Mar Bayciev

Dramalar I


Скачать книгу

>

      Mar Bayciev

      Dramalar I (Uzun Yol Treni-Gelin ve Damat)

      Bismillahirrahmanirrahim

      Anneme, Babama ve Ertuğrul’a

      MAR BAYCİEV’İN HAYATI VE SANATÇI KİŞİLİĞİ ÜZERİNE

      Mar Taşimoviç Bayciev Kırgızistan’ın yetiştirdiği en önemli kalemlerden biridir. Bayciev edebiyatın farklı türlerinde eserler vermiş olsa da en bilinen özelliği dramaturg yönüdür. Bayciev’in kaleme aldığı piyesler Almanya, Polonya, Çekoslovakya, Romanya, Macaristan, Avusturya, İsveç, Finlandiya, Moğolistan, Kanada, Kosta Rika gibi ülkelerin tiyatrolarında sahnelenmiştir. Yine Bayciev’in kaleminden çıkan piyesler Sovyetler Birliği bünyesindeki yüzden fazla tiyatronun repertuarına girmiştir.1

      1935 yılında şimdiki Kırgızistan toprakları içindeki Calal-Abad şehrinde doğan Bayciev, Kırgız Millî Üniversitesinin Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olmuş, 1962-64 yılları arasında Moskova’daki yüksek senaryo kursunda eğitim almıştır. Yüksek senaryo kursunda bitirme tezi olarak kaleme aldığı “Başkanın Baktısı” adlı çalışması Özbekfilm tarafından beyaz perdeye aktarılmış, bu film 1979 yılında düzenlenen Uluslararası Aşkabat Film Festivalinde ödül almıştır.

      Bayciev, Kırgızistan edebiyat dünyasında hem Kırgızca hem Rusça yazabilen az sayıdaki kalem arasındadır. İlk hikâye kitabı “Karakurt” 1961 yılında basılmıştır. Bu kitabın ardından 1964’te “Kaytıp Kelüü”, 1976’da “Menin Altın Balalıgım” adlı hikâye kitapları basılmıştır.

      Bayciev’in senarist özelliği de vardır. Kırgızfilm stüdyosu için “Ak İlbirstin Tukumu”, “Altın Küz”; Özbek-film stüdyosu için “Bötön Bakıt”, “Nöşör”; Kazaktelefilm stüdyosu için “Cañgı Cıl Aldındagı Tün” isimli uzun metrajlı filmlerin senaryosunu kaleme alan Bayciev’in kısa hikâyelerinden uyarlanan kısa metrajlı filmler de vardır.

      Bayciev sanatına yakından bakmak için onu yetiştiren edebiyat iklimini başlangıcından itibaren kısaca hatırlamak yararlı olacaktır.

      Salican Cigitov (1936-2006) Kırgız edebiyatını dört ana döneme ayırmaktadır:2

      1. Sovyetler Birliği’nin Kuruluşuna Kadarki Kırgız Edebiyatı (1870- 1917)

      2. Sovyetler Birliği Dönemi Kırgız Edebiyatı (1917-1990)

      a) Kırgız Toplumunu Sovyetleştirme Dönemindeki Edebî Süreç (1919-1924)

      b) Sovyetler Birliği’nin Totaliter Rejime Dönüşmesinde ve Yerleşmesi Dönemindeki Edebî Süreç (1925- 1955)

      c) İkinci Dünya Savaşı Dönemine Kadarki Edebî Süreç (1925-40)

      d) İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası Dönemdeki Edebî Süreç (1941- 1955)

      3. Sovyetler Birliği’nin Az da Olsa Liberalleştiği Dönemdeki Edebî Süreç (1956-1990)

      4. Bağımsızlık Sonrası Kırgız Edebiyatı (1990-2003)

      Bu tasnife göre 1935 doğumlu olan Bayciev ilk hikâye kitabının basıldığı tarih (1961) ve sonrasında Moskova’daki Yüksek Senaryo Kurslarında eğitim aldığı dönem (1962-64) göz önünde tutulduğunda Kırgız edebiyatında altın nesil olarak bilinen 1956 sonrası dönem içinde değerlendirilmesi gereken kalemler arasındadır. Kendilerine ağabeylik yapan Cengiz Aytmatov’un açtığı yoldan ilerleyen 1960 nesli, Aşım Cakıpbekov (1935-1994), Murza Gaparov (1936-2002), Kazat Akmatov (1941-2015), Tölögön Kasımbekov3 (1931-2011)4 gibi yetenekli yazarların öncülüğünde Kırgız edebiyatında yeni denemeler yapılmış ve daha önce yazılması dahi düşünülemeyen eserler kaleme alınmıştır.

      Burada dikkatle üzerinde durulması gereken temel mesele Sovyetlerin Toplumcu Gerçekçiliği yorumlama biçimidir. 1934 Sovyet Yazarlar Birliği kurultayında alınan kararlar5 gereği ilk dönem edebî çalışmalarında Toplumcu Gerçekçilik, eserlerde adına Jdanov Poetikası denilebilecek bir yaklaşımla ele alınmıştır.

      A. Jdanov (1896-1948) Stalin’in sağ kolu ve baş ideoloğu olarak Komünist Parti ve Sovyetlerde oluşturulan edebiyatın birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği kabulü üzerinden 1934 yılında yapmış olduğu konuşmada Sovyet yazarlarının üzerine almaları gereken role vurgu yapmış ve Sovyetlerin oluşturacağı gelecek için yazarların çürüyen burjuva toplumu ve ideolojisinin altını çizerek yeni ve temiz bir toplum ütopyasını sanki o anda yaşanıyormuşçasına vurgulamasını istemiştir.6 Jdanov’un Sovyet Yazarları Birinci Kongresinde Konuşma (17 Ağustos 1934), Zvezda ve Leningrad Dergileri (1947), Leningrad’da Yayımlanan İki Derginin Hataları (1947) yazılarına bakıldığında özetle Jdanov’un Sovyet yazarlarından istediği şu idi: Sovyet halkını tembel, donuk, aptal ve kaba saba olarak göstermek affedilmez bir hatadır. Sovyet halkı çalışmasıyla, çabalarıyla, yiğitliği ile yüksek toplumsal ve manevi nitelikleri ile gösterilmelidir. Burjuva yazarlarına özgü en önemli özellik ise “Hayatın en aşağılık en değersiz yanlarını konu almalarıdır.” Burjuva yazarlarına Maksim Gorki’nin yakıştırması da “Mutfak tenceresinin dibindeki karadan ötesini göremeyenler.” şeklindedir.7

      İnsan iki yönlü bir varlıktır. İyi tarafları da vardır kötü tarafları da. Toplumları da kendilerine has özellikleri ile değerlendirmek gerekir. Oturduğu rahat koltuğundan topluma yukarıdan bakarken kahvesini yudumlayıp bir taraftan hem toplumun hem de onu oluşturan insanın akla hayale gelmedik zayıf taraflarını bulup bunu eserlerde yansıtmanın büyük bir suç olarak tarif edilmesinden sonra yazarlar üzerindeki baskı artmıştır. Çünkü Leningrad’da Yayımlanan İki Derginin Hataları (1947) adlı yazıda iki kalem özellikle hedef alınmıştır.

      Bir Maymunun Serüvenleri (Mihail Zoşenko 1894-1958) kısaca Leningrad’da hayvanat bahçesine düşen bir bomba marifetiyle yıkılan hayvanat bahçesi duvarını kolayca geçip şehirde dolaşmaya başlayan maymunun Leningrad halkıyla yaşadığı komik maceraları anlatan kısa bir hikâyedir. Bu hikâyenin Jdanov tarafından anlaşılış biçimi ise Sovyet yazarları üzerinde ziyadesiyle baskı oluşturacak kadar keskindir.

      Bir Maymunun Serüvenleri’ni daha dikkatli okumak zahmetine katlanırsanız maymuna, bizim toplumsal geleneklerimizi yargılayan yüksek yargıç, Sovyet halkına ahlak dersi veren bir akıl hocası rolünü verdiğini görürsünüz. Maymun insanların davranışlarını değerlendirebilecek akıllı bir yaratık olarak tanımlanır. Yazar, kasıtlı bir biçimde, Sovyet halkının yaşantısını donuk ve bayağı göstererek alaya alır ve böylece maymunun şu iğrenç, zehirli ve Sovyet düşmanı yargıya varmasını sağlar: Hayvanat bahçesinde yaşamak Sovyet toplumunda özgür olmaktan daha iyidir ve bir hayvan kafesinde, Sovyet halkının arasında olduğundan daha özgür soluk alabilir. 8

      Uzunca bir yazıyla Zoşenko’yu yerden yere vuran ve sanatının Sovyet ideolojisine göre asla affedilemeyecek yönlerini gösteren Jdanov, Anna Ahmatova (1889-1966) için ise şunları söylemiştir: Ahmatova’nın işlediği temalar tepeden tırnağa bireycidir. Şiirleri acınacak derecede kısırdır ve garsoniyerle kilise arasında yalpalayan yoz bir aristokrat kadının duygularını yansıtır. Başlıca konusu, ıstırap, özlem, ölüm, gizemcilik ve kadercilik temalarıyla iç içe geçmiş erotik aşktır.9

      Zoşenko, Sovyet insanının ulvi özelliklerini göstermek yerine tersini yapmakla suçlanırken Ahmatova da gereksiz bir bireycilik ve değersiz deneyler yapmakla suçlanmıştır. Ahmatova’ya “Değersiz kişisel deneyimlerinin Sovyet insanına ne faydası olacağını” soran Jdanov, sert yazısının sonunda bu iki kalemin Sovyet edebiyatında asla yer almaması gerektiğinin altını çizmiştir.

      Takdir edileceği üzere bu yazıları okuyan Sovyetler Birliği yazarları eserlerini en baştan gözden geçirmek ihtiyacı hissetmiş, yazar birlikleri içindeki insani çekişmelerden dolayı eleştirmenler ve yazarlar, sevmedikleri ya da rekabet