Alimcan İbrahimov

Seçme Eserler


Скачать книгу

“Kötüçĕler” (Çobanlar) hikâyesi, köyde çoban olarak çalışan yaşlı Eptireş’in oğlu Vahit’in ağzından anlatılır. Tıpkı babası gibi kendisi de daha çocukken sürü gütmek zorunda kalan, köylüler tarafından sık sık azarlanan Vahit, yaşadığı yoksul hayata boyun eğmek istemeyen, güzelliği seven gururlu bir çocuk olarak, hastalanan babasının köylüler tarafından nöbetle evden eve geçerek bakılacağını duyar ve köylülerin aşağılayıcı söz ve tavırlarına daha fazla dayanamayıp isyan eder ve köyünü de babasını da terk edip gider. Uzun süre karanlık ormanın içinde belirsiz bir yöne gitmeye çalışan ve bir müddet baygın yatan Vahit, gözlerini şehir şifahanesinde açar. Bu şifahanede tedavi görmesi ve onunla ilgilenen melek gibi hemşire Sara, Vahit’in hayatında bir dönüm noktası olur. Sara Vahit’i müzeye götürünce o, orada bulunan Hazreti İsa ve odun toplayan yaşlı adam tablolarını görünce çok etkilenir ve sürekli geçmişini, babasını düşünür. Daha fazlası, bu tablolar derinden hüzünlenen Vahit’in talihsiz insanların çektikleri acılardan kimin sorumlu olduğunu ve neden insanların yüz, hatta bin yıllardır hâlâ mutlu olamadıklarını sorgulamasına sebep olur. Gururlu, eşitsizliğe başkaldıran, özgür olmayı düşleyen ve insanlık âlemiyle ilgili felsefi düşüncelere dalan delikanlı Vahit’in anlattıkları her ne kadar gerçekçi olsa da hikâye romantizm çerçevesinde değerlendirilir. Çünkü romantizm estetiği kanunlarına göre, hikâyede kahramanın iç dünyasını daha dolu bir şekilde açmak için aşk kültüne bir de doğa ve sanat (müzik, resim vb.) kültleri de eşlik eder. Yaşlı Eptereş’in ölüm haberini almasıyla Vahit’in gözünün önüne bu çileli hayatta yaşayıp ölmüş milyonlarca fakir insan gelir.9 Eserde, eziyet çeken topluluk ve medeniyet elçileri olan “çobanlarla” ilgili felsefi düşünceler de önemli yer alır. Tatar araştırmacı Rezeda Ganiyeva’nın belirttiği üzere, eserin adı sadece çoban Eptereş ve oğlu Vahit’le ilgili olmayıp dünyaya gelip göçmüş peygamberlere, filozoflara ve bilgin insanlara da işaret eder: “Akil insanları böyle adlandırma, eski Şarktan gelen bir gelenektir. Milattan önce Hindistan’da okuyan kişiler ‘çobanlar’ olarak adlandırılırdı. Müslüman medeniyetinde, örneğin, hadislerde insanlar için önemli bilginleri ve peygamberleri ‘çobanlar’ olarak adlandırma bulunmaktadır. Türklerin ilk klasik manzumesi Kutadgu Bilig’de de bilginler için ‘halk sürüsünü güdenler’ denilmekte. Tatar Türklerinde halk imajını sürüyle karşılaştırma; bilgin, filozof, ressam, yazarları da ‘çoban’ olarak adlandırma, XX. yüzyıl sonuna kadar devam eder.”10

      1922 yılında Alimcan İbrahimov “Almaçuar” adlı eseri yazar. Hikâyenin isminden de görüldüğü üzere, edip bu sefer bütün Türk boyları için ortak olan ve Tatar Türkleri için de çok önemli bir konuyu, at sevdasını ele alır. Tatar Türklerinde at konulu 600’e yakın atasözü ve deyim, çok güzel, anlamlı türküler ve ilginç inanışlar da mevcuttur.11 Diğer halkların mitolojisinde ve kahramanlık destanlarında olduğu gibi, Tatar Türklerinde de at, “aydınlık ve hız simgesi, erin kolu kanadı, mertebeli ve kutsal varlık olarak sayılır.”12 Hikâye, Zakir adlı iyi yürekli, hakkını yedirmeyecek kadar güçlü, istediklerini elde edecek kadar azimli bir çocuğun ağzından geçmişte yaşanan bir olay olarak anlatılır. O henüz 7-8 yaşındayken babası Hafız’a Alem-gol adlı kişiliğinden şüphe duyulan bir Başkurt, Tatarların “burlı biye” dedikleri aklı kızılımsı renkte olan bir kısrak hediye eder. Yazar, Alemgol’un atı hediye etme serüvenini halk edebiyatı örneklerini de ustaca kullanarak heyecanlı bir şekilde anlatır. Kısrağın gelişi Hafız’ın ailesinin en zor dönemine denk gelir ve sıkıntı, yoksulluk içinde yaşayan eve geldiği günden itibaren bereket ve bolluk getirir. İlk yavrusunu düşüren kısrak, nihayet ikinci yavrusunu dünyaya getirir ve Zakir için yeni bir hayat başlar. Tayına çok düşkün çocuk, onu ev işlerine koymadan Sabantuy bayramında gerçekleşecek at yarışına hazırlar. Bütün bu çabaların sonucu olarak Zakir’in Almaçuar’ı yarışı kazanıp ödülü almayı hak eder. Fakat bu mutluluk fazla sürmez, kısa bir süre sonra Almaçuar hastalanır ve ölür. O günden sonra Zakir, hayatta hiç kimseyi ve hiçbir şeyi artık içten sevemediğini söyler. Almaçuar’ın hastalanıp ölmesinden dolayı Zakir’in dünyaya ve her şeye küsmesi, sevgisini yetirmesi, çocuklukta ilk kez ölümle karşılaşan ve en sevdiği varlığını kaybeden bir çocuğun derin duyguları olarak anlatılır. Almaçuar adlı hikâyede anlatılan olaylar da Başkurdistan sınırları içinde bulunan bir Tatar köyünde geçer. Bu hikâyede 1917 Ekim Devrimi öncesi Tatar köyü, çiftçi hayatı, onun toprak ve su, doğa ve atla ilgili günlük meşakkatleri, sevinçleri, dertleri, köylü insanların hayat tarzı, uğraşları, bayramları –özellikle de Sabantuy bayramı- çok zengin etnografik bezeklerle, dolu ve dürüstçe tasvir edilir. Tatar halkı köyde tarımla uğraştığından dolayı atın köy hayatında pahası biçilmez bir değeri vardır. Örneğin, eserde Zakir’in yoksulluk içinde yaşayan ailesi, hediye edilen atın sayesinde toparlanır.13 Atın bereket simgesi olarak izlenmesi, bütün Türk boylarına ortak bir inançtır. At, Türklerde eskiden ilahî bir güce sahip hayvan olarak kabul edilirdi. Türklerin ata taptığı dönemler de vardı.14 Bu yüzden Türkler ata canları gibi bakar, ona büyük sevgi ve saygı duyarlar. “Tatar toplumunda ata sahip olmak, özgürlük, güç ve zenginliğe eşdeğer sayılır ve günümüzde bile atları koruyan ruhların olduğuna inanılır.”15 Çünkü at, insanların bütün işini görür ve büyük fayda sağlar. Fakat atlar Tatarlarda sadece tarla ve ev işlerinde kullanılmaz, onların arasında Sabantuy bayramında düzenlenen at yarışlarının göz bebeği olan koşucu atlar da yer alır. “Almaçuar”da Alimcan İbrahimov’un bir köylü çocuğun atına olan sevdasını Tatarların millî ve geleneksel bayramı Sabantuy içinde vermesi de büyük anlam taşır. Eser, bir Sabantuy bayramını anlatmakla başlar ve diğer bir Sabantuy bayramında yaşananlarla sona erer. Tayın Zakir’in evine gelme tarihi de çocuğun babasının Sabantuylarda gösterdiği bahadırlığıyla yakından ilgilidir. Sabantuy, baharda ekimin başlaması, üretime geçilmesini temsil eder. Birlik, beraberlik ve dayanışma bayramı olarak bilinen Sabantuy, Tatar Türklerinin millî kimliğini, gelenek ve göreneklerini, yaşayış şeklini ve insan ilişkilerini gösterme açısından da son derece önemlidir. Çünkü toplumlar, “kederlerini, sevinçlerini, aşklarını, üzüntülerini, beklenti ve taleplerini kendi genlerindeki hissiyatın birikimiyle oluşturdukları gelenek ve göreneklere döker, yaşam tarzları, ekonomik ve coğrafi şartlarının da etkisiyle oluşan bu güçlü ifade biçimi ile davranmaktan mutlu olurlar.”16 Ayrıca, Sabantuy bayramı sırasında uygulanan at yarışı, Tatar Türklerinin Orta Asya’da yaşamakta olan başka Türk boylarıyla aynı kökten olduğunu bildiren önemli unsurlardan biridir. Alimcan İbrahimov’un birçok eserlerinde olduğu gibi bu hikâyede de Tatar Türklerinin gelenek göreneklerine, örf âdetlerine, sosyal hayatına, halk edebiyatına ve kültürel değerlerine büyük önem verir. “Alimcan İbrahimov’un makalelerinde sosyalist fikirler olsa da, kendisi de görev gereği Bolşevizm’e hizmet etse de, eserlerinde Tatar halkı, Tatar yaşam tarzı, gelenekleri, ilerlemesi, aydınlanması ve Tatar kültürü her zaman ilk sırada olmuştur.”17 Tatar edebiyat uzmanı G. Halit’in de yazdığı gibi “sosyal olayları, insanlar arası ilişkileri ve tiplerin sadece onlara özgü karakterini günlük hayat, örf âdetler, etnik boyalar (efsaneler, inanışlar, inançlar, türküler, atasözleri, deyimler) aracılığıyla açabilme ustalığı, Alimcan İbrahimov’un kabiliyetine özgü bir sıfat.”18

      Alimcan