Azize Kaya

Mavi Çember


Скачать книгу

bilemedi. Belki on dakika geç müdahale etse, yarasının üzerine bastırdığı tamponu çekse, belki bir sigara molası verse… Düşündüklerinden bulanan midesini küçük bir kaba boşalttı. Yüzüne hızlıca bir su çarptı. Duvardaki dolabın camından yansıyan sararmış suratını bir an için unutup hastanın ameliyata hazırlanması için talimat verdi.

      Hastanenin tüm doktorları görev yerlerine çağırılmış, acil iki hasta için ameliyathaneler hazırlanmıştı. Bu arada tüm ülke bu çatışma haberiyle sarsılmıştı. Ölenlerin aileleri evlatlarının cansız bedenlerini almak için çoktan yola çıkmıştı.. Hastane bahçesi gazetecilerle doluydu.

      Aslı bu manzaraya ilk defa şahitlik etmiyordu. Oysa ne büyük ideallerle gelmişti doğunun incisi dedikleri bu şehre. Tayininin çıktığını duyup üzülen tüm dostlarına hep aynı açıklamayı yapmıştı. Orası da vatan toprağı ve orada da hizmet bekleyen insanlar vardı. Nerden bilebilirdi hayat kurtarmaya geldiği bu şehirde hayatını bırakacağını.

      Arkadaşları ameliyata girmemesi konusunda Aslı’yı ikna etmeye çalıştılarsa da bunu başaramadılar. Zamanla yarışılan o anda ağır ağır hazırlandı. Önce yeşil önlüğü giydi. Sonra eldivenleri taktı. Otomatik kapı açıldı ve tükenmiş adımlarla içeri girdi. Normalde olsa bu durum herkesi rahatsız eder ve söylenmelerine sebep olurdu. Oysa şimdi çıt çıkmıyordu.

      Tüm personel durumun hassasiyetinin farkındaydı. Korku, yalnız gözlerin açıkta kaldığı bedenler de dahi hissedilebiliyordu. Aslı’nın ne yapmak istediğini bir türlü kestiremiyorlardı.

      Bilinci kapalı hastaya uzun sürecek ameliyattan ötürü yeniden narkoz verildi. Göğsünde ve kasığında iki kurşun yarası vardı. Biri ciğeri parçalayarak çıkmış öbürü ise hala bedenindeydi. Kanama ise tam olarak durdurulamamıştı. Bisturiyi eline aldığında derin bir nefesle atmaya çalıştı öfkesini. Kapıda bıraktığı cansız bedenler geldi gözünün önüne. Elleri yanlarına düşmüş sararmış yüzler. Ana babasının yahut kavuşamadığı yârinin hasretiyle kapanan gözleri unutamıyordu.

      Tüm hayalleri tek kurşunla sonlandırmak bu kadar kolay mıydı? Bir şans daha verselerdi beyaz örtüler altındaki gencecik bedenlere, belki tek bir gün, bir tek nefes… İki veda sözcüğü, belki bir gülücük… Ama olmazdı. Çalmak onların ruhuna işlemişti. Bu gün kaç evlat çalmışlardı gözü yaşlı ana babalardan. Annelerinin karnındaki kaç masum bebeğin ilk ve en özel kelimesini, pencere kenarında, sofra başında bekleyen kaç kadının kahramanını çalmışlardı.

      Yaranın üzerinden derin bir kesik açarken işte tam da bunları düşünüyordu. Şimdi çalanlardan çalmak zamanıydı. Hayatlara son veren bu soğuk bedeni sona ulaştırmak oldukça kolaydı. Yüzde on yaşama şansıyla ameliyata girmiş biri için riskler çok, ölmek ise pek kolaydı.

      İnsanları hayatta tutmak için eğittiği ince parmakları ilk defa birinin hayatını almak için hazırlanıyordu. Gözlerinden fışkıran kin zaten soğuk olan odayı iyice soğutmuştu. Keşke bilinci yerinde olsaydı da tüm nefretimi gözlerinin siyahına bakarak haykırıp verdiği son nefesin şahidi olabilseydim diye düşündü.

      Ya verdiği sözler, ettiği yeminler. Hayalleri. Hani bu insanlar aslında masumdu ve sadece onları kullanan güçler cezalandırılmalıydı. Hani öldürmek çare değildi ve barış mukaddesti. Ölen her beden ateşi hararetlendiren bir çıraydı.

      Canı yanmadan barış istemek kolaydı da ya aklıselimi sevdiğiyle beraber gömdüyse kara toprağa ve her gün yeniden yeşeren bir avuç nefretle dönüyorsa evine, affetmenin onurundan bahsedebilir miydi insan?

      Ne çok şey yaşıyordu aynı anda. Acı öfke merhamet ve kin hepsi tüm hücrelerini dolanıyordu adeta. Tüm bunlara bir damla da gözyaşı eşlik etse belki rahatlayacaktı. Ama oldubitti sevmezdi ağlamayı. Öyle ya acizler ağlardı ve o bugün kendini her zamankinden güçlü hissediyordu. Kader hükmünü onun parmakları arasına gizlemişti.

      Alnından tane tane dökülen terleri koluyla silecekken kafasını kaldırdı ve tepedeki lambanın metal uzantılarında gördüğü manzaradan ürktü. Elindekileri yere savurdu. Hızla çıktı soğuk odadan. İçerdeki herkes şaşkın ve acılıydı kimse gitmedi peşinden. Koşarak indiği merdivenlerin dibine yığıldı.

      Dışarıdaki kalabalık içeriden gelecek habere kilitlenmişti. Canlı yayın araçları ve spikerler kapı önünde bekliyorlardı. Birkaç saat sonra hastaneden yapılan açıklama son dakika olarak verilmeye başlamıştı.

      “Genç doktor üç ay önce evinin önünde sırtından tek kurşunla öldürülen eşi Savcı Selim Soylu’nun katil zanlısı olarak aranan ve dün geceki çatışmada yaralanan terörist C.A.nın hayatını, yaptığı zorlu ameliyat sonucu kurtardı.”

      Aslı ise hıçkırıklarla ağlıyordu. Yaptıkları için mi yoksa yapmayı düşündükleri için mi ağladığını kendisi de bilmiyordu.

       (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi)

      CEMRE

      Tek yapmak istediği, ablasının ısrarlarına dayanamayarak kabul ettiği o buluşmayı bir an önce bitirip eve dönebilmekti. Yorucu bir iş gününün ardından büyük bir alışveriş merkezinde biriyle buluşmak ne kadar zordu. İlk randevu için bu kadar gürültülü bir ortam seçilmesine de şaşırmıştı. Küçük pastanenin, mor çiçeklerle süslü, siyah kadife koltuklarından birine oturdu ve etrafı incelemeye başladı. Bir şeyler yiyip çabucak kaçmak için fırsat kollayan insanlar, alışveriş yapmak için kanlarının son damlasına kadar savaşan müptelalar ve arkadan gelen zayıf, ama rahatsız edici müzik. “Ne kadar çok ses var” dedi. Böyle bir yerde değil tanışmak, konuşmak bile zordu. Bunun yanlış bir seçim olduğunu düşünmesi, üstelik on dakikadır da bekliyor oluşu, buluşacağı kişinin karakteri hakkında olumsuz bir kanıya varmasına sebep oldu. “Başlamadan bitmiş bir randevu” diye söylendi.

      Selim ise, Ela’nın aksine heyecanlıydı. İşten biraz erken çıkıp, eve uğramış ve yeniden tıraş olmuştu. Ne giyeceğine önceden karar vermesine rağmen, bir hayli uğraşmış ve bütün bunlar geç kalmasına neden olmuştu. Alışveriş merkezinin ilk randevu için uygun olmadığını o da biliyordu. Ama yine de kalabalık bir ortamda, Ela’nın kendini daha güvende hissedeceğini düşünerek böyle bir karar almıştı. Arabasını otoparka bırakıp, hızlı adımlarla pastaneye gitti. Önceden resmini gördüğü kızı hemen tanıyıp selam verdi. Tam karşısındaki koltuğa ilişti. Ufak bir tanışma merasiminden sonra, derin bir sessizlik oldu. Selim, genç kızın mesafeli duruşunu ve temkinli tavırlarını fazlaca soğuk buldu. Hevesi kırılmıştı. Yine de sıcak bir sohbet açmak için uğraştı.

      Beş on dakikalık sessizlikten sonra, Ela gardını almış bir asker edasıyla konuşmaya başladı. Belli ki sınırlarını iyi çizmek istiyordu. Nasıl bir hayata tahammül edemeyeceğinden başlayıp, en sevmediği rengin kırmızı oluşundan, alerjisinden, ağır parfümlerden ve özellikle jöleli saçlardan nefret ettiğine kadar devam eden bir olumsuzluk listesi sundu. Selim’in de ondan pek aşağı kalır yanı yoktu. Bu sefer o başladı söze; anahtar kullanmaktan hoşlanmadığını, dolayısıyla onu kapıda karşılayacak bir eş istediğini, saatler süren alışverişlerden haz etmediğini ve tam bir işkolik olduğunu anlattı. Daha birçok kural ve kaide sıralayıp, karşılıklı uzun listeler hazırladılar. Oysa hayatın acelesi yoktu. Her şeyi zamanla ve yaşatarak öğretecekti onlara.

      Tavandaki spot ışıkları birer birer genç kızın üzerine düştüğü vakit fark etti Selim karşısındakinin ismi gibi ela bakışlarının, hareli çekiciliğini. Sanki her yer karanlıktı da, bir tek o ışık saçıyordu. Ela ise ilk görüşte