Alimcan İbrahimov

Seçme Eserler


Скачать книгу

duruma kimsenin aklı ermedi. Bizim komşu Fatiha nine, Başkurt bahadırın gözü önünde:

      – Çocuklar, bu işte bir iş var! Muhakkak bir hile var, demesin mi!

      Bizim akraba Safa dede de kır sakalını sıvayıp bu sözleri destekleyerek şöyle dedi:

      – Kitaptaki gibi söyleyecek olursam ‘Taştan su çıkar, kavak ağacı elma verir, Ebu Cehil imana gelir.’ ama Alem-gol Ağa, bu meşhur kısrağı karnındaki yavrusuyla durup dururken getirip Hafız’a vermez. Sakın burada bir itlik olmasın çocuklar!

      Başkurt, bunları bir müddet sessizce dinledikten sonra hafifçe gülümseyip kara gözlerini daha da parlatarak durumunu anlatmaya başladı. Hikâye tamamlandıktan sonra halkın şüphesi sevince, hayır duaya dönüştü.

      II

      Bizim babamızın adı Muhammedhafız olmalı. Boyu uzun olduğu için ona Uzun Hafız diyorlar.

      Gençliğinde meşe gibi sıhhatli, kartal gibi keskin bakışlı, aslan gibi güçlü kuvvetliymiş diyorlar. İster savaş ister güreş meydanına çıksın, yöremizde ondan daha güçlü kimse yokmuş. En büyük Sabantoylarında24 da o, etraftan gelen ünlü güreşçileri aldatıp kaldırıp atıyormuş.

      Bir gün Çeşme köyünde büyük bir Sabantoy düzenlenmişti.

      Asilzade koşu atları, kendi memleketlerinde nam kazanmış güreşçiler, iyi koşan gençler, hepsi bu bayrama güçlerini sınamak, kendilerini göstermek ve nam kazanmak için yüzlerce kilometre uzaktan geldi.

      Güreş başladı.

      Ne dersin? Hafız’a kim dayanır!

      Babamız, karşısına çıkan bir güreşçiyi biraz oynatıp sonra sırtüstü yere atıyordu.

      Daha sonra meydana sıska esmer bir Başkurt çıktı.

      Her iki bahadır birbirinin belinden birer defa çekip denediler ve birbirlerinin sırtlarına ellerini koydukları vaziyette milletin gözü önünde yuvarlak meydanda dönmeye başladılar.

      Ya Hüda! Bu ne iş?

      Şanlı Hafız, ansızın yuvarlanıp yüzükoyun yere düştü!

      Meydandan bir uğultu yükseldi. Babamın arkadaşları bu rezilliğe dayanamadılar, “Başkurt haksızlık yaptı, ayağına çelme taktı!” diye itiraz ettiler, güreşin yeniden başlamasını istediler.

      Her iki taraf da bunu kabul etti. Bahadırlar, yine yuvarlak meydanda. Millet yine nefesini tutup bu büyük güreşten gözünü ayırmadı.

      Ön ayaklarını birbirinin sırtına atan kahramanlar, aslan ile pars gibi yarım saat kadar birbirinin belini tutar vaziyette meydanda döndüler.

      Yine ansızın, hiç beklenmedik bir an kahraman Başkurt, çaktırmadan Hafız’ın belini sıkarak kendisi sırtüstü yere yattı ve Hafız’ı öyle bir güçle üzerinden fırlattı ki Hafız, uzağa, çok sert bir şekilde sol kolu üzerine düştü.

      Yine millet uğuldamaya başladı. Meydan kaynadı!

      Babamız hemen bir tarafa çekilip Zarif ustaya kolunu gösterdi:

      – Kırılmış mı, çıkmış mı?

      – Zararı yok, sadece çıkmış, diyor usta.

      O zamanlar ben çok küçüktüm, ama gene de o gün bir türlü gözümün önünden gitmiyor. Sabantoy, eskisi gibi çok uğultulu bir şekilde devam etti. Babam birçok bahadırı yenerek kazandığı kırmızı nakışlı havlularla yeşil çapanı omzuna atıp zedelenen kolunu kırmızı bel bağı ile boynuna astı ve yavaş yavaş eve doğru gitti.

      Ben ona seslenmeye korktum. Yorulduğundan mı sinirlendiğinden mi bilmem ama yüzü kararmıştı.

      Çok kırılmıştı galiba.

      – Yeter artık, zamanında çok güreştik, bu son olsun, dedi ve sözünden dönmedi. Ondan sonra Sabantoylara ayak basmadı (Kahramanlıkları sadece dillerde destan olarak kaldı.).

      III

      Olayların üstünden çok zaman geçmesine rağmen o sahne, köy halkının aklından bir türlü çıkmadı. Bu yüzden Başkurt’un babamla güreşerek ona galip gelmesini anlatırken:

      – Biz bunları biliyoruz… demişlerdi.

      Alemgol sinirlenip millete bir bakış atıp:

      – Öyle mi? Siz Tatarlar bunları biliyor musunuz? Ancak sonrasında güreşi kazanan şu Başkurt’un yüreğinde olup bitenleri rüyanızda bile görmemişsinizdir. Hafız Ağa, ben seni yere düşürürken hile yaptım… Sana da, güreşi izleyen millete de hiç çaktırmadan sağ ayağına çelme taktım… Bir anlık vicdan azabı duydum. Fakat kendimi tutamadım. “Oluruna varır, belki de Huda’m bir seferliğine affeder” dedim ve seni o hile yardımıyla başımın üstünden fırlattım… Ancak boşuna “Gönül, evliya” dememişler. Doğruymuş. Sabantoydan eve gelir gelmez yatağa düştüm. Midem bulandı, sol kaburgamın altına bir sancı girdi. Üç ay boyunca acılar içinde kıvrandım, canım ne bir şey yemek, ne de bir şey içmek istedi… İşte o şiddetli hastalığı geçirirken kendime söz verdim. “Bu hastalık, Hafız’a karşı hile yapıp onu incittiğim için geldi başıma. İyileşirsem, siyah üzerinde parça parça beyaz tüyleri olan kısrağımı ona verip hayır dua alacağım!” diye adak adadım. İyileştim. Fakat nefis şeytanmış. “Hadi be, o Tatar’ın bedduası mı tutar!” diye düşündüm. Kısrağı vermeyi göze alamadım. Aradan birkaç yıl geçti, yine aynı hastalığa yakalandım. Midem bulandı, sol kaburgamın altına bir sancı girdi… Takatim kalmadı, kafam durdu. İşte o zaman çoktan vefat eden rahmetli dedem, uzun kır sakalı, ak kefeni ve büyük yeşil asası ile benim rüyama girdi. Bana suçlayarak baktı ve öfkeli bir sesle:

      – Aptal çocuk! Canın mı daha kıymetli, kısrağın mı, dedi ve hemen kayboldu. “İyileşirsem bir gün dahi gecikmeden kısrağı götürüp vereceğim.” diye yine adak adadım. Görüyorsunuz işte, iyileştim. Adağımı yerine getirmek için de buradayım.

      İhtiyarlar anlatılanlara çok şaşırdılar. Safa dede, Başkurt’un sırtını sıvazlayıp:

      – Kitaba yazılmış gibi konuşuyorsun. Aklın ve dilin sadece itliğe değil, iyi söze de yatkınmış, dedi.

      Diğerleri de teşekkür edip tekrar dizlerinin üzerine çöküp dua ettiler.

      – Hafızın en zor yıllarıydı. Oğluyla kızından ayrıldığı bir dönemdi. Kısrağı uğurlu ayağıyla gelsin. Bu eve bereket getirsin, dediler.

      Başkurt gitti, ihtiyarlar da evlerinin yolunu tuttu.

      IV

      İhtiyar adamlar doğru söylüyordu, bizim ailenin gerçekten zor zamanlarıydı. Babam kadar cüsseli, sıhhatli, güçlü ağabeyim bir iftiraya uğradı. Köyümüzde çok zengin birisi vardı. Parasının çok olduğunu söylerlerdi. Göğsüne göğüslük yaparak paralarını her zaman yanında taşırmış. Millet böyle anlatıyordu. İşte o zengin adamla babamız arasında, bir arsadan dolayı çok eskiden beri düşmanlık sürüyordu. Kışın, o Karun kadar zengin adamı yolda yakalayıp ormana götürmüşler ve köyden bir kilometre uzakta, güpegündüz boğazlamışlar. Boğazını kesmeye çalışanlar da adamın öldüğünü sanmışlar. Fakat adam ayılıp güç bela evine dönmüş. Ölmeden önce kendine gelince de “Diğerlerini tanıyamadım… Ama birisi Uzun Hafız’ın oğlu Şayahmet’ti.” diye ağabeyime iftira atmış.

      Ağabeyimi hemen ellerine kelepçe vurup götürdüler. Mahkeme oldu.

      Babam,