Azize Kaya

Mavi Çember


Скачать книгу

bir daire kiraladılar. Yatak odasını Ela’nın, oturma odasını ise Selim’in zevklerine göre döşemeye karar verdiler. Sevmediklerinden değil de, sevdikleri ve beğendikleri şeylerden oluşan listeler vardı artık ellerinde. Birbirlerinin hayatlarında açtıkları yerlere sığabilme çabalarıydı bunlar. Tabi alan kazanmak adına aldıkları taktikler de vardı. Mesela Ela’nın annesi, ona evliliğin ilk altı ayı nasıl olursa, gerisinin de öyle devam edeceğini, bu yüzden kendi kuralları konusunda diretmesi gerektiğini, savaşı ilk etapta kazanırsa bir daha hiç kaybetmeyeceğini, söyleyip duruyordu. Ela, tam olarak ne için direnmesi gerektiğini pek anlamasa da, annesinin tecrübelerine olan güveni sonsuzdu.

      Selim’in annesi ise oğlunun eşyalarını elleriyle hazırlıyor, her parçayı koyarken valize, bir avuç da kendi özünden bırakıyordu. Aklında yer etmek adına söylediği her şey, Selim’in tedirginliğini artırsa da Ela’yı düşündükçe bu güvensizliğin yerini küçük tebessümler alıyordu. Ailelerinin ufak tefek serzenişleri arasında hazırlıklar devam etti.

      Özenle hazırladıkları evin kapısındaydılar. Camlarda gülkurusu kadife perdeler, krem rengi deri koltuk takımı, yalnız küçük çiçekleri olan sade bir halı… Duvarlarda kendi çocukluklarına dair renkli fotoğraflar arasına yerleştirilmiş, siyah beyaz resimler… Kenarda menekşeler ve açelyalar… Ela, başını Selim’in göğsüne yaslamış izliyordu bu zarif ve sıcak manzarayı, sanki ilk defa görürmüşçesine. Havada yine cemre kokusu vardı. İkinci cemre düşmüştü, bu sefer gönüllere.

      Nikâh günü gelmişti. Selim o anda dünyanın en güzel gelinini gördüğünü düşündü. Ela ise müstakbel eşinin huzur veren bakışları sayesinde hissettiği güven duygusuyla birlikte, attı imzayı. Ailesinden ayrıldığı için üzülse de, doğru bir seçim yaptığından emindi. El ele girdiler, menekşe kokulu evlerine.Yeni hayatlarına değişen öncelikleriyle başladılar. Aylar yavaş ve sakin geçiyordu onlar için. Birbirlerini tanımak adına başlattıkları sohbetler bazen kavga sebebi olsa da, ufak dalgalanmalar dışında pek problem yoktu hayatlarında.

      Ela rengârenk örtüler ve peçetelerle, dergilerdeki kadar güzel sofralar kuruyor, yeni öğrendiği yemekleri eşinin üzerinde test etmekten, oldukça memnun görünüyordu. Selim ise eşinin şevkini kırmamak adına, ismi gibi naif tepkiler veriyor ama yine de her sofrada yanında bolca ekmek ve su bulundurmaktan vazgeçmiyordu.

      O hafta sonu, Selim’in erkenden dışarı çıkması gerekiyordu. Ela, onsuz kahvaltı yaptıktan sonra sevimli evinin işlerini yapmaya başladı. Sırasıyla mutfak, banyo, odalar bir bir toparlandı. Âdeti olduğu üzere en son yemek için kolları sıvadı. Güzel bir kış çorbası yaptı. Güvecin altını kısarken, pilavı demlenmesi için tezgâha bıraktı.

      Yorulduğunu hissedince çok sevdiği kahve ile dinlenebileceğini düşündü. Sütü cezveye koyarak altını yaktı ve kaynaması için beklemeye başladı. Cezvede iki kişilik süt ve tezgâhta içine kahveleri konulmuş iki fincan olduğunu fark etti. Şaşırdı. Gayriihtiyari kocası için de kahve hazırlamıştı. Fincanı alıp kenara koyacakken kapı çaldı. Merakla kapıya koştu.

      Elinde kocaman bir kutuyla beklediğinden erken gelen eşiydi kapıdaki. Selim yorgun argın eve dönerken gittiği marketten, nedenini kendisinin de bilmediği bir şekilde tatlı reyonuna yaklaşmış ve en sevdiği tatlı yerine, koca bir paket acıbadem almıştı. Ela’nın küçüklüğünden beri en tatlı kaçamağıydı acı bademler. Ama bundan eşine daha önce hiç bahsetmemişti. Onun için bundan daha iyi bir sürpriz olamazdı.

      Selim ise tezgâhtaki iki kişilik kahveyi fark etti. Ne zaman geleceğini söylememişti. Buna rağmen gördüğü manzara, bütün yorgunluğunu unutturmuştu. Birbirlerinin gözlerine bakarak, sıcacık gülümsediler. Havada cemre kokusu vardı. Üçüncü cemre düşmüştü artık, ama bu sefer ruhlara.

       (Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi)

      BEYAZ

      Bu gün Cuma ve bu kaçıncı mektubum bilmiyorum. Yazıp da gönderemediğim onlarca kâğıt destesi var başucumda. Hepsi sana ve kızıma olan hasretimle dolu satırlar. Ne kadar zaman oldu bu iç karartıcı beyaz odaya hapsedileli.

      Dolaplar perdeler ve yatak; her şey kusursuz bir beyazlık içinde. Bu kadar aydınlık içinde boğulacağımı zannediyorum bazen. İşte o vakit senin kömür karası gözlerin geliyor aklıma, birden boğazımdaki yumru açılıyor ve nefes almaya başlıyorum.

      Bazı sabahlar göğsümden akan sütün ıslaklığıyla uyanıyorum. Doktorlar ilaçlarla kesilebileceğini söyleseler de ben buna izin vermiyorum. Kızım daha çok küçük ve buradan çıkar çıkmaz onu doyasıya emzireceğim diyorum.

      Küçük vücudunu göğsüme dayayıp yumuk parmaklarını açmaya çalıştığımı hayal ediyorum. O emdiği bir damla sütle yutkunurken ben tıka basa doyduğumu hissediyorum. Sizleri hayal etmek için ne gözlerimi kapatmama ne de uyumama gerek var. Bütün gün sanki sizinleyim bu odada. Birlikte yemek yiyor. Birlikte uyuyoruz. Bazen seyrediyorum sizi uyurken.

      Hatırlayamadığım o kadar çok şey varken bazı anları film gibi anlatıyor olmama şaşıyor doktorlar. Mesela beni hastaneye yetiştirmeye çalıştığın o gün yüzündeki korku ve telaşı hiç unutmuyordum. Arabadaki hız ibresini gördüğümde sen yavaşla, ben arabada doğurmaya bile razıyım demiştim de bana aldırmamış devam etmiştin. Benimse korkudan sancılarım durmuş sayende doğum iki gün gecikmişti.

      Ziyaret saatinin bittiğini söyleyen hemşirelerden saklanmak için girdiğin tuvalette kilitli kaldığını, ancak kızımızı kucağımıza aldığımızda her şeyi unuttuğumuzu ve kocaman bir aile olduğumuzu da anlattım onlara.

      Daha iyi olduğumu söylüyorlar. Artık yemekhaneye gidebiliyor hatta çay saatleri için televizyon odasına çıkabiliyorum. Birkaç da arkadaşım var. Onlara hep sizi anlatıyorum. Kavuşmak için beklediğim ilk Cuma geliyor aklıma. Bu beyaz karartının içine uyandığımda buraya neden ve nasıl geldiğimi dahi bilmiyordum. Ama yatağın kenarlarına takılı demirlere bağlı ellerimi fark ettiğimde sizi bir daha göremeyeceğimi anlamıştım.

      Karalıktan ne kadar korktuğumu en iyi sen biliyorsun. Bu yüzden ışıkta uyuyamamana rağmen her gece başucumuzda ki lambayı açık bırakmama müsaade ediyordun. Kâbusla uyandığım her uykuya senin kollarında tekrar dalıyordum. Şimdi ise sabahları yapılan iğnenin tenimdeki acısıyla uyanıyor sonra yeniden soğuk bir uykuya dalıyorum.

      Sizden haber almak için o kadar yalvarmama rağmen kimse tek kelime etmiyordu. Demir kapıların üzerime kapatıldığı o gün kızımızın yüzünün duvarda canlandığını gördüm. İşte o zaman kaçmaya karar verdim.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.