sonlandırıldığı, varlık alanlarına müdahale edildiği olumsuz yönleriyle öne çıkan savaş meydanı, zindan gibi yalıtık mekânlardır. Rusların gelmesiyle hayatları cehenneme dönüşen Kırgızlar için bir zamanlar içtenlik mekânı olan yerler kapalı/dar mekanlara dönüşürler.
Savaş anında ölümü hissederek siperde ölüm kalım savaşı veren askerler için mekân darlaşır; “siperin içi kapkaranlık. Yiğitlerin durduğu yerden başka bir yerde, bir damla bile ışık görünmüyor. Ağaçlar, dul kalmış kadınlar gibi büzülmüş, evler ise, eski mezarlıklar gibi boz renkte gözüküyor.”43 Bireyin ruhsal durumuyla paralel olarak değişen mekân algısı, roman boyunca genelde olumsuz yönüyle işlenir. İşgale, kıyıma uğrayan halk yok olma tehlikesiyle korku ve telaş içinde yaşamaya çalışırlar. Dünyalık zamanlarındaki belirsizlik, onları kaotik bir çıkmaza sürükler; “Hokand’da çıkan kargaşa herkesin dilindeydi. Başkalarının ağzına bakarak kulak kabartıyorlar, uzaktan bir atlının geldiğini görseler, hemen atlarına koşuyorlardı. Korku dağı aşmıştı.”