Cıldız İsmailova

Kırgız Çocuk Edebiyatından Seçmeler


Скачать книгу

konuya eğilen M.Tügölbaev, M.Sulaymanov, G.Orozova, A.Sattarova kendi tasnif denemelerini ortaya koymuşlardır.

      Bilimsel sınıflandırma çok zor bir süreçtir. Tasnif denemelerine baktığımızda araştırmacıların Kırgız çocuk folkloru araştırmalarının tarihine dikkat çekip, halk bilimin zengin tecrübesini, yöntem prensiplerini göz önünde bulundurarak çocuk folkloru ürünlerini; genetik, yaş özellikleri ve işlevi hizmet açısından sınıflandırılmıştır. Kırgız çocuk folklorunun sınıflandırılması:

      1) Genç çocuklar için yazılan ezgili (şarkılı-türkülü) eserler.

      2) Büyükler tarafından yazılıp çocukların eserine dönüşen eserler.

      3) Çocuk oyunları.

      Bu üç büyük sınıfın birincisine çocuk şarkıları girer. Çocuk şarkılarını da yaş özelliklerine ve işlevlerine göre ikiye bölmek mümkündür:

      a) Küçük bebeklere armağan edilen şiir ve şarkılar:

      1) Kutsama, hayır duası (yeni doğmuş bebeğe söylenir).

      2) Beşik şarkısı.

      3) Gelincik, avutma, oyun şarkıları.

      4) Çocukların kötü hareketlerini yok etmek için söylenenler;

      b) Gençlerin şarkıları:

      1) Akıynek söyleme (açıkl. kızların özel şarkı yarışmasıdır).

      2) Hayvanlara, doğaya, mevsimlere göre ortaya çıkan ve çocukların dileklerini, hayallerini açıklayan şarkılar.

      3) Doğu cephesi zamanındaki çocuk şarkıları.

      4) Gençlerin sevda şarkıları.

      İkinci gruba ise:

      1) Masallar.

      2) Epik eserler.

      3) Yalanlar.

      4) Atasözler ve deyimler girmektedir.

      Üçüncü gruba giren çocuk oyunları da ikiye ayrılır:

      1) Sözlü oyunlar.

      2) Hareketli oyunlar.

      Sözlü oyunlara bulmaca, tekerleme, oyun şarkıları; hareketli oyunlara da çocukların vücud gelişimine faydalı olabilecek sağlığını geliştirip vücudunu sağlamlaştıracak oyunlar girer.

      MASAL

      “Çocuğa anadilinin, bir işçi elindeki alet gibi, nasıl kullanıldığını ilk öğreten, ona bu dilin türlü hünerlerini: kıvraklığını, zenginliğini, inceliğini ilk gösteren, kişiye kendi dilini konuşmayanlardan uzaklaştırıcı, onu konuşanlara yakınlaştırıcı duyguyu –ninnilerin, tekerlemelerin, türkülerin yanı başında ama herhalde onlardan daha geniş ölçüde- ilk aşılayan masallardır.”

(Boratav 1987:113)

      ALTIN KUŞ

      Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde fakir bir yaşlı adamın yalnız oğlu ve bir adet elma ağacı varmış. Elma ağacının en tepesinde bir elma yetişir, her yıl yaşlı adam ve eşi onu yerler ve yaşlanmazlarmış.

      Bir yıl elma henüz olgunlaşmamışken kim olduğu belli olamayan biri elmayı yemiş. Elmanın kim tarafından yediğini bulamayıp, hayret içinde kalmışlar ve sırayla elma ağacının önünde nöbete durmuşlar.

      İlk yıl boyunca yaşlı adam elma ağacının başında beklemiş. Ne gelen olmuş ne giden önceleri. Bir gece uyuyakalmış ve uyandığında elmayı yerinde bulamamış.

      İkinci yıl elma ağacını yaşlı adamın eşi korumuş. Bir gece o da uyuya kalmış ve elmayı çaldırmış.

      Üçüncü yıl elmayı koruma görevi çocuğun olmuş. Yaşlı karı kocanın oğlu hiç yerinde durmaz şeytana pabucunu tersten giydirirmiş. Bir gün çocuk gözlerini ayırmadan elmaya bakarken, bir altın kuş uçup gelmiş ve elmayı yemeye başlamış. Çocuk yayı ile kuşa ok atıp bir tane tüyünü düşürmüş.

      Ertesi gün çocuk kanadı anne babasına gösterip ha bire “Ben bu altın kuşu nerde olursa olsun bulmadan rahat etmeyeceğim.” diyormuş. Nihayet sefere hazırlanıp, bohçasını bağlayıp, altın kuşu bulmak için yola çıkmış.

      Çocuk yürüyüp durmuş yürüyüp durmuş gün üstünden gün, ay üstünden ay geçmiş. Bir gün çocuk yol ayrımına gelmiş. Yol üzerindeki taşta “sol yoldan gidersen kendin ölürsün, sağ yoldan gidersen atın ölür” yazısını okuyup: “kendim öleceğime atım ölsün” demiş ve sağ yoldan devam etmiş.

      Çocuk yine kırk gün kırk gece durmadan yol almış. Atı ve kendisi bir deri bir kemik kalmış. Bohçasındaki yemekler tükenip, acı acına giderken aniden gök kurt çıkmış ve ona saldırmaya başlamış.

      Çocuk bir sıçrayışta attan inip atını boğazlamış: “karnın açsa al ye bunu!” deyip etleri kurdun önüne atmış ve arkasına bakmadan kaçmış.

      Çocuğun bu yaptığından kurt çok memnun olmuş “kendin çömez olsan da aklın varmış. Atın yarısını kendine al da benim sırtıma atla. Nereye gitmek istersen ben götüreyim.” demiş.

      – Gitmek istediğim yer uzak, amacım altın kuşu bulmak, demiş çocuk.

      – Öyleyse sırtıma atla da gözlerini kapat!, demiş kurt.

      Çocuk kurdun sırtına atlayıp, gözlerini yummuş. Kurt dağlar üstüne dağlar geçmiş, aşılmayacak yolları aşmış. “Aç gözünü çocuk.” demiş birden.

      Çocuk gözünü açınca bir de ne görsün koca bir şehre gelmişler. Kurt çocuğa bir ev göstermiş.

      – Altın kuş bu evin içinde, altın bir kafeste oturuyor. Yavaşça gir ve ayaklarından tutmadan, kanatlarından kaptığın gibi dışarı çık” demiş.

      Çocuk altın kuşu görünce sevincinden kurdun dediklerini unutmuş ve ayağında tutmuş. Kuşun ayağındaki çıngırak çalı vermiş ve bunu duyan muhafızlar da çocuğu yakalamış. Ertesi gün çocuğu padişahın önüne çıkarmışlar.

      Padişah çocuğa kızarak:

      – Sen neden benim altın kafesimde kuşumun uykusunu bölerek tanımadığın birisinin evinde geziyorsun?” demiş.

      Çocuk padişahın kızgınlığından hiç korkmayarak:

      – Padişahım bir sözüm var, beni susturabilirsiniz ama dilimi asla. Benim yaşlı anne babamın yalnız bir elma ağacı var. Her yıl onun tepesinde yetişen elmayı anne babam yiyerek bu sayede gençleşiyorlardı. Dört yıldır elmayı sizin kuş yiyip gidiyor. Anne ve babam bu yüzden yaşlandıkça yaşlanıyor. Altın kuşu bu yüzden bulmaya geldim, demiş.

      O zaman padişah çocuğun cevabından memnun olmuş.

      – Ooo sen yaşlı anne babanın hakkını arayan yiğit bir delikanlıymışsın. Eğer öyleyse ben sana altın kuşu vereyim. Ama bunun karşılığında sen diğer krallıktan altın yeleli, kartal gibi hızlı süzülen güzeller güzeli bir atı bana getireceksin, demiş.

      Çocuk ne yapacağını bilemeden kurdun yanına gitmiş. Kurt yeniden çocuğu sırtına almış ve beraber yollar üstüne yollar aşmışlar.

      Uzun süre yol aldıktan sonra kurt çocuğa:

      – Aç gözünü! Dönüp dolaşıp gidersen kırk saray göreceksin onları geçerek devam edersen bir tane daha saray göreceksin. İşte o sarayın içinde altın tastan yem yiyen altın yeleli bir at var.