dışarı çıkmıyordu. İlk zamanlarda yemek yapmaya takmıştı kafasını. Bir gün de altı yedi çeşit yemek yapıyordu. Kimisi tuzlu, kimisinin dibi tutmuş, kimisi de inadına çok lezzetli yemeklerdi. Çocukları, “Anne biz üç kişiyiz sen yirmi kişilik yemek yapıyorsun emeğine yazık” diyorlardı ama o, “Siz karışmayın benim misafirlerim var onlar yer” diyordu. Gerçekten de ertesi gün o yemeklerden eser kalmazdı. Bütün tencereler boşalıp yeni yemekler pişirilmiş olurdu.
X önceleri anlam veremediği annesinin davranışlarından bir süre sonra korkmaya başlamıştı. Ağabeyi daha umursamaz davranıyordu. Hatta ara sıra dalgasını geçiyordu annesiyle. X annelerinin kendilerine karşı şefkatli olduğunun farkındaydı, ondan kendilerine zarar gelmeyeceğini biliyordu ama onu bir doktora götürmeleri gerektiğini düşünüyordu. Dayısı da öyle düşünmüştü ama Z’yi bir türlü ikna edememişlerdi.
Annelerinin emekli olduğu yıl ağabeyi üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gitmişti. X annesiyle baş başa kalmıştı. O günden sonra da birbirlerinin sırdaşı olmuşlardı. Özellikle annesi her şeyi paylaşıyordu oğluyla. En çok da hayallerini. Bazen X annesinin uydurduğu hikâyeleri dinlerken uyuyakalıyordu. Ama her sabah kendisini yatağında buluyordu. Kocaman adam olmuştu ama annesi o nerede uyursa uyusun onu mutlaka yatağına götürüyordu. “Beni sen mi taşıdın” diye sorardı. “Yoo kendin gittin yatağına” derdi annesi ama X hiçbir şey hatırlamazdı.
Akşamları bir birinin aynısıydı. X okuldan geliyor, yemeğini yiyor, biraz televizyon izliyor, çoklukla ödevini ertesi güne bırakıyor ve annesinin o gün kafasında yazdığı hikâyeleri dinleyerek uyuyordu. Bazı akşamlar anlattıkları bir aksiyon filmi gibi olurdu o zaman X hemen uykuya geçmez annesine sorular sorardı. O da oğlunun kendisini büyük bir ciddiyetle dinlemesinden memnun anlatır da anlatırdı.
Yıllar annesinin hastalığını artırarak gelip geçiyordu. Ara sıra hastane doktor lafı edecek olsa annesi lafı ağzına tıkıyordu. “Sen beni başından mı atmak istiyorsun. Hastaneye götürürsen bir daha seni bana beni de sana göstermezler” diyordu. X annesinin böyle düşünmesine üzülüp ısrar etmiyordu.
Son yıllarda annesi el işine merak salmıştı. Her aybaşı maaşlarını almaya birlikte gidiyorlar sonra da tuhafiyeciye uğrayıp hem X’in hem de bir süre sonra tuhafiyecinin anlam veremediği bir çok malzemeyi alıp evlerine gidiyorlardı. Z bunlardan anlamlı yada anlamsız bir çok şey yapıyordu. Masa örtüsü diye işlediği şey bir yolluğu andırıyor, yastık kılıfı dediği şey ise daha çok büyük bir şapkaya benziyordu.
Bir süre sonra evlerinde el işinden geçilmez olmuştu. Odanın biri tamamen bu işlere ayrılmasına rağmen oraya da sığmamaya başlamıştı. X bazen annesini ikna edip, el işlerinin bir kısmını satıp yeni malzemeler almak bahanesiyle götürüp çöpe koyuyordu. Annesi yeni malzemeler alıp almadığını sorduğunda da her gün yeni bir yalanla onu oyalıyordu. X kendisine şaşıyordu bazen, bu kadar yalanı nasıl da buluyorum diye. Bir hastayla bu kadar uzun süre yaşayınca insanın huyları da değişiyordu pek tabii.
Yalnızca askere gittiğinde ayrılmışlardı annesiyle. O zaman da biraz dayısı biraz da yaşlı anneannesi ilgilenmişti Z’yle. Oğlu askere gidince yalnız kalan Z annesine kapıyı biraz aralamıştı. Belli ki yalnız kalmak istemiyordu. Zavallı annesi ise bunu bir lütuf gibi görmüş çok mutlu olmuştu. Hasta da olsa kendisini sevmese de evlat evlattı, yanında olmaktan mutluydu. Ama X askerden dönünce herşey eskisi gibi olmuştu. Z annesini evine göndermiş, bir daha gelmemesi konusunda uyarmıştı. Ağabeyinin ise ara sıra gelmesine izin veriyordu.
İlginç olan bir şey daha vardı, geçen onca zamana rağmen Z büyük oğlunu hiç arayıp sormamıştı. Bir akşam X’le sohbet ederken “Ağabeyim aradı sana selamı var” deyince, susmasını işaret etmiş ve “o gizli görevde böyle ulu orta adını ağzına alma” demişti. Annesine göre o Amerikan gizli servisi adına çalışıyordu. Büyük oğlundan ara sıra annesine Bush aracılığı ile mesajlar geliyordu.
Büyük oğlanın da umurunda değildi annesiyle kardeşi. O kendi yolunu çoktan ayırmıştı. Üşütük bir anneyle biçare bir kardeşle bir ömür geçiremeyeceğini düşünüyordu. İstanbul’dan bir daha geri dönmedi. Bir süre sonra izini de kaybettirdi. Z’ye göre o Amerikadaydı ve çok önemli işleri vardı.
Küçük oğlu da önemli işler yapıyordu Z’ye göre. Örneğin Bush’dan gelen kargoları o getiriyordu. Bugün o çantayı getirmemişti eve ama ertesi gün akşam annesi, onun bir gün önce akşam getirdiği çantayı, sabah açtığını içinden önemli bilgiler ve evraklar çıktığını onu da gerekli yerlere ilettiğini anlatacaktı. O yüzden yarın akşamın gündemini bugünden kestirmek artık zor değildi X için.
Bir tür oyun oynuyor gibiydi annesiyle. Bazen çok bunaldığı başını alıp gitmek istediği bazen de hiç bitmesini istemediği bir oyundu bu. O da ağabeyi gibi yapabilirdi ama ya annesi? Annesi ne yapardı onsuz. Bir gün annesinin anlatacakları bitmişti de laf olsun diye, “Anne ben evlenip ayrı bir eve gitsem ne dersin?” diye sormuştu, annesi o güne kadar hiç olmadığı ölçüde duygusallaşmış ve ağlamıştı. “Sen gidersen ben ölürüm biliyor musun?” demişti. “Zaten Rus ajanları peşimde. Onlar senden korkup gelemiyorlar. Senin bu evden gittiğini anlarlarsa hemencecik öldürürler beni” demişti.
X banyodan çıktı. Birlikte mutfağa geçtiler. Hastalığa rağmen annesi hala güzel yemekler pişiriyordu. Bazen tarifini kimselerin bilmediği şeyler yapıyordu, lezzetli ve güzel görünüşlü şeyler. Z bir yandan tabaklarına yemeklerini dolduruyor, bir yandan anlatmaya devam ediyordu.
–Biliyor musun Barbara beni kıskanıyor
X Barbara kim diye sormadı. Barbara Bush olduğunu biliyordu. Bu konuşmanın devamını bildiği gibi. Hatta konuşmanın bildik şekilde devam etmesi için sorması gereken soruları sormaya başladı.
–Yine ne yaptı patavatsız kadın.
–Tam bir patavatsız, benim resmi görevli olduğumu unutuyor, acaba kocasını ayartıyor muyum diye düşünüyor.
–Ahlaksız şey
–Tam bir ahlaksız. Ona bugün ne dedim biliyor musun telefonda.
–Ne dedin?
–Ben Osmanlı kadınıyım dedim, beni o senin bildiğin Amerikalı aşüftelerle karıştırma dedim. Resmi görevim bitince de bu kırmızı hatlı telefonu kapattıracağım dedim.
–İyi demişsin
–Tabi iyi dedim. Ben Osmanlı sarayında büyüdüm bunu sende biliyorsun.
–Biliyorum, tuzu verir misin anne.
–Çok tuz atma genç yaşta tansiyon hastası olacaksın. Ha Hasta dedim de aklıma geldi. Aslında Sultan Abdülaziz hastaydı biliyor musun? Çok hastaydı. Sonunda hayatına son verdi.
–Hı hı
–Bunalttılar onu çok bunalttılar, o da daha fazla dayanamadı ne yapsın, kıydı canına. Bir de o zamanlar ben saraydan uzaktaydım bir iş için Almanya’ya gönderilmiştim. Şayet sarayda olsaydım onun kendini öldürmesine engel olurdum.
Bu da nereden çıktı diye düşündü X. Bu şimdiye kadar konuşmadıkları yeni bir konuydu. Annesi zaman zaman saray terbiyesi aldığından falan bahsederdi hanım sultanlarla hasbıhal etmişliği vardı ama Sultan Abdülazizin intiharından bugüne kadar hiç konuşmamışlardı. Aklına kötü kötü şeyler geldi X’ in
–Nereden çıktı şimdi bu?
–Ne nereden çıktı?
–Sultan Abdülaziz.
–E oğlum bu yeni bir konu değil ki. Hem korkma o zamanlar ben Sarayda değildim, benim olayla hiçbir ilgim yok.
–Biliyorum