girdi ve nur saçan gözleriyle önce İsa’ya, sonra bana bakarak:
– O, Allah’ın mutsuz kullarının rahatını, saadetini düşünüyor, dedi.
XIII
Aradan çok zaman geçti.
Sara ile birlikte yaşamaya başladık. O, artık Hazreti İsa’nın önünde eskisi gibi diz çökmüyor, onun fakirleri düşünmesini de eskisi gibi heyecanla anlatmıyordu. Onun hayatı artık ailenin günlük işleri, çocukların eğitimi ve benim işlerime yardım etmekten ibaretti.
Ben de çok değişmiştim. Fakat kalbimin ağrıdığı zamanlar istemeyerek de olsa o büyük saraya, dâhi hayallerden doğan hikmetli güzel âleme girip kayboluyordum. Çok sıkıntılı zamanlarımda oraya gidip ruhumu dinlendiriyordum.
Her gittiğimde köprüden geçen ihtiyarla ay ışığını saçan gecede deniz kenarında yalnız oturan Hazreti İsa, beni kendilerine çekiyor ve saatlerce düşündürüyorlardı. Resimdeki ihtiyar her seferinde gözüme bambaşka görünüyordu. Bazen babam oluyordu. Elleri, bütün ömrü boyunca zor işlerde çalıştığı için sertleşip nasırlaşmış, beli babamınki gibi bükülmüş. Alnındaki derin çizgiler de babamı andırıyordu. Bakışları da onunki gibi ağır, sakin ve ıstıraplıydı. Bazen de babama hiç benzemeyen bir Rus ihtiyara dönüşüyordu.
İsa’nın önüne geldiğimde ise hep Sara’nın söylediği sözler aklıma geliyordu:
– O, Allah’ın mutsuz kullarının rahatını, saadetini düşünüyor…
– O, fakirleri çok severmiş…
Söyle, İsa! Sen insanların mutsuzluğu ve onları rahata kavuşturmak üzerine çok düşündün. Şimdi söyle, nasıl bir düşünceye, nasıl bir sonuca vardın? Kan dökmek sona erecek mi? Milleti, dini farklı olduğu için insanların birbirlerine olan düşmanlığı bitecek mi? Söyle, bunlara ulaştırabilen yolların hangisini daha kısa buluyorsun?
Bir gün yine böyle düşüncelerle üzüldüğümde yüreğim ağrıdı, sanki kalbime bir şeyler saplandı.
Bilmiyorum ama içime bir şeyler doğdu.
Aceleyle eve gittim. Sara beni kapıda karşıladı. Yüzünde ölüm korkusu, gözlerinde derin bir hüzün vardı. Dudaklarının kenarı korkudan buruşmuş. O, sanki on yıl yaşlanmıştı… Aceleyle ellerini tuttum:
– Söyle ne oldu? Çocuklarımız iyi mi, diye sordum.
Sara, şimdiye kadar hiç alışık olmadığım ıstıraplı bir sesle:
– Çocuklar iyi ama baban vefat etmiş, dedi.
Bu duruma fazla şaşırmadım. Ne yapabiliriz ki hayatın düzeni böyle. İnsan doğar, büyür, hayatın akışıyla bir yerlere ulaşmak için çırpınır, mücadele eder, didinir ve bir gün ölür.
Bu, değişmez bir kanun, ölümden hiç kimse kurtulamaz, diyerek karımı avutmaya çalıştım.
Ancak bu durum, yalnızca haberi aldığım an için geçerli oldu. Babamın ölüm hikâyesini duyunca başımı taşlara, duvarlara vurmak istedim, aklımı kaybetmiş gibi oldum.
Çaresiz ihtiyar, zavallı babam!
Yetmiş yıl durmadan çalıştı! Yetmiş yıllık ağır hizmetinin sonunda gücü tükendi ve sokağa atıldı. Ömrünü evden eve gezerek sırayla bakılarak geçirmeye mecbur kaldı…
Belinde çuval, elinde uzun kırbacı… Sen ömrünü böyle geçir ve birinin ahırında, buzağılar arasında son nefesini ver!
Evimiz ağır bir yasa büründü. Sara benden daha çok ıstırap çekiyordu.
Ben de uzun süre kendime gelemedim.
Bu olay, hayata ve işime olan bakış açımda derin bir iz bıraktı.
İnsanların iyi yaşamaları, mutlu olmaları için yapılan işlerin, fikirlerin hepsi sanki hataymış, hepsi boşunaymış gibi geldi bana.
Bir saat içinde din, felsefe, ilim, edebiyat hepsi koyu bir şüphenin gölgesi altına girdi… Hepsinin üstüne büyük bir soru işareti konuldu.
İnsanların mutluluğunu, saadetini düşünen peygamberler! Siz, Allah’ın elçileri Musalar, İsalar, Muhammedler!
Kabirlerinizden kalkın ve şu yetmiş yaşındaki ihtiyarın onuru kırılarak ahıra bırakılan cansız bedeninin önünde cevap verin!
O yalnız değil. Onun gibilerin sayısı yüzlerce, binlerce değil, milyonlarca, yüz milyonlarca! Onlar çalışıyor, çabalıyor. Sizin verdiğiniz vaatlere, gösterdiğiniz yola bakılırsa onlar mutlu olmalıydı! Hani, nerede mutluluk?
Yeryüzüne sizden sonra gelip geçen şu milyonlarca, milyarlarca insan, ömürlerini azapla geçirenler sizden cevap bekliyor.
Sizin yolunuz yanlış değil mi? Siz, size verilen sürünün cefa çekmesinden kendinizi sorumlu tutup, bunu itiraf edip insanoğlunu başka yollar aramaya, başka çobanlar, başka elçiler bulmaya çağırmıyor musunuz?
İnsanların mutluluğu için ilim, felsefe, medeniyet yolunu gösteren âlimler, filozoflar! Gösterdiğiniz yolun, ilmin ve medeniyetin nasıl sonuç verdiğini görmek istiyorsanız buyurun, işte o ahırda, buzağılar arasında can veren ihtiyarın ölüsünü görmeye geliniz.
Eflatunlar, Aristolar, İbn-i Sina, Farabi, İbn Rüşdler, Kopernik, Newton, Descartes, Kant, Voltaire, Goethe, Spenser ve diğerleri, hepiniz, o cansız bedenin önünde cevap vermek için kendinizi borçlu hissetmiyor musunuz? Çizdiğiniz yolun aydınlığa, mutluluğa, özgürlüğe götürmeyeceğini tecrübelerden görüp yeni yollar bulmaya davet etmiyor musunuz?
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.